- Kategori
- Sinema
Hayat kaç düğümdür: " Babel "

Farklı kültürler, farklı diller ama duygular benzer...
"Babel" (Babil) filmini böyle özetlemek mümkün. Amerika, Meksika, Fas, Japonya... İngilizce, İspanyolca, Arapça ve Japonca... Sonunda tek bir yere ve tek bir dile çıkıyor: Babil'e...
“Sınır deyince düşünsel bir kavram yerine mekanlardan söz ederiz. Gerçek sınırların içimizde olduğuna inanıyorum.” diyor filmin yönetmeni Alejandro González Iñárritu. Belki de bu nedenle "21 Gram" ve "Paramparça Aşklar ve Köpekler"de, kaderin kaç düğümden oluştuğunu gösterip, hep sınırları zorladığını düşünyoruz.
Fas'in uçsuz bucaksız çöllerinde patlayan tek el silah sesi, üç kıtadaki dört farklı ailenin yaşamını derinden etkileyecek olaylar zincirinin fitilini ateşliyor.
Bu olaydan etkilenenler arasında Fas'ta turistik gezi yaparken ölüm kalım mücadelesi yaşamak zorunda kalan Amerikalı karı-koca, kazayla işledikleri suç yüzünden başı derde giren iki Faslı çocuk, Amerikalı iki küçük çocukla Meksika sınırını yasadışı yollardan aşan Meksikalı çocuk bakıcısı ve Tokyo'da babası polis tarafından aranan asi ruhlu, sağır Japon genç kız var.
Birbiriyle çatışma halindeki kültürlerin ve uçsuz bucaksız mesafelerin ayırdığı dört farklı insan grubu, izolasyon, keder ve üzüntü duygularının eşlik ettiği paylaşılmış kadere doğru hızla yol almaya başlıyorlar.
Başta şunu söylemek gerekir ki, "Herkesin hayatı herkesten geçer!"... Babil, bunun güzel bir örneği.
“21 Grams” ve “Amores Perros”un yönetmeni Alejandro González Iñárritu, çekimleri üç farklı kıtada ve dört dilde gerçekleştirirken, derinlemesine kişisel ve politik boyutlar arasında sürekli geçişler yapmış. İnsanoğlunu birbirinden ayıran engellerin doğasını, paramparça edici bir gerçekçilikle keşfe çıkıyor. Hayatımız nerede, kiminle başlar, kiminle biter, yaptığımız en ufak şey nelere sebep olur sorularının hepsini görüyoruz. Bu soruları sorarken, İncil’deki “Babil Kulesi” kavramından yola çıkarak, yönetmenin günümüzdeki hayatın yansımalarını sorgulası son derece etkileyici oluyor.
Brad Pitt, Oscar ödüllü Cate Blanchett ve Gael Garcia Bernal'in (Paramparça Aşklar ve Köpekler) başrolünü paylaştığı film, Fas, Morocco'da meydana gelen trajik bir kazanın, aralarındaki kilometreler ve kültürel farklılıklara rağmen dört grup insanın kaderinin kesişmesine neden olan olaylar zincirini gösteriyor.
Bu olayı izleyen birkaç günlük süre içerisinde korku ve karmaşanın en uç noktalarında gezinirken kaybolma duygusu ön plana çıkıyor. Yönetmen bu "kayboluş" bilhassa vurguluyor ve sadece tek anlamıyla değil: Meksikadaki ailenin çölde, Fas'taki Amerikan çiftinden dünyanın haberi olmasına rağmen dünyada kaybolması, ve Japonya, Tokyo'da sevilmediğini, istenmediğini düşünen, annesi intihar etmiş olan sağır bir kızın kendi benliğinde kaybolması... Bir süre sonra bu kayboluş, hepsinde ortak noktaya dönüşüyor ve hepsi kendi benliklerinde, bulundukları yerde, dünyada kayboluyorlar aslında.
Kaybolmuşluğun bu sarsan etkisiyle yüzleşirken , bağlılığı, sevgiyi, dayanışmayı başlatıyorlar. İletişimsizlikten iletişime, kendini ifade etmeye doğru yürüyorlar.
K"ader" her birimizi bir diğerimize, her sonucu bir başka nedene bağlar. Çünkü insan, yalnızca aynı mavi atlasın üstünde yaşamaz. Aynı ruhsal harita üstünde de yaşar.
Meksikalı yönetmen Alejandro González Iñárritu bu filmden önce çektiği "Paramparça Aşklar-Köpekler" ("Amores Perros") ve "21 Grams"ta da kader ve karşılıklı bağımlılık gibi temalara ağırlık vermişti. Ancak "Babil"in hikâyesi, "Paramparça Aşklar-Köpekler" ve "21 Grams"a kıyasla çok daha geniş kapsamlı. Duygusal, entelektüel ve coğrafik bir atlasa yayılmış durumda... "Babil" filminin odak noktasında, henüz ilk on yılını tamamlamamışken önümüze çözmemiz gereken büyük meseleler getiren 21. yüzyıl'da, aklımızı meşgul eden "kaybolmuşluk", "yabancılaşmak", "uzaklaşmak" ve "iletişim eksikliği" var...
Babil Kulesi'nden bugüne insan insanı ne kadar anlamıştır? "Yabancılaşma ve hız" hiç bu kadar hızlı olmuş muydu?
Film, en yeni ve en gelişmiş teknolojileri kullandığımız bir dünyada, global düzeyde iletişimimiz giderek kolaylaşırken, insanların hâlâ kendilerini yapayalnız ve diğerlerinden farklı hissetmesi arasındaki rahatsız edici çelişkiyi, sakin bir anlatımla gözler önüne seriyor.
Çağdaş yaşamımızın itici güçleri olduğu halde, genellikle görmezden gelinen "kaybolmuşluk", "yanlış anlamalar" ve "iletişimsizlik" yüzünden kaçırılan şanslar gibi kavramları irdeliyor.
Iñárritu bir söyleşisinde, "Babil" fikrinin her şeyden önce kendi ülkesini terk etmiş ve süregelen bu durumu kabullenmiş bir yönetmen olmasının sonucu olduğunu söylüyor. Yönetmen "Babil"in "Nereden geliyorum?" sorusuna cevap vermediğini, aksine "Nereye gidiyorum?" sorusunun cevabını arayan bir film olduğunu ifade ediyor: " 'Babel'i çekmeye başlarken insanlar arasındaki farklılıkları konu alan bir film yapma düşüncesinden yola çıkmıştık. Bizleri ayıran fiziksel sınırları ve dil engellerini anlatacaktık. Ancak süreç ilerledikçe bizleri birleştiren sevgi ve acı gibi kavramlar üzerine bir film yapmakta olduğumuzun farkına vardım. Bir Japon ile bir Fas'lıyı mutlu eden şeyler farklı farklı olabiliyordu ama sonuçta tüm insanların yaşadığı çaresizlik duygusu aynıydı. Bence 'Babil'in çekimlerinin en güzel yanı, farklılıkların yanı sıra ortak duyguların da altını çizen bir öze sahip olmasıydı."
İnsanları birbirinden ayıran sınırları, kültürleri, çatışma ve yabancılaşmayı anlatan bir film çeken Iñárritu, filmle ilgili çalışmayı çok farklı yaşam biçimleri, kişilik yapıları ve lehçelerin bulunduğu set ortamlarında yapmak zorunda kalmışlar ve kaçınılmaz olarak filmin ele aldığı sorunlara benzer sorunlar yaşamışlar. Ama bu durum, filmle, filmin yapım süreci arasında müthiş bir duygu birlikteliği olmasını da sağlamış. Iñárritu bu konuda: "Filmin odak noktasında yer alan problemlerin benzerini prodüksiyon sürecinde biz de yaşadık. İletişim hiç de kolay değildi. Bu film dünyanın farklı bölgelerindeki yüzlerce insan tarafından yaratıldı. Örneğin Fas'taki sette insanlar Arapça, Berberice, Fransızca, İngilizce, İtalyanca ve İspanyolca konuşuyordu. Hatta aynı kentte yaşadığı halde farklı dil konuşan aktörlerimiz bile olduğu için herkesi aynı noktada birleştirme zorluğu yaşadık." demiş.
Yönetmen bu sefer hepsinden daha karmaşık oaln, duygusal ve entelektüel bu yolculukta, öyle bir sakinlik içinde öyküsünü aktarıyor ki, siz de hayattaki iletişimsizlikleri anlıyorsunuz: "Açıkçası 'Babil'in yapımı başlı başına Babil Kulesi'nin yapımı gibiydi. Bu prodüksiyonun şimdiye kadar yaptıklarımdan tamamen farklı ve özgün olduğunu söylemeliyim. Dört farklı kültürü anlamaya çalışırken aslında dört farklı film çekmiş olduk. Bunu yaparken o ülkelere dışarıdan gelmiş bir yabancının bakış açısını kullanmamaya özen gösterdik. Lojistik açıdan zorlu bir süreçti ama en zor kısmı entelektüel ve duygusal zorluklardı. 'Babil' sadece bir dışsal yolculuk olmakla kalmayıp aynı zamanda içsel yolculuğa dönüştü. Farklı ülkelerde çalıştığım film ekiplerindeki herkes –ki buna ben de dahilim- belirli bir dönüşüm süreci yaşadı. Kültürlere ve koşullara uygun olarak her öyküyü tekrar tekrar yazmak zorunda kaldığım için filmin kendisi de sürekli bir dönüşüm sürecinden geçti."
Kültürel farklılıklar konusuna keyifli yaklaşımlar getiren; kültürel bağlantılar ile engeller üzerine son derece güçlü değinmeler içeren “Babel”in başrol oyuncularına, Fas, Tijuana ve Tokyo’dan seçilen amatör aktörler eşlik etmiş.
Yerel halkın gündelik alışkanlık ve geleneklerini dikkatle gözlemlemesinin yanı sıra profesyonel olmayan yabancı oyuncularla çalışması, filmin kültürleri iyi yansıtmasını ve belirli dramatik durumlar karşısında her ülke için farklı anlamlar taşıyabilecek kendi tepkilerini göstermesini sağlamış.
Tokyolu sağır kızın, bir diskoda önce durup sonra dans ederken dururken, dunyayı algılayışını onun gözüyle vermesi, müziğin kesilmesi sizi rahatsız ediyor hemen... Ve Fat'da "Buraya neden geldik?" diye soran ve "Beni hiç affetmeyeceksin, değil mi?" diyen Amerikalı çift. Çölde, bakıcılık yaptığı çocuklarla başbaşa kalan Meksikalı bakıcı.
Babil Kulesi efsanesine göre, bütünleşme ve kaynaşma yolunda hızla ilerleyen insanoğlu, Tanrı'ya ve yılızlara ulaşma özlemiyle dev bir kule inşa etmeye kalkışır. Bu kule sayesinde evrene açılıp cennete ulaşmayı hedeflemektedir. İnsanların kendisine yaklaşmaya başlaması karşısında Tanrı, onların küstahlığı ve kibri karşısında öfkelenir ve planlarını engellemeye karar verir. Bunu da Babil kentindeki her insana farklı bir lisan vererek yapar. Böylece insanların birbiriyle konuşma yeteneğini derhal yok etmiş olur. Artık birbiriyle iletişim kuramayan insanlar kuleyi yapmaktan vazgeçerek dünyanın çeşitli yerlerine dağılırlar.
Iñárritu bu konuda sınırların altını çiziyor: "Dünya üzerinde fiziksel sınırlar vardır ama gerçek sınırlamaların kendi iç dünyamızda, düşünce bazında olduğuna inanıyorum. Birer insan olarak bizleri mutlu eden şeylerin toplumsal yapıya göre değişkenlik gösterdiğini; buna karşılık bizi çaresiz ve savunmasız bırakan olayların kültür, ırk, dil, finansal durum gözetmeksizin hepimiz için aynı olduğunu fark ettim. Bence insanlığın en büyük trajedisi her insanın yaşamına ve ölümüne anlam katan sevme ve sevilme duygusuna ulaşma kapasitesinin eksikliğidir. Buna uygun olarak 'Babil', bizleri ayıran duygular üzerine değil, birleştiren duygular üzerine bir film oldu."
Bir başka sınırsa, "dil" konusunda: "Dünya üzerindeki dillerin farklı farklı olması yüzünden yanlış fikirlere saplandığımıza; kafamızın karıştığına inanıyorum. Sadece konuştuğu dil farklı diye insanları 'öteki' gibi gördüğümüz için hepimiz daha kuşkucu hale geliyoruz. Dil engelinin aşılmasında görüntüler ile müzikten daha mükemmel bir aracın var olmadığına inanıyorum. Görüntülerin tercümeye ihtiyacı yoktur, çünkü evrensel insan duygularını tetiklerler. Bu açıdan bakınca filmin, uluslararası dil kabul edilen Esperanto diline yakın olduğunu söyleyebiliriz."
Babil Kulesi efsanesi, çok uzun yıllardan beri, insanoğlunun neden farklı kültürlere ve dillere bölündüğünü açıklamak için kullanılmıştır. Ancak yönetmene göre bu öykü, aynı zamanda insanların "içindekini konuşmamak" ve "yanlış algılamalarla" nasıl bu halae geldiğini gösteriyor. Birbirine yakınken en uzak olan, birbirlerine bu denli uzakken en yakın olabilen bu insanların dramı...
Yönetmen filmi için bu ismi seçmesinin sebebini şöyle açıklamış: "Tutkularıyla, güzelliğiyle, problemleriyle insanlar arasındaki iletişim kavramını tek sözcükle tanımlayan bir isim bulmaya çalıştım. Aslında filmin ismi senaryonun yazımından sonra belirlendi. Çok farklı isimler üzerinde düşündüm ama İncil'deki yaradılış öyküsünü düşününce film için çok iyi bir metafor olabileceği duygusuna kapıldım. Hepimizin kendine özgü farklı bir dili olsa da, dünya üzerindeki her insanın aynı ruhsal omurgayı paylaştığına inanıyorum."
Film diğer kültürden farklı dillerden konuşan insanlardan yola çıkarak, insanın ve dünyayaı yakalamış. Farklı dillerin ve kültürlerin yalnızca kafamızdaki engellerden kaynaklandığını, bazen sağır bir Japon kızın, bazen Meksikalı olduğu için durdurulduğunu düşünen bir Meksikalı'nın, bazen yaralıyı bırakıp giden bir otobüs dolusu Amerikalı'nın iletişimsizliğiyle benzerliğini ortaya koyuyor. Hümanistliğin de altını çizerek...
“Son dönemde filmlerini en çok beğendiğim yönetmen, Alejandro Gonzalez Inarritu’dur. Çok iyi bir yönetmen olan Inarritu’nun en yeni filmi “Babil”e bayıldım. Harika bir film. Böyle bir filmde oynamak isterdim.” demiş Faye Dunaway. Eminim ki o da bu ortak dili yakalamış filmde.
Farklı diller, benzer hisler. Babil bizi ayrıan değil, bizi birleştien duygular ve düşünceler üstüne bir film...
Mevlana'nın dediği gibi: "Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşırlar."