- Kategori
- Bilim
Eski çağlarda ve Kuran'da evren modeli
Eskiden dünyanın evrenin merkezi olduğuna ve güneş dahil bütün gök cisimlerinin dünyanın çevresinde döndüğüne inanılırdı. Çünkü Allah evreni insan için ve insanın öteki dünyaya gitmeden önce sınanması için yaratmıştı. Dünyanın kendi çevresinde döndüğü, hatta yuvarlak olduğu bile bilinmiyordu. Din kitaplarında bu konu ile ilişkili çok yanlış bilgiler vardır. Kristof Kolomb’un ancak 15. yüzyılın sonunda dünyanın yuvarlak olduğunu, hep batıya giderek doğuya ulaşılabileceğini düşünene kadar devam etti.
Dünyanın evrenin merkezi oluşu da 16. yüzyılda Galileo’nun teleskopu bulmasına kadar devam etmiştir. Bu düşünceler dini inanışlarda devam etmiştir. Örnek olarak dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü söylemeye ilk cesaret eden insan, Giordano Bruno yakılarak idam edilmiştir. Ama bilimin gerçekleri insanların gözüne sokması sonucu yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. İlk çabalar bilimle dini inanışların çelişmemesi gayretleri ile başlamıştır ve hâlâ devam etmektedir. Vatikan’da bulunan Papalık 1979 yılında dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü kabul etmiştir.
7. yüzyılda ortaya çıkan Müslümanlıkta ise başlangıçta Yahudilik ve Hıristiyanlıkta olduğu gibi kabul edilenler ancak dönem sırasında bilinenlerdir. Kuran’da dünyanın kendi çevresinde döndüğü ve yuvarlak olduğu konusunda hiçbir bilgi yoktur. Dünya düz kabul edilir ve geçmişteki yazılarda düz olduğu konusunda bilgiler vardır. Aynı şekilde Ayın ve güneşin rotaları konusunda sık sık bilgi verilir. Ay ve güneş yörüngelerinde yürürler der. Günümüzde öyle olduğunu bildiğimiz için alışkanlık olarak ‘dönerler’ demek yanlıştır. Çünkü onların döndüğü konusunda hiçbir belirti ve söz yoktur.
Ay dünya yörüngesindeki bir turunu 28, 5 günde tamamlar. Ancak dünyanın dönüşü nedeniyle yaklaşık her gün yaklaşık olarak aynı yerden geçer. Dünya çevresinde bir tur attığı zaman kendi çevresinde de bir tur atmış olur. Çünkü dünyaya hep aynı yüzü dönüktür. O yüzden Ayın kendi çevresinde döndüğü dünyadan gözlenmez. Ay böyle bir bilgiyi dünyadakilere vermez.
Ayın görünen yüzü – dünya yuvarlak olduğu için –güney yarımküresinde kuzey yarımküresine göre tepetakla görünür. Ancak bu değişimi uzun süre denizde yolculuk yapacak bir kişi fark edebilir. Belli bir bölgede bulunanlar bunu da anlamaz. Denizde görüş uzaklığı dünyanın yuvarlaklığına göre – ufuk çizgisine kadar – 20 kilometredir. Eskiden yaşayanlar bunu fark etmiş olmalılar ancak herhalde bir anlam verememişlerdir. Bu iki şeyi anlasalar dünyanın yuvarlak olduğunu da anlarlardı. Ay her gün güneşe göre biraz farklı bir konumda olduğu için dünyadan her gün farklı aydınlanma biçimlerinde görünür. Bunlar da ayın konakları olmuştur.
Dünyadan görülen Ay ve güneşin her gün batıp doğduklarıdır. Bu bakımdan aralarında büyük benzerlik vardır. Ancak bu benzerlik dünyanın kendi çevresinde dönmesinden kaynaklanır. Güneş Samanyolu gökadasının çevresinde döner. Bir turunu 120 bin yılda tamamlar. Bu süre insanoğlunun dünya üzerinde göründüğü 200 bin yılla kıyaslanırsa çok uzun bir süre olduğu anlaşılır. Güneş kendi çevresinde de döner ama bu çıplak gözle bakışta dünyadan belli olmaz. Bunlar eskiden bilinmiyordu. O nedenle tahminimce güneş yörüngesinde döner derken, o zamanki inanışa göre dünya evrenin merkezi olduğuna göre, güneşin dünyanın çevresinde döndüğü kabul ediliyordu. Ancak bilim ilerleyip gerçek anlaşılınca bilim ve dini uzlaştırmak üzere Kuran’da söz edilenin, güneşin 120 bin yıl süren yörüngesi olduğu iddia edildi. Kuran’da dönmekten hiç söz edilmez. Kuran’da geçen yürümek kelimesi günümüzde dönmek sözüne evrilmiştir. Yörünge kelimesi ise tutulan yol, izlenen yol anlamındadır. Arapça bilen bir kişi kelimelerin anlamlarını daha iyi anlatabilir. Ancak bunun böyle olduğunun kanıtı, keşfedilene kadar 800 yıl Kuran’a bakan ve okuyan kişilerin dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneşin çevresinde döndüğünü anlamamış olmalarıdır.
“O da bir yol tuttu. Sonunda güneşin battığı yere ulaşınca onu kara balçıklı bir suda batıyor gördü… Sonra yine bir yol tuttu. Sonunda güneşin doğduğu yere ulaşınca, güneşi, kendilerini elbise bina gibi şeylerle örtmediğimiz bir millet üzerine doğuyor buldu.” (Kehf suresi 85. 86. 89. 90. ayetler)
Örnek olarak bu sure yerin düz olduğundan söz ettiği halde günümüzde bir ‘yazar’ güneşin Samanyolu gökadası ile birlikte dönerken bir kara deliğe düşmesinden söz ettiğini iddia etmiştir. Yörüngeyi ve kara deliği duymuş, delikten gerçek bilinen bir delik anlıyor. Bu hesaba göre üstü örtülmemiş milletin de uzaylı olması gerekir. Bilmem bu yorum için saçmalık demeye gerek var mı?
“Yeri yaydık, oraya sabit dağlar yerleştirdik…” (Hicr suresi, 19.ayet)
“Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı, sen kötü arkadaş imişsin der;…” (Zuhruf suresi, 38. 39. ayetler)
“Ay’a erişmek güneşe düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede yürürler.” (Ya-sin suresi, 30. 40. ayetler)
Bilim bugün büyük patlamanın (Big Bang) doğruluğunu kabul eder. Yaratılışçılar bunun Kuran’da yazılı olduğunu iddia ederler. Big Bang bugün için geçerlidir. Ancak gelecekte yeni bir ilerleme kaydedilirse – ki böyle gelişmeler vardır – Big Bang’in geçerliliği kalmayabilir Yaratılışçılar o zaman da her zaman yaptıkları gibi yeni durumun Kuran’da yazılı olduğunu mu iddia edecek, yoksa Big Bang’i savunmaya devam mı edecekler? Her şey Kuran’da yazılı olsaydı akıllı bir adam çıkar, onları gerçek hayata uyarlardı. Şimdiye kadar Kuran okuyarak bilimsel bir keşifte bulunan bir kişi bile olmamıştır.
Bundan önceki yazımda bazı yanlışlar gördüm. Evreni algılayışımda gerçek olan yer ettiği için ben de başkalarının yaptığı gibi eski metinleri neredeyse günümüze uyarlayarak yorumladım. Ek olarak baktım ki konu evren modeli ile de ilgili. Bunları düzelterek, ekler yaparak yeniden yazıyorum.
Yedi kat gök ve gök kubbe, gök yüzü deyimleri
Eski inanışlara göre gök yedi kattan oluşmuştur. Orta çağdan önce, teleskopun var olmadığı zamanlarda uzay ancak çıplak gözle gözlenebiliyordu. İnsanın uzaya bakarken görebildiği ve fark edebildiği 7 gök cismi vardı. Bunlar Ay, Güneş ve Jüpiter, Satürn (Zühal), Mars (Merih), Venüs (Zühre) ve Merkür’den oluşan beş gezegendi. Milattan önce Babilliler, Mısırlılar ve Sümerler de bu gezegenleri gözlemiş ve kayıtlarına geçirmişlerdir. Haftanın günleri bu 7 kat gök düşüncesinden gelir. Ayrıca gök cisimlerinin isimleri tanrı isimleridir.
Latince’yi esas aldığımızda, İngilizce, İtalyanca ve Fransızca’da günlerin karşılıkları şöyledir:
Cumartesi (haftanın ilk günü) : Satürn’ün günü Dies Saturni. Saturday (İngilizce) kelimesi buradan gelir.
Pazar : Güneşin günü : Dies Solis – (İngilizce Sunday)
Pazartesi : Ay günü, Dies Lunae – (İngilizce Monday, Fransızca Lundi, İtalyanca Lunedi, İspanyolca Lunes)
Salı : Mars günü – Dies Martis – (Fransızca Mardi)
Çarşamba : Merkür günü – Dies Mercuri – (Fransızca Mercredi, İtalyanca Mercoledi)
Perşembe : Jüpiter günü – Dies Jovis – (Fransızca Jeudi)
Cuma : Venüs günü – Dies Veneris – (Fransızca Vendredi, İtalyanca Venerdi)
Uzaya da – bilimsel olarak nasıl olduğu bilinmediği için – bir model uydurulmuştu. Bu modele göre, dünya merkez olmak üzere uzay bir yarım küre, yani kubbe şeklindeydi. Gök kubbe deyişi bu modelden gelmektedir. Bu model daha sonra Yahudiliğe, oradan Hıristiyanlığa ve Müslümanlığa girmiştir. Hz. Muhammed göğe çekilip geri döndüğünde 7 kat gökte dolaştığını bildirmişti.
7 rakamı birçok dini konuda da etkilidir. Evren inanışa göre 7 günde yaratılmıştır. Tevrat, “Allah evreni 6 günde yarattı ve yedinci gün istirahat etti, ” der. O yüzden Yahudilikte cumartesi günleri çalışmak günahtır. Kuran’da ise şöyle geçer:
“And olsun ki gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattık ve Biz bir yorgunluk duymadık.” (Kaf suresi, 6. ayet)
Bir hadis:
“Biliyor musunuz, sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır?” diye sordu. “Hayır, vallahi bilmiyoruz!” diye cevapladılar. “Öyleyse bilin, ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir, ya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki sema böyledir.” Resulullah (sav) yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. Sonra ilave etti: “Yedinci semanın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde sekiz adet yabani keçi var. Bunların sınnakları ile dizleri arasında iki sema arasındaki mesafe gibi uzaklık var, sonra bunların sırtlarının gerisinde Arş var, Arş`ın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema arasındaki uzaklık kadar mesafe var.”
Bir hadis daha:
Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah yedi semayı yarattı. Her birinin kalınlığı beş yüz yıl yürüme mesafesidir.”
Dünyadan gözlendiği üzere görünen 7 gök cismi birbirinden bağımsız olarak hareket ediyordu. Gök kubbenin sınırına varana kadar, bu gök cisimleri birbirinden farklı katlara dizilmiş olmalıydı. ‘Yedi kat gök’ deyişi bu varsayımdan gelmektedir.
Yıldızlar en yakın gökte aslılı bulunan küçük süslerdi. Yıldızların gerçekte birer güneş olduğu anlaşılmamıştı. Küçük ışık kaynakları olduğu sanılıyordu. Yıldızlardan oluşan, bugün hâlâ astrolojinin kullandığı burçlar (12 burç) büyük önem taşıyordu.
Galileo teleskopu bulana kadar yani 16. yüzyıla kadar Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar dünyanın merkez olduğu bu gök modelini kabul etmekteydiler. Piri Reis’in haritasının çıkışı daha sonradır. Galileo bile dünyanın kendi çevresinde döndüğünü anlamasına rağmen evrenin merkezi olmadığını anlamamıştır.
Tevrat’ta dünyanın yaratılışında yer ve göğün başlangıçta birbirine yapışık olduğu, daha sonra arasının balon gibi şişirilerek birbirinden ayrıldığı söylenir. İkisinin arasında da insan ve diğer şeyler yaratılmıştır. Tevrat Hıristiyanlıkta birinci kitap olarak kabul edilir. O yüzden İncil’de bu konuyla ilgili ayrıca bir bilgi yoktur. Peki balonun dışında ne vardı dersiniz? Yani gök kubbenin üzerinde? Su. Evet, bu modele göre balonun dışı çepeçevre sudur. O nedenle gök yüzü mavi görünmektedir. Ya da gök yüzü mavi göründüğü için orada su olmalıdır. Kuran’da ise şu bilgiler vardır:
“Allah bunun üzerine iki gün içinde yedi gök var etti ve her göğün işini kendisine bildirdi…” (Fussılet suresi, 12. ayet)
“Gökleri gördüğünüz gibi direksiz yükselten…” (Ra’d suresi, 2. ayet)
“İnkâr edenler gökler ve yer yapışıkken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi?... Göğü karışıklıktan korunmuş bir tavan kıldık…” (Enbiya suresi, 30. ve 32. ayetler)
“Onlar, üstlerindeki göğü nasıl yapmışız, süslemişiz bir bakmazlar mı? Onda hiçbir çatlak da yoktur.” (Kaf suresi, 6. ayet)
“Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman, yıldızlar düşüp söndüğü zaman…” (Tekvir suresi, 1. ve 2. ayetler)
“Gök yarıldığı zaman…” (Mürselat suresi, 9. ayet)
“Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik.” (Saffat suresi, 6. Ayet)
“Gökler neredeyse çatlayacak… (Şura suresi, 5. ayet)
“Biz de bunun üzerine gök kapılarını boşanan sularla açtık. (Kamer suresi, 11. ayet)
Bilimle gök hakkındaki bilgilerimiz arttıktan sonra yedi katın neresi olduğu konusu değişikliğe uğradı. Örnek olarak bir yorum, yedi katın atmosfer katları olduğu söylendi. Ancak bu bir yorumdur. Herkesin böyle yorumladığını sanmıyorum.
Yunan mitolojisinden bir örnek:
Titanlar Olimposlulara karşı isyan edince Zeus, Atlas’ı gökyüzünü taşıma cezasına çarptırdı. Bununla birlikte, Atlas çoğunlukla küre şeklinde bir şey taşırken tasvir edilir, en mükemmeli de Flaman Mercator’un toplu halde yayınlanan haritalarının kapağında kullanılanıdır. Daha yakından bakılırsa bu kürenin aslında Dünya değil, gök kubbe olduğu görülecektir.
Kaynaklar: Mynet
http://www.khaos.info/tarih/10920-bazi-dini-kavramlar-ve-gercekler/sayfa2.html
Özetlersek, 17. yüzyıla kadar Kuran’da da doğru kabul edilen evren modeli şöyleydi: Merkezinde dünyanın bulunduğu kubbe olarak anılan bir yarım küre var. Dünya düz. Fark edilebilen 7 gök cismi dünyanın çevresinde dönüyor, veya görünüyor. Onlardan daha yakında süs olarak yerleştirilmiş küçük ışık kaynakları, yıldızlar var. Kubbenin dışında ise su var.
Teleskopun icadından sonra, bilimin karşı konulmaz aydınlığında bu tablo tamamıyla değişmiştir.
Not: Resimde 7 gök cisminden oluşan gök katı ve 12 burç görünmektedir.