Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Aralık '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Doğmaktan korkan yaşlı ceninler vardır.

Doğmaktan korkan yaşlı ceninler vardır.
 

Onları korkutan, ne dış dünyadaki savaşlar, çevre kirliliği ne de acımasız yaşam koşullarıdır. Onlar henüz anneye bağlı göbek bağından değil, ruhlarındaki tutkuların eskimiş fotokopilerindeki şiirlerle beslenirler:

"kıyısından ısırılmış bir okyanusum

kokusu ve rengi dondurulmuş

robensonları sürgün edilmiş evereste

suyumu soyunup

dağa çıkmak istiyorum

rengini şaşırmış bir utancın soğumasına

şahittir balinalar

okyanusun dağa çıkmasına da

ha...intiharlar ofsaytıdır azrailin...."

Dokunulmuş bir bedene, öpülmüş bir dudağa, bakışlarımızın teslim edildiği bir göze şiir yazılır mı?

Ulaştığımız dağ artık bizim için bir zirve değildir. Gözümüz başka zirveler arar, zaten amaç fethedilen her zirveden aşağı bakıp: " Vay be ne kadar da yüksekmiş burası!" demek değildir. Yükseklik korkum var;üçüncü kattan bile
aşağıya bakamam; ama herhalde dağcılar böyle düşünüyordur.

Şair günlerce belki de yıllarca doğuramadığı şiiri yazdığında kuzulamış bir koyunun huzuru ve yorgunluğu içindedir, artık o şiir, onun rahminde koruduğu, beslediği yavrusu değildir. İşte bu yüzden yaşımız hesaplanırken anne karnına düştüğümüz gün esas alınmaz. Yaşımız bu dünyaya aittir. Bütün acılarımızın, hüzünlerimizin, hayal kırıklıklarımızın bu dünyaya ait olması gibi.

Biri tarafından çılgınca sevilmek, arzulanmak ya da geniş bir hayran kitlesine sahip olmak bir şair için ulaşılmış bir zirvedir. Bu yüzden her şiirden sonra şair korkunç bir yalnızlığa düşer. Her şiir onun için yeni bir doğum ve ölümdür. Şairlerin yaşı yoktur ya da onlar hep doğumla ölümü aynı günde yaşayan doğaüstü varlıklardır.

Şair ölmekten korkmaz, ölümü merak eder; doğmaktan korkar veya kaçar. Her şair doğumunu erteleyen yaşlı bir cenindir, ben koskoca sakallı şairleri hep bir cenin olarak tasavvur etmişimdir.

Şair nereye kaçacağını ya da saklanacağını bilemeyen acemi bir firaridir. Ömrü firar etmekle geçse bile her defasında yolunu kaybeden ve bulduğu ilk kalbe saklanan bir firari. Şair, acıların arkasına saklanmaz, aşkların arkasına saklanır. Onun için her aşk aslında muhkem bir kaledir; aşk ilişkiye dönüştüğünde bu kalenin içindeki sevecen, fedakar askerler acımasız bir gardiyana dönüşür. Şair başka bir aşka, başka bir doğuma ve ölüme atlar; ama nereye düşer?

Aslında ölümle doğum arasındaki mesafeyi azaltma çabasının ardında bedenin yok olması korkusu değil, ruhun fosilleşmesi kaygısı yatar; hangi mertebeye gelirseniz gelin bu dünyanın sizi çıkaracağı zirve dünyevidir. Bu da ruhunuzun fosilleşmesine neden olur.Şairler bunun farkına varan insanlardır.

Peki bunun farkına varmak şairin işini kolaylaştırır mı? Hayır ...Şair bu dünyanın koşullarında bunun gerçekleşmeyeceğini bilir; bu yüzden ruhunu bir göçebe gibi gezdirir. Aradığı şey ne Kafdağı'ndadır ne uzayda...

Delirmek veya deliliğin sınırlarında gezinmek ruhun bu dünyadaki muhkem kalelerinden kaçışına aracılık eden sesten hızlı jetlerdir. Bu jetler de şiirlerdir..

 
Toplam blog
: 114
: 1620
Kayıt tarihi
: 01.08.07
 
 

1964'te Ankara'da doğdum. Meslek lisesinin elektrik bölümünü bitirip fabrikada ve şantiyede çalıştım..