- Kategori
- Müzik
Dört çılgın çocuk
1950'li yılların sonlarıydı. Elvis Presley' in şarkılarıyla tüm dünyayı salladığı günlerdi. Lisede tanışan iki Liverpool'lu genç bir grup kurmaya karar vermişlerdi. Gençlerden birinin adı John diğerinin adı ise Paul idi. Beatles efsanesi İngiltere'de bir lisenin soğuk koridorlarında başlıyordu. Bir grubun yaşayabileceği bütün talihsizlikleri yaşadılar ama yılmadılar. 5 Ekim 1962' de Love Me Do piyasaya çıktığında duyulan melodiyle birlikte müzik dünyasında sonsuza dek sürecek yeni bir fırtına başlıyordu. The Beatles.
John Lennon, Paul McCartney, George Harrison ve Ringo Star. Bu yazıda The Beatles'ın biyografisini anlatacak değilim. Ne John Lennon'un iki yaşındayken dağılan ailesinin hikayesini ne de grubun asıl basçısı Stuart Sutcliffe'nin 1962 yılında kanser nedeniyle yaşamını yitirmesinin dramını anlatacağım.
Ne grubun mizahi unsurlar da içeren Almanya maceraları ne de tarihe geçen ABD turneleri. Hiç biri bu yazının konusu değil.
Ben size bu yazıda The Beatles'in bana hissettirdiklerini anlatacağım.
1982 yılında Milliyet'in gençlik dergisi Hey'in okur sayfasının müdavimlerindendim. Dergide bize ayrılmış iki sayfa vardı. Oraya sürekli yazı gönderiyordum. Ve dergiyi alır almaz da ilk okur sayfalarına bakıyordum. Bir gün okuduğum bir yazı benim Beatles'la tanışmamı sağladı. Bir genç kız yazısında bayağı ilginç bir iddia ortaya atıyor ve meydan okuyordu. "The Beatles dinlemeyen ben müzik dinliyorum diyemez."
Hayatımda hiç The Beatles dinlememiştim. Ne demekti, müzik dinliyor olmak için ille de The Beatles mı dinlemek gerekiyordu. Ben o dönemler Barbara Straisend, Glorya Gaynor, Elvis Presley falan dinliyordum.
Hemen o kıza bir cevap verip ağzının payını vermeye karar verdim. Ama önce The Beatles'ı dinlemem gerekiyordu.
"Dinledim işte ne var yani? " diyecektim.
Beatles'in 1968 The Beatles Ballads albümünü aldım. Dinledim. Hala dinliyorum. O günden beri The Beatles dinliyorum. Kıza o cevabı hiç bir zaman yazamadım. Çünkü haklıydı.
Peki neydi bu dört şımarık İngiliz gencinin sırrı. Onları yüzlerce, binlerce grubun arasından sıyırıp bir efsane haline getiren neydi? Müzikal yetenekleri mi? Sesleri mi? Evet sesleri... Ama ayrı ayrı solo olarak John'un ya da Paul'ün sesi değil... Onların vokal sesleriydi. Onların vokal olarak sesleri birleştiğinde bana göre dünyanın en güzel sesi ortaya çıkıveriyordu. Belki de bu yüzden hayranlarının tüm isyanlarına rağmen grubun mahkeme kararıyla dağılmasından sonra hiç bir üye, John Lennon da dahil The Beatles'in başarısını yakalayamadı.
Aslında The Beatles'ı anlatmak mümkün değilki. Bunu hangi kalem yazabilir, hangi kalem ifade edebilir ki... The Beatles'ı dinlemek lazım. Çünkü, "The Beatles dinlemeden ben müzik dinliyorum demek mümkün değil."