Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Temmuz '17

 
Kategori
Blog
 

Editörler, "mesai" saatinden fazla çalışmayacak. Yayınlar gecikecek

Editörler, "mesai" saatinden fazla çalışmayacak. Yayınlar gecikecek
 

    Blog’cularımız, Hanya’yı, Konya’yı görmediler ama, Roma’yı gördüler gari. Bu nasıl görmek, bu nasıl sevmek. Derim ki, Blog idaresi, dünden beri ilan eyledi ki, “Her yol Roma’ya çıkacak”

     Milattan önce tükenmeyen bir İlkbahar yaşadı blogcular. Her yer güllük gülistanlıktı. Yediği önünde, yemediği ardındaydı. İlelebet bir balayı içinde herkes mesut. “Tak”diye yazar, “Şak”diye ekranlara yazılarımız çıkardı.

     Piyadenin  netamelisi demeyelim de “sakıncalısı” olanların yazıları tetkik süzgecinden geçerken, nizamiye kapısında  bekletilecek anlaşılan. Editörün gözü tutmadı mı, yazıyı Habur sınır kapısına yollayacak. “Hele bir hava al gel bakalım” kabilinden.

     Evet, evet, dünden beri Blog İdaresinde harıl harıl bir değişiklik var. Bundan böyle yazılarımız, mesai saatleri içinde okunacak ve ondan sonra yayın sırası gelince yayımlanacak. Bir nevi cemi cümlemiz, “sakıncalı piyade rütbesine”terfi eyledik.

     Yazını yaz yolla. Gerisini merak etme sen. Ardından bir daha, bir daha yolla. Hiç tasalanma sen. Önce yazılarımız, cümle alem gibi  bir meydanda toplanacak. Onlara sağdan say denilecek. Bir de “soldan say” denmeyecek, ki,  vakit kaybolmasın diye. Sırayla okunacak.

     Mesai trak. İşi brak! Te işte o ka! Ve, havada kapıp, tavada yeme devri geçti.. Herkes bayramını, seyranını bilecek. Ha, bu arada baş editörün  başının içindeki tilkiler de  rahat edecek. O dönüp duran tilkilerin kuyrukları, yine birbirlerine değmeyecek. Onlar da rahatlayacak, vesveselerden kurtulacak.

     “Mesai içinde” yazılar okunacak. İyi anladık da, ucuzculuğa mı soyunuyor idaremiz.. Hazır elleri      değmişken, blog’lardaki fuzuliden, suz-i dilaraya kadar olan bilcümle kifayetsizler de  kazınsa, hiç fena olmaz. 3 bin olduk mu? Çoğunluğu yer kaplıyor ınternette. Yazık değil mi? İdare, nerelerden kısıntı yapacağını bilmiyor vallahi.

     Neme lazım, bu işten en çok, editörlerimiz kazançlı çıktı. Onlar bizim sevgililerimiz. “Ağzı var, dili yok, klavyesi var, bloğu yok. Ananı çok, soranı yok. Arabası var, deposu yok. Blogcusu çok, arkadaşı yok.  Aşkı var, muhatabı yok. Çok çalışır, az aşınır, aşındığı ile kalır. “ şu uyum tanlosuna bakın siz! ”

 “Tarağımı, takma dişini kaybettim. Kümesten tavuğum kaçtı,  göreniniz var mı?” deyip yazı sokuşturanlara  tavrınız nedir?

     Eeee, bizlere de müstahak yani. Telefonu açıp da “N’oldu benim laylay lomlu yazım” diyemeyecek. Anlaşılan o laylaylom’cu, ekmek karnesi elinde, kuyruğa girmemiş hiç.

     Bloglardaki teknik donanım için “Blog yüzü” değişim projesini, “yastık yüzü”ile karıştıranların hazır ve nazır bulunduğu bir blog camiası içindeki o günleri unutmadık .

     Yazılarımız idarede toplanacak. Geliş sırasına göre okundukça yayına verilecek. Anlayacağınız yazılarımız demlenecek gittiği yerde. Tam demini almışken, bir bakmışsınız o hafta boyu peş peşe on gün tatıl çıkıvermiş karşımıza. Editörümüz, “Tatil”edecek işini. Tatil sonrası onay verecek.

     Şimdi tam editör olma zamanı. Bizlere de dağıtsınlar gelen yazıları.  A,  Aşk olsun.,  YAPARIZ YANİ, LAFI MI OLUR. Ucundan biz de tutarız. Editoryanın başına yakın oluruz mesaide. Onun terapi gibi gelen ses  tonundaki dinginliği ile, en sıkıldığımız anda, yeniden doğarız, fena mı?

     Milliyet komtere dedik,  11 yıl saya saya  / Üç fakülte bitirirdik o zamandan bu yana / Kaderimiz buymuş, sap olamadık baltaya / Kıblemizi şaşırdık,  bir oraya, bir buraya. / Ver Şabana gitmez yabana / Men dakkası, men dukası derken /  Sabah oldu erken / Yengen, Mengen, Şengen                                                                                                                          

     İstettiğimde seni, annen dedi: "Sende editörlük var mıdır?"/  Ablan sordu: “ Kitabın, plaketin var mıdır?” / Baban dedi: “Milliyet kom tere’de  ücret var mıdır?  / Dayın dedi:  “Maaşın bol mu, yoksa dar mıdır? / Ninen sordu “Sende biraz akıl var mıdır? / ”Evdeki velet sırıttı: “ Tık - tık’ların fazla mıdır?”

                      İstettiğim gün seni, kalıverdim ben yaya,
                      Dünyayı anladın ya, gel kaçalım biz Ay’a

     Ay’da ne klavye var, ne silme tuşu, ne de blog / Ne  kopya var, ne yapıştırma, ne de Netlog/ Ne  twitter  var,  ne de çıtkırıldım facebook  / Nasıl olsa dünyada, olamadık  zaten bir  b . k / Ne makyaj derdin var, ne terzi, ne de boya / Ne editörler var, ne de anlı şanlı editorya / Bu dünya sanal dünya, gel kaçalım biz Ay’a

     Ay’ın adı Ay amma, ay başı ay sonu yok. / Kadromuz yok, maaşımız yok, mangırımız yok / Kıdem yok, tazminatı yok, zılgıt derdi yok.
                    Artık  kimse çıkmaz bizi, tık’larla  kandırmaya
                    Dünya yalan dünyası, gel kaçalım biz Ay’a

     Sen Ay’da ilkel  güzel, parmağında yok ojen /   Bizse Ay’da yaşayan, klavyesiz Diyojen / Ay’da ne belden aşağı vurma var, ne de geren / Ay benziyor göklerde, yüzen mutlu ada’ya / Okumanın da ayarı bozuldu, gel kaçalım biz Ay’a

     Ben Ay’ın Ademi’yim, sense  Ay’ın Havva’sı / Emin ol yarayacak, sana Ay’ın havası, / Her gün yap Ay dolması, bir de editör tatlısı / Yaşayalım göklerde, hep güle oynaya / Bloglar burada kalsın, gel gidelim biz Ay’a

    Özetlersek, yazımızıyazıp yollayacağız, arkasından da bir kova su dökmeden önce:  "İyi haberlerini bekleriz, sık sık mektup yaz, ihmalkarlık etme, güneşe karşı işeme" diyerek sıkı sıkı tembihler yapacağız. İçimizden de bildiğimiz dualardan bir tanesini okuyup, “Saldım çayıra, mevlam koruya" diyeceğiz. Sonra da  öylesi yola  salacağız.

     Hem hükümetin, hem Blog İdaresinin OHAL’ine maruz bırakıldığımız için yüreğimiz yanık. Şunun şurasında şen şakrak bülbüller gibi şakıyorduk. N’apalım? Tekerimize çomak sokuldu.

     Ört ki, ölem !  

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..