Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

26 Temmuz '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Günaydın

Günaydın
 

05.58:

Gökyüzünde belli belirsiz bir renk değişimi var. Giyinip, çıkmaya karar verdim.

06.12:

Otoparktayım. Ürpertip, uyandıran bir serinlik var. Sokaktan bir taksi geçti.

06.14:

Hareket ettim. Uzun yola gider gibi heyecanlıyım. Harem-Üsküdar sahil yolundan gitmeye karar verdim.

06.22:

Harem'de kimsecikler yok gibi. Gümrükçülerin kapı önünde içtiği ve saat 11'e doğru tadı acılaşacak çayın tazesi de yok daha ortalıkta.

06.24:

Denizin rengi çok güzel. Eminönü yakasındaki camiler ışıl ışıl, çok heybetli duruyor. Yürüyüş yapan insanlar var, yüzlerini tam seçemiyorum.

06.28:

Bu kadar insan nereden çıktı? İskeleye doğru gidiyorlar, ya vapura binecekler ya da motora... Küçük kese kağıtlarına sarılmış birer poğaçaları var. Erkekler, koltuk altlarında kıvrılmış gazete taşıyorlar.

06.29:

Minibüs durağı terkedilmiş gibi. Civarda korna çalan da yok. Sahildeki evlerin çatısına konan martıların sesi duyuluyor.

06.33:

Bu insancıklar kimbilir nereye gidiyor? Omuzları yukarı kalkmış, üşüyen elleri ceplerinde otobüs bekliyorlar. Köprü girişindeki otobüs durağında sabahın bu erken saatinde bu kadar insan olabileceğini düşünmemiştim. Bir bahar sabahını selamlıyoruz ama yine de arabadaki kalorifer yüzümü kızartıyor.

06.37:

Sait Çiftçi kliniğinin önünde inanılmaz bir kalabalık var. Kaldırımlardan yola taşmış ve uzayıp giden bir kuyruk. Çoğu yaşlı sayılacak küme küme insanlar... Boğazım düğümleniyor. Muayene olmak için bu saatte orada olmak zorundalar. Kimbilir kaçtan beri bekleşiyorlar ve daha ne kadar beklemeleri gerekiyor... Sabah böyle bir şey işte.. En sade, en kendi halini gösterir insana... İçine girdiğimiz hayatlar gözlerimizi gece karanlığında bakmaya zorluyor ama günün ilk dakikaları, o körlük içinde ıskaladıklarımı çıkarıyor ortaya.

06.40:

Köşedeki Karadenizli bakkalımız daha yeni açıyor. Demek Ekrem'in iş hayatı bu saatte başlıyormuş.

06.41:

Ofisi geçip, Ortaköy'e inmeye karar veriyorum. Birkaç şey daha görebilirim belki.

06.44:

Boş sayılır. Örneğin canımın istediği yerde arabayı bırakabilirim. Ortaköy'de oturan arkadaşımın kapısını çalıp, kaçsam mı diye aklımdan geçiyor. En azından kendi başıma çok gülerdim.

06.47:

Şahilden dönüp yeniden Dereboyu Caddesi'ne giriyorum. Açık bir pastane görmüştüm. Üstü susamlı olan poğaçalardan istiyorum; kaşarlıymış. Beyaz gömlekli, karışık renkli yeleği olan adam milyon kez tekrarladığını yapıp, alttan ısıtılan metal tepsinin üstünden poğaçaları kağıda koyuyor. İçimden, “maşanın tepside çıkardığı ses, pastane sesidir” diyorum. Paketi bana uzatırken "üşümüyor musun abicim?" diye soruyor yelekli genç. Bir yandan da gülümsüyor. Sanki üşüyorum desem, çıkarıp battaniye verecekmiş gibi bir hali var ya da ben öyle düşünüyorum.

06.51:

Kapıdaki görevli beni görünce şaşırıyor ama "bundan sonra böyle" deyip, gülüyorum. Bir şey söylemesine gerek kalmıyor. Oturmuş Türk filmi izliyor. Bilirim o işin tadını.

07.40:

Çay eşliğinde poğacalarımı yedim, bir yandan da yavaş yavaş yazdım. Temizlik görevlilerimiz geldi az önce. Çöpleri toplayan Sadık kısa kolluyla dolaşıyordu. "Üşümüyor musun Sadık?" dedim. Belki o da gidip bir başkasına sorar, üşümekle ilgili kimsenin bilmediği bir zincir yaratırız...

Yerleri süpüren de geldi az önce. Diğer tarafta kendi aralarında konuşurlarken duydum; doktor, halıları süpürenden 3 boyutlu tomografi istemiş; "sevk aldım" diyor...

***

Bu yazıyı birazdan bitiriyorum. Gözlerimi kapayıp, şükredeceğim. Sabahın ilk ışıkları sokaklara nasıl düşüyor gördüğüm için; kalorifer ayaklarımı ısıttığı için, güne güleryüzle başladığım için... ve en önemlisi “sevk almadığım” için...

 
Toplam blog
: 33
: 2040
Kayıt tarihi
: 07.07.06
 
 

Evli. Baba. Ailesine düşkün. Mühendis. Fenerbahçeli. Suya yazar.   ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara