- Kategori
- Kitap
Franz Kafka'nın Düşsel Aşkı Milena

"Gel sevdiğim, gel sevdiğim, gel sarılıp yatalım. Sen sizin evde, ben bizim evde."
Ben sevip de kavuşamamış, sevdiğinden ayrı düşmüş, imkansız aşıkların platonik aşklarının bu ironik sloganına pek gülerim.
Franz Kafka'nın "Milena 'ya Mektuplar" ını okurken de bunu düşündüm. Ama bu büyük yazarın sadece düşlerinde ve mektuplarında kendine bir aşk yaratıp onu görme ve biraraya gelme konusunda pek de bir çaba göstermemesini okurken bu slogana gülemedim, içime daral geldi.
Oysa ki onun "Dönüşüm" kitabını beğenerek okumuştum. Ama aynı şeyi "Taşrada Düğün Hazırlıkları" ve "Milenaya Mektuplar" kitabı için söyleyemiyeceğim.
"Milena'ya Mektuplar" hasta bir vücut ve hasta bir ruhun yansımaları gibi. Yazarın özgüvenden yoksun kompleksli kişiliği hayali bir aşk yaratmış ve bu Milena da vücut bulmuş. Özlem ve korku ile bütünleşen bu aşk saplantı haline gelmiş onda ve Kafka sanki bu saplantıdan zevk alıyor .
Kafka yazdığı mektuplardan birinde Milena ile ( ilişkileri süresince sanırım 2 ya da 3 kez gerçekleşmiş ) buluşma öncesi duygularını şöyle dile getiriyor. "Yola çıkacak gücüm yok, seninle karşı karşıya gelme düşüncesine bile şimdiden dayanamıyorum, beynimdeki baskıya dayanamıyorum."
Düşlerle beslenen, büyüyen aşk gibi yoğun duyguların, salt düşlere hapsolup dünyevi insani buluşmasını gerçekleştirememesi ne üzücü . Elde etme, kavuşma istek ve çabasından uzak olan bu durum sanırım kişiye degil kişi üzerinde kurulan fikre aşık olmaktır ki, aslen "nesne" de arzu edilmemektedir zaten. Kafka'nınki de böyle birşey anladığım kadarıyla.
Milena'nın Kafka hakkındaki düşüncelerini ise kitabın sonunda Kafka'nın yakın dostı Max Brod'a yazdığı mektuplarda okuyoruz.
Diyor ki:" Onun için hayat, diğer insanlar için olduğundan bütünüyle farklı".
Onun para konusundaki daralma hissinin,saplantılı ve tuhaf davranışlarının kadınlar konusunda da geçerli olduğunu söylüyor. Ve bir örnekle bunu açıklıyor;
"Bir keresinde ona telgraf çekerek, yazarak bir günlüğüne bana gelmesi için yalvarıp yakardım. O sırada buna çok ihtiyacım vardı. Ona lanetler yağdırdım. Geceleri uyumadı, kahroldu, bana kendini telef edercesine mektup yazdı ama kalkıp gelmedi. Neden ?"
Ve yine Milena şöyle diyor: "O tıpkı giyiniklerin arasında bir çıplak gibi. Söylediği, olduğu ve yaşadığı hiç birşey gerçek bile değil"
Aynı şeyi birbirlerini sadece mektuplarından tanıyan ve neredeyse 20 yıl hiç görüşmeden düş ve mektuplarla bir aşkı paylaşan Lübnan'lı filozof, yazar, ressam Halil Cibran ve May Ziyade için de söyleyebiliriz. Okuduğumda yuh artık demiştim. "Kerem aşkı için dağları deliyor, sizde en ufak bir çaba olmamış buluşmak için."
Onların yaşadığı aşk, kendi düşsel dünyalarının genişlemesine , zenginleşmesine, farklılığına hizmet eden bir şey ve tabi yaratıcılıklarının da lokomotifi büyük olasılıkla. Aşık oldukları kadınlar ise, entellektüel zenginlikleri ile kendilerini tamamlayacağını düşündükleri , düşledikleri, derin yalnızlıklarını paylaştıkları birer obje onlar için. Fiziksel bir anlamları yok. Tamamlanma duygusu belki onları cezbediyor, heyecanlandırıyor. Ama sadece düşsel olarak.
Kimbilir belki de bu farklılıkları onları yaratıcı kılıyor. Yoksa dünyaya kalıcı eserler nasıl bırakabilirlerdi ki?
Tijen Taşlı- İzmir