Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

10 Mayıs '09

 
Kategori
Sinema
 

Hatıralar siyah-beyaz

Hatıralar siyah-beyaz
 

Bir bakmışsınız, çokça hüzün, ya da buruk sevinçleri yüklenip teklifsiz gelivermişler onca yıl ötesinden, saniyeler içinde. O uzun yaşanmışlıklar, kısacık anlarda billurlaşmış.

Anılar… Gençler hayallerinin izini süredursun, hani yaşlıların zaman zaman sığındığı uzak, yakın hatıralar. Her ne kadar, mazimiz akraba ve dostların varlıklarıyla anlam kazansa da, hayatımıza ötelerden karışıp, hayal ve duygularımıza yön veren insanlar da olmuştur zaman zaman. Onlar, yaşantıları ve imrendiren meslekleriyle toplumun ilgisini çeken, tanınan kimselerdir. Eski fotoğraflarının yanı sıra, siyah beyaz sinema filmleriyle günümüze ulaşabilmiş, bir zamanlar gündem oluşturmuş, sevgi ve hayranlığımızı kazanmış düş ülkesi insanları. Sözün vardığı bu noktada, eski Yeşilçam filmleri ve birçoğu sonsuzluğa uğurlanmış sinema yıldızları hakkında olacaktır bahis konumuz.

Film müzikleri, oyuncuların çınlayan, metalik tonlu seslendirilmeleri, fondaki İstanbul görüntüleri; hep birbirlerini andıran, yineleyen bir akış izlerdi. Jenerikte isimleri sunulan teknik ekip bile, neredeyse değişmeyen kadrosuyla izleyicilerin tanışıklığını kazanmış denilebilirdi. Oyuncunun akan kanı siyah görünür, klişe sahneler hafızalarda benzer hatırlayışlar uyandırırdı. Teknik yetersizlikler ve belli sınırları aşamayışlar, kısıtlı bir bütçeyi akla getirirdi. Ama günümüzden bakınca, o dönemleri yaşayanlar için sımsıcak duygu ve özlemle hatırlanan filmlerdi hepsi de…

Belki kopyaları bile kalmamıştır. Televizyon kanallarında gösterilen o geçmiş zaman filmleri arasında hiç rastlayamadım çünkü. Hafızamda iz bırakmış bazı sahneleriyle, anılarımdaki yerini hiç terk etmedi Ayşecik filmleri. Türk sinema seyircisi, afacan, sevimli ve bir o kadar da akıllı küçük kızı ilk görüşünde sevmişti zaten. Sinemaseverler, onun filmlerindeki hüzün ve neşeyi içten bir gerçeklik sanısıyla, kendi duyarlılıkları ölçüsünde, adeta düşsel bir serüven gibi yaşamışlardır.

Yardımcı oyuncular, figüranlar, dublörler vardı, şimdi de olduğu gibi. Her hikâyede yerini almış, hayallerinin odağına sanatı ve şöhret olabilme emelini koymuş umut sahipleri. İyi ya da kötü karakterleri tüm duyarlılıklarıyla canlandıran o ezik insanlar. Hep arka planda, ama onlarsız sönük ve anlamsız kalacak olayları bütünleyen mütevazı rolleriyle. Oynadıkları her sahne, kendi hayat ve kaderlerinden belgeseller olarak izlenmelidir diye düşünmüşümdür hep. Beyaz perdeye yansımış o hayat izleri, onların gerçek yaşamlarıyla birebir örtüşen gerçeklerin sadakatini taşımışlardır soluk renklerinde. Hüzün yabancı durmamıştır o yüzlerde. Vefa, fedakârlık ve insan sevgisi onların rollerinde daha bir unutulmaz olmuştur.

Güvencesizlik ve maddi sıkıntıların gölgesinde nice dramlar yaşanmış. Vefasızlık gerçeğini kabullenmekten başka çaresi olmayan nice hayatlar bu sahneden gelip geçmişler. Suphi Kaner’ in intiharındaki hüzün, anılarımda, zamanın unutturan etkisine karşı hep direnmiştir. Gerçek hayatında taşlanmasına neden olacak kadar inandırıcı oynadığı kötü rollerinden şikâyetçi olmamış bir Erol Taş burada nasıl anılmaz! O haksız kinlenişin sahibi insanlara, “siz bana taş değil, ekmek atıyorsunuz” deyişini bir televizyon programında bizzat kendisinden dinlemiştim. Kanlar içinde kalışına karşın, maddi anlamda emeğinin karşılığını alamamasının acısı daha inciticiydi oysa.

Hatıralara değen bir kuş tüyü hafifliğiyle, hızlı bir yad ediş oldu bu yazım. Bana akran olan okuyuculara o günleri hatırlatacak bir atmosferi oluşturabildiysem mutluluk duyacağım.

 
Toplam blog
: 34
: 589
Kayıt tarihi
: 28.07.08
 
 

1952 yılı Şanlıurfa doğumluyum. Edebiyat ve Türk Sanat Müziği yapabildiğimce- uğraştığım sanat dalla..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara