Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ekim '08

 
Kategori
Deneme
 

Gençlik zor iş ama

Gençlik zor iş ama
 

Çeşitli gazetelerin gençlere ayırdıkları sayfaları düzenli takip edenler fark etmişlerdir; gönderilen ve yayınlanan yazıların içerikleri genellikle birbirinin aynısı. Gençlerin burayı bir nevi açık kürsü olarak görmelerinden olmalı, her hafta benzer temaları işleyen, benzer sesler işitiyoruz. Türk eğitim sistemindeki aksaklıklar, tıkanmalar, hatta iflas; işsizlik problemi; popüler kültürün eleştirisi v.b gibi konularda ortaya konan yorumlar çözüm önerileri getirmekten çok birer şikayet ve yakınma niteliği taşıyor.

Mezuniyetlerinin ardından birer “birey” olarak topluma katılmak isteyen genç insanların karşılaştıkları düş kırıklıklarının ardından kaleme sarılmalarını doğal karşılamak gerek. Şüphesiz, bu sayfayı hazırlayan editörlerin de üzerinde titizlikle durdukları noktalardan biri bu olmalı. Fakat gençlerimizin sorunları, nedense, mezun olduktan hemen sonra belirginlik kazanmaya başlıyor. İşlerin nispeten daha bir yolunda ve rotasında gittiği öğrencilik zamanlarında, yanı başlarında yaşanan, gelecekte onların da yaşayacağı türden, sorunlar ve zorluklar kulak arkası edilebiliyor kolaylıkla. Aile desteği, kazanılan burslar, “part-time” işlerden elde edilen gelirler, hazırlık aşamasındaki öğrencilere verilen derslerden kazanılanlar gibi artı değerlerle birlikte, gençler yaklaşan sorunları pek de umursamıyor. Ne zaman ki mezun olunuyor, bilinç seviyesi derhal yakalanıyor. Ve böylece, daha bir yıl önce “yaa, bu ülke adam olmaz abi. Boş ver nasıl olsa atarız kapağı bir yere” şeklindeki kantin muhabbetleri birer “dağ” olmaya başlıyor aşılması gereken. Okul ortamının ruhları öven serinliği, yerini korkunun endişenin alevine bırakıyor. Sonrası mı? Yandım Allah diye kağıt kaleme sarılan gençler...

Peki, burada yanlış olan ne? Yazmamak mı gerekiyor? Sesi kısmak ve sistemi kabul etmek mi doğru olan? Şüphesiz ki değil. Fakat, benim de dahil olduğum, genç insanların biraz daha kolektif, biraz daha sorumlu, ve biraz daha birbirini kollayan bir tutum içinde olmaları gerekmiyor mu sizce? Sorunlar ancak bize ait olunca mı, üzerinde durulmaya değer hale geliyor? Neden, iş arama sürecini yaşayan gençlerimiz işleri yoluna koymayı başarınca kavgayı bırakıyorlar? Basit bir mantık oyunu yapalım. Mezuniyet sonrası karşılaştığımız problemler sırasında dile getirdiğimiz akıl yürütmenin rotası şöyle:

Ben bir gencim

Gençlerin işsizlik sorunu var.

Öyleyse, benim de işsizlik sorunum var.

Bu noktada, hemen şu soruyu soruyoruz: Sorunun kaynağı ne? Cevabımız da hazır: Bu ülkeyi yönet(emey)enler. Böylece isyanımızı yansıtacağımız alanlar aramaya başlıyoruz. Meydanlar, gazete sayfaları, aile büyükleriyle çatışma (doğru dürüst bir bölüm yazsaydın ya!) ve hatta son çare olarak yurdumuzu terk-i diyar etmek bu alanları teşkil ediyor.

Belli bir süre yukarıdaki akıl yürütmeyi izlemek zorunda kalan gençler, zaman içinde isyanlarının açtıracağı güllere kavuşamayınca, çok daha ılıman bir politika izlemek zorunda kalıyorlar. “Orta yol”un sorunları erteleyen ve günlük kazançlar veren doğası, isyankar vatandaşları, kısa zamanda sistem bekçileri haline getiriyor. Kazanılan paralar, her ne şekilde olursa olsun, sorunları tek kalemde ortadan kaldırıyor. Yirmi iki yaşında; işsizlik, eğitim, Yök-mök diye haykıranlar yirmi altı, yirmi yedi yaşına gelince durulmaya başlıyorlar. Ne yazı yazıyorlar artık sorunlarını anlatan, ne de benzer sorunlara sahip oluyorlar. Yanlış anlaşılmasın Türkiye’de işler yoluna girmiyor; sadece sırasını savan safları boşaltıyor. Hepsi bu. Zamanla herkes bir yolunu buluyor nasıl olsa.

İzlediğimiz akıl yürütme de yeni bir rota çiziyor kendisine:

Ben bir gencim.

Gençlerin işsizlik sorunu var.

Benim işsizlik sorunum yok.

Öyleyse benim bir farkım var.

Kendini “farklı”, “başarılı”, kazanmayı öğrenmiş” olarak tanımlamaya başlayan, ve aslında hala genç olan, insanlar uğramıyorlar artık, bir zamanlar müdavimleri oldukları sayfalara. Bu ülkenin doğru dürüst yönetilemediği gerçeğini dillendirenler, üretici sınıfına katılır katılmaz, sahip oldukları “gerçek” anlayışını değiştiriyorlar kolaylıkla.

Sonuç olarak her hafta aynı şarkıyı terennüm ediyorlar gençler korosu. Bu öyle bir koro ki, üyelerinin sürekli olan devinimine karşı hiç değişmeyen bir ses çıkarıyor. Kendimiz çalıyoruz kendimiz oynuyoruz. Yırtmayı başaranlar ise unutuyorlar bağlılık yeminlerini. Haftaya yep yeni isimler yer alacak bu sayfalarda. Konu başlıkları mı? Onlar hep aynı.

<ı>Çöken Türk Eğitim Sistemi, İşsizlik, Beceriksiz Siyasetçiler, Ne Olacak bu Ağa Dizileri, Vah vah Tüh Tüh!

Gençleri sürekli şikayet eder değil, biraz da sistemi değiştirmeye yönelik düşünmeye davet ediyorum. Başarırız ya da başaramayız. O ayrıca tartışılmalı.

 
Toplam blog
: 47
: 991
Kayıt tarihi
: 10.10.08
 
 

1980 İstanbul doğumluyum. Boğaziçi Üniversitesi'nde felsefe ardından Yıldız Teknik Üniversitesi'nde ..