Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Mayıs '07

 
Kategori
Sinema
 

Gerçekle kurguyu ayıran çizgi nerden geçiyor?

Gerçekle kurguyu ayıran çizgi nerden geçiyor?
 

Eski bir film izledim geçenlerde, ABD 1997 yapımı. Orijinal adı “Wag the Dog” ama “Başkanın Adamları” adı altında vizyona girmiş Türkiye’de. Yönetmen: Barry Levinson. Başrol: Robert de Niro, Dustin Hoffman.

“Wag the Dog”, sıra dışı durumların yada olayların dikkat çekiciliğini, dikkati yönlendirici etkisini ve taşıyacağı haber değerini ifade etmek için kullanılan bir deyim. Doğrudan tercümesi “köpeği sallamak” ancak bu çeviri tek başına bir anlam ifade etmekten uzak gözüküyor. Belki şöyle açarsak biraz daha anlamlı hale gelebilir: Köpeğin kuyruğunu sallaması sıradan bir olaydır ama kuyruğun köpeği sallaması öyle mi ya? Hatta basın yayın medya iletişim derslerinde de bu deyimin, köpeğin insanı ısırmasının değil, insanın köpeği ısırmasının haber değeri taşıyacağı şeklinde farklı bir köpek versiyonu da, çarpıcı haber yakalama örneği olarak yada iletişimde sözün çarpıcı kullanımının yaratacağı etkiye örnek olarak sıkça kullanılır.

Aslında filmin orijinal adı; mesajını, iki kelimeyle bundan daha iyi ifade edemezdi sanırım. Çünkü, bu komedi filminin içinden çıkarılacak “bir Hollywood yapımcısı ile bir Beyaz Saray danışmanı el ele verirse.. anlattıklarına herkes inanır” yada "Hoffman 'Tootsie'den beri hiç bu kadar komik olmamıştı" formunda bir dolu komik mesaj değil, en çok bu trajikomik mesaj etkiledi beni ve düşündürdü..

Seçimlere 11 gün kala ABD Başkanı kendini bir seks skandalının ortasında bulunca, temizlik işini Beyaz Saray danışmanlarından Conrad Brean üstlenir. Conrad yardım için bir film yapımcısı olan Stanley Motss'a başvurur. Deneyimli ikili, halkın dikkatini Beyaz Saray'daki skandaldan başka bir yöne çekmenin en kolay yolu olarak hayali bir savaş yaratırlar, diğer bir deyişle resmen bir savaş satın alırlar… Çok geçmeden güzel sığınmacılar ortaya çıkar, rock yıldızları özgürlük şarkıları bestelemeye başlar. Ancak bu yalanın seçimlere kadar sürmesi mümkün müdür?

Amerika başkanının seks skandalını medyanın gündeminden düşürmek ve başkanlık seçimlerine kadar ki 11 günlük süre boyunca toplumsal hafızayı yönlendirmek için; Arnavutluk'taki hayali terörist eyleme karşı düzenlenmiş hayali bir savaş satın almaktan tutun, “teröristlerin elinden kurtarılan bir Amerikan askeri” konseptine kadar sanal senaryolar üreterek, teknolojik alt yapı ile desteklenen görsellik ve efektlerle, halkın duygularını galeyana getirebilecek her türlü buluşla, bestelenen müzikler marşlar logolar sloganlarla, olayları canlı renkli sesli ve güncel tutarak, görsel ve yazılı basının gündemini 11 gün boyunca meşgul etmek, kamuoyu desteği oluşturmak ve başkan için güven tazelemek, kredibilitesini arttırmak hatta seçimi kazanmasını sağlamak amaçlarının tümünü birden gerçekleştirmeye dayalı bir satranç oyunuydu filmin tamamı. Bu arada, amaca yönelik stratejiler kapsamında tüm sanal ve hayali üretimler ve satın almalar gerçekleştirilirken, piyonların, hatta kale, fil, at gibi gözden çıkarılabilmesi zor ve ağır taşların bile, bu oyununun planlı akışı içinde tereddüt etmeksizin fiilen harcanmaktan kaçınılmaması dikkat çekiciydi... Harcanan bu ağır taşların arasında Amerikan vatandaşlarının dahi olabileceği de...

Bu filmi izledikten sonra, filmdeki senaryo ile 11 Eylül fenomeni öncesi ve sonrası arasında, egemen güçlerin amaçlarını gerçekleştirmek adına yapabileceklerinin boyutları konusunda drastik bir benzerlik hissine kapıldım. Tam da uluslararası malî ve parasal çöküşün yaşanmakta olduğu bir döneme takvimlenen 11 Eylül, bir makyaj operasyonu muydu? Başka ülke insanlarını da kullanmak suretiyle bunu yapan ABD içindeki güçler miydi? Asya’daki oluşumların önünü kesmenin ve Orta Doğuda planlanan savaş(lar)ın makyajı mıydı 11 Eylül? sorularını sorduğumuzda ve bugünden geriye doğru giderek yakın tarihe çakılı kavşak noktalarına kuşbakışı baktığımızda, planlı bir oyununun harcanmış piyonları ve yutulmuş taşları gibi gözüküyor her biri. Ve 11 Eylül 2001’den bugüne zaman çizgisi üzerine yerleşmiş kavşak noktaları arasındaki bağlantıları, ileriye doğru taşıya taşıya grafiği çizmeye devam edersek eğer, bu simülasyon grafiği, egemen güçlerin hedeflerine devamla yapacakları başka operasyonların da, gelecek zaman çizgisi üzerine yerleşecek yeni köşe başları olacağı grafiksel sonucunu getiriyor ki, bu korelasyon da hiç de akıl dışı gözükmüyor.

Bir gerçekliği maskelemenin en akılcı yolu gündemi değiştirici, kamu vicdanını ve toplumsal hafızayı yönlendirici başka gerçeklikler yaratmaktır düşüncesinden ve bir filmin çağrışımlarından hareketle teoriler üretmek mümkün değil elbette. Ancak; mali politikalarının, enerji ulaşım eğitim sağlık sistemlerinin, alt yapı sanayinin çöküş durumuna geçtiği bilinen ABD, Avrupa Birliği çatısı altında ekonomik olarak ayakta durmayı sağlamaya çalışan Avrupa ülkeleri gerçeği bir yanda, zengin altın ve elmas yatakları Amerikan, Kanada ve İngiliz orijinli çok uluslu şirketler tarafından sömürülen, zenginlikleri çalınan ve halkı birbirine kırdırılarak nüfusu azaltılan Afrika gerçeği diğer yanda, büyük nüfusu ve yeni oluşumlarıyla gittikçe daha fazla dikkatleri üzerinde toplamaya başlayan Rusya Çin Hindistan Japonya ve Güneydoğu Asya ülkeleri ve Orta doğunun petrol doğal gaz vb sömürülmeye iştah açan kaynakları öte yanda olduğu sürece, Batı ile İslâm'ın savaşı adı altındaki yeni senaryolarının sinema dünyasının sanal gerçekliği içinde kalacağını düşünmek yada Washington’un bölgeyi demokratikleştirme hevesini yeterince tatmin ettiğini düşünmek fazla hayalcilik olmaz mı sizce de?

Ve asıl soru da şu: laik İslâmcılıkla, otoriter laiklik arasında bir seçim yapmaya zorlanan Türkiye, zamanla bu senaryoların neresinde konumlandırılacak?

 
Toplam blog
: 45
: 2228
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

"Artık makine ile değil, insanla iletişim kurma" kararımın ardından IT sektöründeki kariyerimi nokta..