- Kategori
- Dostluk
Gece yarısı yazısı

Gün geceyi tam ikiye bölerken bir efkâr sarar insanın yüreğini ki sormayın gitsin.
Sanki şairliğimizin doruk noktasına ulaştığımız andır.
Ya da insanın şairliğini hissettiği an.
Şairlik dedimse, herkeste vardır bir parça.
Gönül taşıyan herkes de anlayacağınız.
Peki, şiir geceyi mi sever?
Yoksa geceler şiirimi?
Kim kimi çağırır dersiniz?
Aslında kimsenin kimseyi çağırdığı filan yok ya.
Okyanusun ortasında bir gemi gibi sessiz ve çaresizdir o an insan.
Gözü deniz fenerinde de olsa.
Uzaklardadır kıyıdan.
Ah şu insan denen varlık yok mu?
Birkaç saniye içerisinde nasılda halden hallere giriverir.
Geceler işte ne var ne yok getirir önüne döküverir geçmişi geleceği.
Yalnızlığını hatırlatır insana.
Biraz da çaresizliğini.
Bu yüzdendir türkülerin daha dokunaklı oluşu.
İnsanın kalem tutuşu bile değişir.
Kalemin ucu bir kadın dudağı gibi satırlara dokunur.
Kelimeler diziliverir birbiri ardınca.
Gönül fazla tutamaz atar onarlı satırlara.
Belki de kendi lisanı halince.
Ben bunlarla yandım, siz de bunlarla ağıt yakın, türkü yakın der.
Hele bir de insan halden hale girince.
Gönül tellerini akord edip şöyle bir gerince.
Ne diyordum biraz önce.
Gece yarısı yazılarından söz ediyordum
Kendi dilimce ve halimce.
Az sonra yeni güne merhaba diyeceğim.
Gecenin tam yarısında.
Geceleri gündüz, gündüzleri gece gibi yaşayanların sayısı gittikçe artıyor.
Güneşe hasret gözlere geceyi de anlatmak zor şimdi.
Neyse.
Ne sormuştum az önce.
Şiirle gece neden dosttur birbirine.
Şiirleri ikiye bölen geceler mi, yoksa geceleri ikiye bölen şiirler mi?
Bu bahsi kapatıyorum.
Geceyarısı yazıları olmaz.
Ya ne olur?
Gece yarısı şiirleri olur.