Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

20 Şubat '10

 
Kategori
Mizah
 

Düğme tırnaklı şimendifer

Düğme tırnaklı şimendifer
 

Bu şimendiferlerden çok az kaldı. (Hızlı tren değil.)


<ı>Köyüme gittim. Köy kahvesine gittim. Bir kaç kişi bir masanın başında toplanmışlar, öyle gülüyorlar ki sormayın. Ellerinin çırpıp çırpıp tekrardan gülüyorlar. Bende ciddi ciddi seyrediyorum gülenleri. Yarenlerin İbram Dayı, ”öretmen sagada anlatıverim de dinle, sende gülesin, ” dedi. Aşağıdaki hikâyeyi anlattı.

<ı>Bende, hikâyeyi tekrar düzenledim.

<ı>Hadi sizde, okuyun bakalım.

*

Köyün birinde, görmemişin bir oğlu olmuş.

Hani şu “sonradan görme, gâvurdan dönme” dedikleri türden bir adam.

Burnu yukarı da biri.

Herkese tepeden bakan cinsten birisi.

Durmadan;

“Oğlumu böyyük okullara gönderecem. Köylüle gibi gonuşmeyecek. Şeherli olacak benim oğlan, ” diye söylenirmiş.

“El bebek, gül bebek” büyütmüş oğlunu.

Dizinden ayırmadığı oğlu, babasını dinleye dinleye dilini de doğru düzgün öğrenememiş zaten. Karganın yanında büyüyen, karga olur. Bülbül olacak değil ya.

Bir söz vardır. ”Çocuğunu sevmeyen dizinde oturturmuş.”

Görmedik adam, ”benim olum bitene, bunun gibisi yok” diye diye çocuğu arkadaşsız yalnız bırakınca, konuşması zayıf kalmış garibanımın.

Eşeğe, ”ai.”

Horoza, “ürürü.”

Koyuna, ”mmeee.”

Öküze, “mööö” demenin dışında bir şey bilmediği için, iyice gülünç olmuş durum.

Ağanın karşısında bir oğul yok. Sanki bir ördek yavrusu.

Bakmış oğlanın durumu zor.

Dil öğrenmesi, Türkçesini ilerletmesi için İstanbul’a göndermiş çocuğunu, anguduk herif.

Para bol ya! Yıkmış parayı. Teslim etmiş çocuğunu âlimlere.

Oğlan; birkaç sene İstanbul’da, âlimlerin yanında ders almış.

İyice dersini ezberleyen, “ben konuşmasını öğrendim” diyen, şımarık oğlan köyüne dönmeye karar vermiş.

Kasabaya kadar, trenle gelmiş oğlan.

Eşekten başka binek hayvanın tanımayan çocuk, kasabadan bir eşek satın alıp düşmüş köyünün yoluna.

Yolu yarı etmiş. Sarı sıcakta terlemiş, yorulmuş. Eşekte inat.

Bir ceviz ağacının gölgesine oturmuş, bir kahve pişirip içmiş. Keyfide yerinde oğlanın ha! Dayamış sırtını cevizin gövdesine. Yorgunluktan uyuyakalmış. Birden uyanmış bakınmış etrafına, eşek yok. Fırlamış yerinden. Aramış taramış, bulamamış eşeği. Aval aval bakınarak eşeği ararken, bir köylü ile karşılaşmış. Köylü, kan ter içinde tarlasında çalışıyormuş. Oğlan geliğ köylünün karşısına dikilmiş. Selam sabah yok.

Köylü, oğlanın salak birisi olduğunu hemen anlamış.

Bir soru sormuş;

“Oğlum bir yaşındaki koyuna ne derler?”

Ne bilsin çocuk. Köylü cevaplamış.

“Bir yaşındaki koyuna derler şişek.

Selam vermeyene de derler eşek.”

Köylü, eşek deyince salak oğlanın aklı başına gelmiş.

Köylü, lafı ağzına tıkayıp sormuş oğlana.

“Hayrola yeğenim. Etrafına aşkın şakın niye bakınırsın? Bir şey mi kaybettin?

Oğlan bir solukta:

“Ceviz ağacı mükelle kebirinde kahvemi müş eylediğim zaman, uyku mukabelesinde bulunduğumdan, sade firade sırra kadem basmış, düğme tırnaklı şimendifer nereye sual buyurdular acaba?” diye sormuş.

Şaşırma sırası köylüde.

Hiçbir şey anlamayan çiftçi şaşkın şaşkın, “af buy-buy-buyuuuur” diye kekelemiş.

Oğlan gözlerini kapatmış, ellerini iki yana yapıştırıp;

“Ceviz ağacı mükelle kebirinde kahvemi müş eylediğim zaman, uyku mukabelesinde bulunduğumdan, sade firade sırra kadem basmış, düğme tırnaklı şimendifer nereye sual buyurdular acaba?” diye tekrarlamış.

Oğlan, aynı lafları tekrarlayıp duruyor.

Köylü şaşkın...

Köylü yine bir şey anlamamış. Kafası iyice karışmış, şaşırmış şaşalamış. Kafasını kaşımış. Tekrar tekrar oğlana bakmış. “Ule, bu çocuk buraya hangi arap ülkesinden geldi acaba?” diye içinden geçirmiş.

Oğlan papağan;

“Ceviz ağacı mükelle kebirinde kahvemi müş eylediğim zaman, uyku mukabelesinde bulunduğumdan, sade firade sırra kadem basmış, düğme tırnaklı şimendifer nereye sual buyurdular acaba?” diye sektirip duruyor.

Oğlan aynı sözleri tekrarlayıp duruyor, bildiği başka bir şey yok.

Gözleri kapalı, hazırolda ezber okuyor sanki eski mektepte.

Karşısında da, söylediklerinin noktasına virgülüne dikkat eden, falakacı medrese hocası.

Köylü;

“Bu zibidi benimle alay ediyo, ” diye düşünmüş.

“Ulen ben alay edilecek biri miyim? Benim alnımda salak diye bir yazı mı va?”

Yan dönmüş, bizim köylü. Gerilmiş, gerilmiş, oğlana bir patlatmış.

Tebdili şaşan oğlan:

…düğme tırnaklı şimedifeerrr… derken.

“Dayı benim eşeği görmedin mi?” Diye bağırmış.

Köylü;

“Hah şöle doru gonuş yiğenim. Eşek disene, merkep disene yiğenim. Zabahtan keri abuk subuk gonuşup duruyon. Benim gafamı garıştırıyon. Bizim eşekle ni zamandan beri şimendifer oldu?

Oğlan tokatı yiyince, canlanmış.

“Eşeği biliyom dayı. İstanbul’da bana öyle öğrettiler de.”

Köylü iyice kızmış.

“A mankafa oğlum. Burası İstanbul mu? Ben hiç İstanbullulara benziyom mu?

Oğlan;

“Benzemiyorsun dayı.”

Köylü,

“Ne zamandan beri eşekler şimendifer oldular İstanbul’da? Eşek eşektir. İstanbul’a gitse de eşektir. Mekke’ye gitse de eşektir. Annadın mı olum?

“Annadım dayı.”

“Eyi gözel u zaman. Söle bakim, sen hangi ködensin? Buban kim senin?

Oğlan;

“Dayı ben, aha karşıda görünen dağın ardındaki köydenim. Merkepliden.”

??!!..

Köylü içinden;

“Bunun babasını da sormaya gerek yok. Kim bilir, hangi gün görmedik eşeğin teki”

Diye söylenmiş.

Tarlanın alt başında otlayan eşeği getirip vermiş, dil pirefösürüne.

Bindirip üzerine, dehleyivermiş, gideceği yöne doğru.

*

Bu memlekette, eğitim görmüş o kadar çok cahil var ki, şaşırırsınız.

“Bitmez, tükenmez ve de eksilmez” merkep olmaya aday, sıpaların sayısı.

Memleket boş değil.

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara