Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '14

 
Kategori
Deneme
 

Esma'nın yüzüğü (Roman denemem dördüncü bölüm) devam edecek

Esma'nın yüzüğü (Roman denemem dördüncü bölüm) devam edecek
 

grev


Uyumamaya çalışıyordu. Baktı olmayacak. Kalktı; çıkardığı gömleğini giydi. “Garaja gider orada beklerim Remzi hocayı” diye düşündü.

Bu düşünceyle sırt çantasını aldı. Etrafına bakındı. Alacak başka şeyi kalmadığına karar verince ayakkabılarını giyip çıktı. Kapıyı kilitledi. Dolmuş durağı karşıdaydı. Oraya geçti.

Aklından “garajda gazete alır onu okurken vakit geçer” diye geçirirken dolmuş gözüktü. Dolmuşa el edip bindi. Dolmuş parasını verdi. Dolmuş zaten boş gibiydi. Geçti boş bir koltuğa oturup kafasını arkasına yasladı. Meydana dolmuşla inecek; oradan ikinci bir dolmuşla garaja gidecekti.

Bu sırada gözlerini yummuş başlayacağı bu yeni macerayı düşünüyordu. Çünkü işyeri örgütleme onun için hep bir macera olmuştu. Hiç bilmediği yerlerde hiç daha önce tanımadığı insanlarla tanışıp onlarla birlikte kıyasıya bir mücadele etmek… Macera daha nasıl olacaktı ki. Bu sürecin tehlikesi de caba. Çünkü ortalık çok karışıktı. Her an bir yerde onu bekleyen bilmediği tehlikeler. Geçmişte de birçok tehlike atlatmıştı.

Bir keresinde sendikada görev üstlendiği ilk günlerdi. Sinop Boyabat’tan bir telefon gelmişti. Telefon eden öğretmenlerdi. Boyabat’ta çok tuğla fabrikası olduğunu, işçilerden yoğun sendikalaşma talebi geldiğini söylemişlerdi.

Bunun üzerine ona “git bir bakalım” demişler o da o sıralar ilk kez eline aldığı az önce evde bıraktığı çantayı alıp içine gerekli şeyleri koyduktan sonra yola düşmüştü.

O zaman da önce garaja gelmiş Boyabat’a gitmek için Ankara’ya bilet almıştı.

Ankara’da da o ilçenin bağlı olduğu Sinop için bilet alıp Sinop’a gitmiş, orada Boyabat’a giden dolmuşlarla Boyabat’a varmıştı.

Oralara ilk gidişiydi. Minibüste kendine merakla ‘kim?’ olduğunu soranlara mühendis olduğunu bir iş için Boyabat’a gittiğini söylemişti.

İyi ki öyle yapmış. Meğer onun daha doğrusu bir sendikacının işçileri sendikalaştırmak için Boyabat’a geleceğini öğrenen tuğla fabrikası sahipleri Boyabat garajına adam koymuşlar.

O sıra durumun tehlikeli hal aldığını örenen ve İzmir’e telefon edip ‘burada örgütlenmek isteyen işçiler var’ diyen öğretmenler tekrar telefon edip ‘durumun kötü olduğunu sendikacının gelmemesini’ söylemişlerse de onun bundan haberi olmadığı için yoluna devam edip araya sora telefon eden öğretmenin evini bulmuştu. Ona son durumu anlatan öğretmenler fabrika sahiplerinden korkularına onu Boyabat’a vardığı gece Anadol’la kaçırıp Sinop çıkışında Samsun arabasına bindirip yolcu etmişlerdi.

Ondan sonraki süreçte de çok tehlike atlatsa da artık umursamıyordu.

Aklında bunlar varken meydana gelmişti. Dolmuştan indi; az ileride garaja gidecek dolmuşa bindi. On beş dakika sonra garajdaydı. Gidecekleri şehrin otobüs yazıhanesinin önüne vardı. Öğretmenin söylediği gibi saat beşte otobüs vardı. Gitti oradaki gazeteciden bir gazete aldı yazıhanenin hemen ilerisindeki kafeteryaya oturdu, garsona kendine bir çay söyledi ve açtı gazeteyi okuyordu.

Aklına arada bir sigara içmek gelse de kendini tutuyordu. Gazeteye epey dalmıştı, birinin omzuna dokunduğunu hissetti. Baktı Remzi Hoca. Ayağa kalkıp tokalaştı. Evde vakit geçmeyince erkenden garaja geldiğini söyledi.

O sıra yakından geçen garsona Remzi hocaya da bir çay söyledi. Bu sırada yandaki sandalyeye oturan Remzi hoca “iyi yapmışsın. Ben de mahsus erken geldim. İçimden başkan gelirse laflarız diye geçiririz’ diye geçirmiştim” dedi.

Başkan “iyi düşünmüşsün. Gittiğimiz yer hakkında biraz bilgi verirsen iyi olur. Bilgisiz olmak beni her zaman korkutur” dedi.

Remzi Hoca Halime halayı anlattı. “Benim ‘h’ala tam bir Rumelilidir. Gidince göreceksin ‘alımlı, kendine güveni olan’ bir kadındır. Orda yani Bulgaristan’da biçki dikiş öğretmeniymiş. İyi dikiş diker. Kanmış burada ‘iş çok para çok’ çıkmış gelmişler. Enişte ‘h’asta biriydi. Buraya geldiği yıl vefat etti. Bir oğlu var. Adı ‘H’amdi.  Bir de kızı vardı. Kıza da kızçe derler. Oğlanlar kızan veya uşaktır.” Dedikten sonra gülümseyerek “arada bu şiveleri de öğreteyim” dedi. Devam etti. Halası buraya gelince umduğunu bulamamış. Kocası da ölünce iş başa düşmüş. Sigortası var diye tuğla fabrikasında işe başlamış. Ama otoriter kadın… Fabrika’da kadın, kız işçilere sulanan taciz etmeye çalışan yaşlı pis bir müdür varmış.

Halime hala müdürün ahlakını öğrenince onu fena haşlamış. Bu sırada bir sendika örgütlenme yapıyormuş. Halime hala hemen sendikaya üye olmuş. İşveren sendika işini öğrenince yirminin üzerinde işçi çıkarmış tabi en başta halayı.

Hala tınmamış. Zaten terziymiş; mahallenin kadınlarına dikiş dikmeye başlamış. Kızı zaten geldiği sırada daha önce gelenlerden bir akrabanın oğluyla evlendirmiş. Kız kocasının peşi sıra onun kaldığı şehre gitmiş. Halime geldiğinde yanında ‘takı makı’ epey bişeyler getirmiş. Onları, fazla eşyaları satıp savmış kendine bir evceğiz almış. Hemen yanına oğlu için bir kaydırma yapmışlar. Oğlanı da evermiş. Kendi elindekini oğlunun elindekini toplamışlar, biraz da borçlanmışlar oğlana bir minibüs almışlar.

O sıra o göçmen mahallesi yeni kuruluyormuş. Şehir merkezine ucuz hat almışlar. Şimdi Hamdi kendini dolmuşunu işletiyor, ana oğul yan yana geçinip gidiyormuş. Remzi hoca burada durdu “bizimkilerin ellerinden her iş gelir. Onun için geldikleri yerde çabuk tutunurlar” diye açıklama yaptı.

Başkana “sen şimdi onun teyzesinin oğlu İsmail’sin” dedi. Başkan düzletti “Ismayıl” dedi. Remzi hoca “’h’ah tamam öyle dedi... Allah vere de biz varınca ‘h’alime ‘h’alanın evi tenhadır” dedi sonra “onun maallede seveni çoktur. Özellikle kızlar çeyizleri için ona akıl danıştıklarından evini hiç boş bırakmazlar” dedi.

Buna benzer birçok bilgi verdi. Bu sırada arabanın hareket saati yaklaşmıştı. Başkan “bilet alalım” deyince Remzi hoca “ben aldım” dedi. Başkan bilet paralarını vermek isteyince Remzi hoca “olur mu kuzen. Sen misafirsin” dedi. Bu söze gülüştüler. Başkan “o zaman ben ‘h’alaya bi ‘h’ediye alayım. Eee uzaktan eli boş gelinmez” deyince Remzi hoca “iyi düşünmüşsün de o senin 2h’ala değil teyze; bunu hiç unutma” dedi. Birlikte az ilerde hediyelik türü eşya satan yere gittiler. Başkan iki kutu kaliteli lokum aldı “tatlı yer tatlı konuşuruz” dedi. Remzi hoca “niye iki tane?” deyince başkan “ee be kızan senin de ‘h’epten kafan ‘h’iç çalışmıyor. Ya benim kuzen ‘H’amdi. Ona eli boş mu gideceğiz?” deyince Remzi hoca ağız dolusu güldü sonra “bravo başkan sen de tam teşkilat çıktın” dedi.

Başkan aldığı hediye lokum paketlerini çantanın içine güzelce yerleştirdi. Lokumlar ezilmesin diye çantayı yanına aldı ‘ayaklarımın dibine koyarım’ diye düşündü. Remzi hoca “çantayı bagaja vermeyecek misin?” deyince başkan “yok. Şimdi aldığım hediyeler orada ezilebilir. Yanıma alıp ayağımın dibine koyacağım” dedi. Remzi hoca “iyi düşünmüşsün” derken birlikte arka arkaya otobüse binip yerlerine oturdular.

Az sonra otobüs hareket etti…

Başkan yolculuklarda sohbeti hiç sevmez; yanında kim olursa olsun susmayı tercih ederdi.

Yerlerine oturunca Remzi hocaya “hoca ben yorgunum iznin varsa yol boyunca biraz kestireyim” dedi. Remzi hoca “tamam başkan… Ben de bu sırada gazeteye göz atarım” deyince başkan kafasını geriye yaslayıp gözlerini kapadı. Bu sırada aklında binbir düşünce uçuşuyordu. Az sonra uyumuştu.

Neden sonra gözlerini açtı. Baktı Remzi hoca da kafasını yana yaslamış uyuyor, tekrar gözlerini kapadı ve düşünmeye başladı.

Halime Halayı düşünüyordu. ‘Acaba nasıl kadındı? Bu örgütlemeyene katkısı olacaktı? Yetki almayı başarabilecek miydi?’

Aslında ne olursa olsun hiç umutsuzluğa kapılmazdı. En büyük korkusu iş yerindeki örgütlemeyi başaramamak ve yapacağı bir hatayla işçilerden birçoğunun veya tamamının kapı önüne bırakılmasıydı. Çünkü işçilerin hangi koşullarda yaşadığını, o işlere nasıl mecbur kaldıkları hep yaşayarak görmüştü.

Özellikle kadın işçiler, yaşlı işçiler öylesine zavallıydı ki? Sanki çocuk gibi… İşten atılınca veya grev, direniş sırasında gözlerinin içine bakarlardı hep “acaba başaracak mıyız? Acaba işimizi kaybetmeden olacak mı bu iş?” diye.

Bu iş kolları diğerlerinden çok farklıydı. Çok kötü çalışma koşullarında razı olanların hemen hepsi mesleksiz veya çok cahil veya bir şekilde bırakıp topraklarından geldikleri yeni yerlerde sanki her şeye razı gibiydiler.

Öyle olmasa yasal hakların bile uygulanmadığı, adeta köle zihniyetiyle işçi çalıştıran en geri teknolojinin uygulandığı, tamamen çalışan iş gücüne dayanan iş yerlerinde çalışmazlardı.

Örgütlü oldukları fabrikalarda içini gezdiği adı ‘fabrika’ olan tuğla ve kiremitin en ilkel koşullarda üretildiği veya kısmen teknolojinin uygulandığı iş yerlerindeki çalışma koşullarını gözüyle görmüş, işçilerin yaşadıkları zorluklara bire bir şahit olmuştu.

Öyle iş yerleri vardı bayan erkek tuvaletin insana yakışır şekilde yaptırılması veya soyunma yerlerinin yaptırılması büyük sorun olurdu. Hele yemek konusu; o başlı başına bir sorundu.

İşçilere yemek çıkarılan yemekhaneleri gezdiğinde çok iğrenç manzaralarla karşılaşıyordu.

Zaten TİS. Görüşmelerinde ücreti bir şekilde anlaşabiliyorlardı. En çok sorun çalışma koşullarının iyileştirilmesinde çıkıyordu. İşverenler işsizliği fırsat bilip her koşulda çalışacak vasıfsız işsiz çok olduğu için kendilerine ‘tuvalet, soyunma yerleri, yemek hane’ gibi büyük masraf çıkaracak konularda hiç anlaşmaya yanaşmazdı. Bir de işçilere ödenen ücretlerin bordroda tam gösterilmesi sorunu vardı. Birçok iş yerinde işverenler açıktan ödeme yapmaya yani kayıt dışı ödemeyi çok seviyordu.

İş yeri sendikalaşıp bu kayıt dışı ödemeye TİS de dikkat etmezse sonunda ücret artışı sağlayacağım derken düşük ücret almasına sebep oluyor ve bu da işçilerle sendika arasında sendikanın güven kaybetmesine neden oluyordu.

Çünkü işçiler için önemli olan eline geçen paraydı. Sosyal güvence, aldıkları ücretlerin yasal bordrolarda gösterilmesi çok önemli olmuyordu. Bunun önemini yani ücretlerin yasal olarak belgeli ödenip ödenmemesinin farkını ancak işten çıkarılınca veya bir iş kazası geçirince fark ederlerdi.

Başkan bu konularda tecrübeliydi. Bugüne kadar ‘gerçi hep grev ve direnişle başarmışlar ve çok zor olmuştu; ama’ imzaladıkları sözleşmeler işkolu için örnek sözleşmelerdi.

Zaten yeni küçük bir sendika olmalarına karşın iş koluna tanınması onu destekleyen birlik dayanışma siyasetinin yanı sıra verdikleri mücadele ve sonunda imzalamayı başardıkları sözleşmelerdi.

Aklından bunlar ve bugüne kadar sendikal mücadele yaşadıkları adeta resmi geçit yapıyordu.

Yaşadıklarını çok benimseyerek dolu dolu yaşadığı için hiçbir ayrıntıyı unutmuyordu.

O böyle geçmişte gezinirken Remzi hoca da gözünü açmıştı.

Gülümseyerek ona baktı. “Ne o başkan uyuyamadın mı?” dedi.

Başkan gülümseyerek “‘h’alayı düşünüyordum” deyince Remzi hoca birden ciddileşti “yapma başkan o benim ‘h’alam. Senin teyzen olur. Sen onun teyze kızının torunu oluyorsun. Aman sakın unutma bunu” diye uyarınca başkan “doğru be. Ben ‘h’epten ‘h’alaya kaptırdım kendimi. İyi uyardın kuzen” dedi sonra Remzi hocaya “seninle kuzen oluyoruz değil mi?” diye sordu.

Remzi hoca eliyle başkanın omzuna dokunup “valla senden korkulur başkan. İyi maytap geçiyorsunuz benimle” dedi. Bu söze birlikte gülüştüler.

Bu sırada önden muavin şehre geldiklerini, bu şehirde ineceklerin hazırlanmasını, ‘devam edecekleri uyarmak için’ on beş dakika sonra yola devam edeceklerini anons ediyordu.

Remzi hoca içinde pijama olan küçük torbasını başkan da sırt çantasını eline aldı. Ramzi hoca muavine “biz meydanda inelim” dedikten sonra başkana ‘h’alanın mahallesine dolmuş meydandan kalkıyor. ‘h’ala oğlu ‘H’amdinin minibüsü oradadır. Ona atlar gideriz” dedi.

Bu sırada otobüs meydana gelmişti. Birlikte indiler. Başkan “Beni Hamdi’ye ne diye tanıtacağız?” diye sordu. Remzi hoca başkanın sıkıntısını anlamıştı. “Merak etme başkan ‘H’amdi İGD li” deyince başkan başka bir şey söyleme gereği duymadı. Çünkü sendikanın iş yerlerinde örgütlenmesine İGD nin çok katkısı vardı. Anlaşılan burada da onların desteğini alacaktı.

Remzi hocaya ‘ama ne olursa olsun bu işi şimdilik Hamdi’nin dışında kimseye söylemeyelim” dedi. Remzi hoca “anladım başkan. ‘H’amdi’ye de bunu söyleriz” dedi.

Birlikte dolmuş durağına geldiler. Remzi Hoca baktı Hamdi’yi göremedi. Orada dolmuşun başında şoför olduğu belli olan kişiye “ben ‘H’amdi’nin dayıoğluyım” dedikten sonra Hamdi’yi sordu.

O kişi önce “'h'oş geldiniz” dedi. Sonra “’H’amdi sanayiye gitti. Arabasında bir sorun var herhalde. Buyrun ben zaten kalkacağım. Benimle gidin” deyince Remzi hoca teşekkür edip başkanla birlikte dolmuşa bindiler.

Remzi hoca dolmuş parasını uzatınca şoför “olur mu abi? ‘H’amdi beni taşa tutar valla” deyip dolmuşu çalıştırdı.

Remzi hoca teşekkür etti. Bu sırada başkan içinden “işte meslek dayanışması bu… Ah bu dayanışmayı hayatın baka alanlarına taşısalar bu halkın kimse bileğini bükemez” diye geçiriyordu.

Dolmuş yolda birkaç kere yolda durup yolcu aldı. Binenlerin hepsi mahallenin insanıydı. Çünkü her binen mahallenin dolmuşundaki yabancı bu iki kişiye ‘başkanla Remzi hocaya’ “kim bunlar?” der gibi bakıyordu.

Remzi hoca bu bakışların farkında değil başkana bir şeyler anlatıyordu. Ama başkan bakışları fark etmiş içinden “her yerde yabancıya karşı aynı merak. Eğer gerekli gizliliği sağlayamazsak işini bokunu çıkarırız” diye geçiriyordu. Çünkü tecrübesiyle biliyordu ki onların kim olduğunu öğrenip, inana kadar merakları bitmezdi bu insanların.

Remzi hoca başkana bir şeyler anlatırken, başkan yukarıdaki yazdıklarımı düşünürken dolmuş bir yerde durdu. Şoför arkaya dönüp “’h’alime ‘h’alanın sokağı burası” dedi. Remzi hoca da sokağı görünce doğrulmuştu.

Şoföre teşekkür edip dolmuştan indiler ve sokağın içinde yürüdüler.

Remzi hoca “Allah vere de ‘h’alime ‘h’ala evde yalnız olsun” dedi sonra başkana dönüp ‘h’alayı maallede çok severler. Kadın kız evini ‘h’iç boş bırakmazlar” derken bir kapının önünde durdu.

Kapıdan evin bahçesinin çiçekler içindeki içini açan nefis görüntüsü görünüyordu. Ev tipik gecekondu gibi beşik çatı bir evdi. Evin hemen önünde karşılıklı iki sedir üstünde oturan dört bayan gözüküyordu.

Remzi hoca “korktuğum gibi ‘h’ala yalnız değilmiş” dedi ve kapıyı açıp ‘h’ala diye seslendi.

Dört bayanından yandan boyluca toplu bir kadın kalkıp kapıya baktı. Sonra gülümseyerek kapıya geldi.

Kadının şakağından sarkan kırlaşmış saçları onun yaşlı olduğunu gösteriyordu. Ama renkli güzel gözleri bembeyaz teniyle zamanında çok güzel bir bayan olduğu anlaşılıyordu. Başındaki çiçekli başörtüsü bağlı değil arakaya doğru sarkıyordu.

O başörtüsünü topladı Remzi hocaya “’h’ojgeldin. Seni ‘h’angi rüzgar attı buraya” dereken Remzi hoca fısıltıyla yanındakini sendika başkanı olduğunu söyledikten sonra “ne bakaysın be ‘h’ala. Tanımadın mı Ismayıl’ı. Nevriye ‘h’alanın Ismayılı” deyice Halime Hala değme artistlere  taş çıkartacak şekilde bir çığlık attı. “a benim Nevriye teyzeciğimin kuzucuğu Ismayıl  mı? Beh beh ne ka büyümüş bu böyle?” deyip başkana sarılıp şapur şupur öptü.

Başkan bu sırada çok şaşkındı ama hemen kendini toplayıp o da hiç tanımadığı kadına sarılıp “ah benin güzle teyzem. Beni nasıl tanımazmış? Ben onun elinden az şey yemedim” diyordu.

Sarılma faslı bitince Remzi hoca ve başkan Halime halanın elini öptüler.

Halime hala önde onlar peşi sıra kendilerine merakla bakan üç kızın yanına vardılar.

Kızların üçü de çok güzeldi. Sarışına kaçan renk ve saçları renkli gözleriyle gerçekten çok güzeldiler. Başkan içinden “ne güzel kızlar bunlar?” diye geçiriyordu.

Halime hala kızlara “kızçeler bakın yegenlerim gelmiş ziyaretime sizi onlarla tanıştırayım” dedi. Sonra Remzi hocayı gösterip “Remzi’yi zaten tanırsınız. Kardeşimin oğlu öğretmen” dedi sonra başkanı gösterip “bu kara kaşlı oğlancık da teyzemin torunu. Bu bize çekmemiş. Tıpkı babacığı gibi… O da boyle kara kaşlı bir adamcağızdı. Şimdi rahmetli oldu” dedi.

Hala böylece başkanın göçmenlere niye benzemediğini açıklamış oldu. Başkan da ‘babacığın’ ölmüş olduğunu öğrenmiş oldu.

Kızların üçü de ona gözünü dikmişti. Sanırım buna sebep Remzi hocayı önceden tanımalarıydı. Başkan kızların kendine dikkatli bakmalarını içinden öyle değerlediriyordu.

Hala kızları gösterip “bunlar da maallemizin kızçeleri. Bu Esma, Bu ‘H’ilmiye, bu da Cevriye” diye tanıttı. İsmi söylenen her kız başbakan gülümseyerek “memnun oldum” derken Esma adlı kız başkana gözünü dikmiş, bir başka bakıyordu. (devam edecek)
 

 

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..