Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Sonsuzluk (Osman Özeker)

http://blog.milliyet.com.tr/yasev

02 Haziran '12

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Her kürtaj bir cinayettir

Her kürtaj bir cinayettir
 

Türkiye’de “gündem yaratmada mahir” Başbakanımız tamda Türk Hava Yolları çalışanlarının sendikal hakları ellerinden alınırken ve gündeme oturmuşken, “kürtajı” gündeme bomba gibi bırakıvermesi olacak bir iş değildi.

Başbakan durup dururken ve hiç de zamanı ve gereği yokken;

“Ülke nüfusunun artmaması için atılan adımlar olduğunu biliyorum. Bununla bu ülkenin nüfusu bir yerde durduruluyor. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum" sözleriyle kürtaj meselesini tartışmaya açmayı başardı.

Herkes, “ne oluyor, ne demek istiyor” diye meseleyi anlamaya çalışırken Erdoğan yaptığı yeni bir açıklama ile de olayı daha ileri bir boyuta, siyasi bir eksene de çekiyordu.

“Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere'dir diyorum".

Başbakan bu sözleriyle de “Kürtajın bir cinayet olduğunu, bir başbakan olarak hem kürtaja, hem de sezaryene karşı olduğunu, bu iki konu ile ilgili yasal düzenlemelerinde en kısa zamanda yapılacağını” söylüyordu.

Başbakan tarafından birden bire ortaya atılan ve büyük tartışmalara neden olan kürtaj ve sezaryen konusunda haklı olduğu taraflar olabilir, Türk toplum yapısının, örf ve adetlerimizin ve İslam inanış sistemimizin kürtajla ilgili bir takım yasak ve yaptırımları da olabilir.

Ancak; Çok hassas olan bu konularda karar ve söz hakkı öncelikle tıp adamlarına ve bilim adamlarına bırakılmalıdır. Bir Başbakan çıkıp da “ben kürtaja karşıyım, kürtaj bir cinayettir, sezaryene de karşıyım” gibi iddialı laflarla ortalığı karıştırmamalıdır.

1983 yılına kadar ülkemizde yasak olan kürtajın çok acı bedellerini sadece kadınlarımız ödemiştir. Kocakarı ilaçlarıyla, merdiven altı gizli operasyonlarla gebelikten kurtulma yollarına başvuran birçok kadınımız bunun bedelini ya sakat kalarak ya da hayatından olarak ödemişlerdir.

1983 yılında çıkarılan 2827 sayılı yasayla ise;

10 haftaya kadar olan gebeliklerin, küçüklerde küçüğün rızası ile velisinin iznine, bekâr reşit kadında kendi isteği üzerine, evli kadında ise eşinin rızası alınmak şartıyla yine kendi isteği üzerine sonlandırılması yasal olarak serbesttir. İlgili maddelerden de anlaşılacağı üzere, Türkiye, 30 yıla yakın bir süredir “istek üzerine” gebeliğin sonlandırılmasına müsaade eden bir politika benimsemiştir. Ancak bu hak 10 haftalık bir süre ile sınırlandırılmıştır. Gebelik süresinin 10 haftayı geçtiği hallerde rahim ancak “gebelik, annenin hayatını tehdit ettiği veya edeceği veya doğacak çocuk ile onu takip edecek nesiller için ağır maluliyete neden olacak ise doğum ve kadın hastalıkları uzmanı ve ilgili daldan bir uzmanın objektif bulgulara dayanan gerekçeli raporları neticesinde tahliye edilebilecektir”.

Bu yasadan da anlaşılacağı gibi, 10 haftaya kadar olan gebeliklerin tahliyesi isteğe bağlı bırakılmış, 10 haftadan sonrası gebeliklerde ise iki önemli tıbbi gerekçe aranmıştır.

Tıbbı gerekçelerden birincisi “annenin sağlığına yönelik tehlikeli komplikasyonların oluşması;

Çocuğun sağlığına yönelik belirtilerin tespit edilmesi(Özürlü olabilmesi v.b.)

Mevcut yasa yetersiz olabilir, bu konuda hükümet yeni düzenlemeler de yapabilir, ancak; Bu düzenlemeler yapılırken özellikle hekimlerin görüşlerine,toplum yapısına, inanç ve kültür dokusuna uygun düzenlemeler yapılmalıdır. Bu konuda “en yetkili ağız” olarak düşünülen Sağlık Bakanımız Recep Akdağ’ın;

“Tecavüz sonucu oluşan gebelikler dahi korunmalı gerekirse doğacak çocuklara devlet bakmalıdır” gibi uçuk kaçık açıklamaların bu konuyu daha karmaşık hale getirecektir.

Kürtajla ilgili ülkelerin genel durumuna bakıldığında; Kürtajın yasak olduğu Latin Amerika ve Afrika gibi ülkelerde sağlıksız düşük uygulamaların oranı ortalama %30 civarında iken bu oran gelişmiş batı ülkelerinde ve daha liberal kürtaj kanunlarının uygulandığı ülkelerde bu oran %1 bile değildir.

Kürtaja ”yasak” getirmek sorunu çözmeyecek birçok sorunu da peşinden getirecektir. Bu konunun “siyasi bir malzeme yapılması” bir kenara bırakılarak doğru ve sağlıklı adımlar atılmalıdır. Aksi takdirde kadına şiddet, cinayet derken bir de bunlara istenmeyen gebelikten kurtulma cinayetleri de eklenecektir.

Kısaca sezaryen konusunda da bir iki gerçeği ortaya koymamız gerekmektedir. Başbakan bu konuda “haklı” olabilir, ülkemizde devlet hastanelerinde sezaryenle doğum oranı %45, Özel sağlık kuruluşlarında ise bu oranın ortalaması % 60 ları bazı hastanelerde ise %90 ları bulmaktadır.

Sezaryen oranlarının bu derece yükselmesinin başlıca nedeni ise iktidarın sağlık politikalarıdır.

Hastayı “müşteri statüsüne, doktoru “performans” kıskacına alan bu hükümettir. Hal böyle olunca da suiistimallerin ardı arkası kesilmemektedir.


sONSUZLUK (Osman Özeker) 01.06.2012


 

 
Toplam blog
: 287
: 3107
Kayıt tarihi
: 11.07.08
 
 

1949 Konya Ereğli doğumlu olup, halen İzmir'de oturmaktayım. A.Ü. Eğitim Fakûltesi mezunuyum  Ata..