Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Haziran '08

 
Kategori
Felsefe
 

Gün gelir ve ...

Gün gelir ve ...
 

Her gün önünden geçtiğin dalları sarkan ağacın yaprağını durup dinledin mi hiç?

Tozlanmış çehresine durup baktın mı hiç?

Ya üzerindeki karıncaları?

Şeklini hiç merak etmediğin önünden kafanda bin bir düşünceyle geçtiğin o ağaca, başını kaldırıp niye bir kez bile bakmadın!!!

Güneş ve yağmurdan korunmak istediğinde hatırladığın o ağacın halini ve hatırını niye sormak geçmedi içinden. Seninle doğan seninle yaşayan belki de seninle ölecek olan bu dostlara dostluğunu hiç göstermedin?

Yeni doğanlara yeni doğanlarını eklemedin?

Her yeni doğan için bir tane de benden olsun diyerek dikmeyi denemedin? Bonkör olamadın?

Bademini, incirini, cevizini, elmasını vesaire sini tezgahtan alırken ona hayat vereni niye hiç düşünmedin? Onların başlarına gelen fenalıkları belki de bu dünyada senin varlığını sessizce sağlayan ama görünmeyen bilinmeyen fark edilmeyen binlerce onları, Kestane ağaçlarının kovuklarda sincaplar oynaşırken sen temiz havayı içine çekesin diye üstlerine düşeni kusursuz bir şekilde karşılığını beklemeksizin yaparlarken niçin kayıtsız kalarak hiç umursamadığın, Belki de günü geldiğinde hiç beklenmeyen bir anda öngörülemeyenle karşılaşıldığında o fenalık onlara dokunduğunda sessiz kalan bizler/sizler/onlar/suçluluk duygusuyla tanıştığımızda anlayacağız gerçekleri, gerçekte olanları. Yazılan ve çizilenlerin hükmü kağıdın ömrü kadardır tüm hatırlanmışlıkları. Nedense daha ötesi bilinmek ve de görülmek istenmez. Bilim adamlarının sadece arıların yok olası durumunda İnsanoğluna biçtiği ömür sadece dört yılla sınırlıdır.

Kendinden veya kendi gibi olmayana tahammülsüzlük denilebilir bunun adına. Bencil ve egoist duyguları kabararak tavan yapmış insanoğlunun önüne geleni tarumar ettiği, hayat ve yaşam hakkı tanımadığı bir düzendir bu düzen. Bakarken başının dönerek duygulandığın o derin yeşilliklerin efendilerinin dizlerinin üstüne çöktürülüp boyunlarının vurulduğu ve üzerlerinde tepişildiği bir düzendir hem de en barbarından en acımasızından demir yığınının hidrolik kollarıyla hoyratça yerinden yurdundan ve yaşamlarından vicdansızca koparılan canlıların sessiz feryatlarıyla inleyen ama bir türlü duyulmayan çığlıkları!!!

Zamanı geldiğinde derler ki Su aramak için kazılan yerlerden altın çıkacak ama dönüp de bakan olmayacak o altınlara

Yitip gidenler dolaylı yoldan bizleri ve yaşantılarımızı sınırlarken orada o metal canavarlar bildiklerini okumaya devam edecekler. Ta ki o “Dank” sesi duyuluncaya kadar, o “Dank” sesi her şeyin sonunun geldiğinin habercisi olacaktır bizlere...

 
Toplam blog
: 40
: 1069
Kayıt tarihi
: 25.07.06
 
 

İzmirli'yim. Felsefe mezunuyum. İlgi alanlarım Felsefe, edebiyat, sosyoloji, tarih, toplum ve kültü..