Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ocak '08

 
Kategori
Siyaset
 

Herkes için Adalet

Herkes için Adalet
 

Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Bu bilinci paylaşmak ve bu sorumluluğu yerleştirmek zorundayız. Uygarca paylaşılan sorumluluk bilinci, özgürlüğün de, demokrasinin de tek güvencesidir. Bu güvence sağlanmadıkça, demokrasinin temeline tek bir taş bile konmuş olamaz.
Unutmayalım ki "cesur bir kez, korkak bin kez ölür". Önemli olan, insanın böyle bir toplumda "mezar taşı" gibi suskunluk simgesi olmamasıdır.”
Uğur MUMCU – Yeni Ortam - 9 Aralık 1974


Uğur Mumcu öldürüldüğünde 13 yaşındaydım. Odamda oturmuş günlüğüme bir şeyler yazıyordum. O günlüğüm hala odamda duruyor. Arada bir okuyorum. 13 yaşındaki bir çocuğun duyguları ve o yaşta düşündükleri, okudukça güldürüyor beni. Ama tarihe tanıklık yaptığı dizelere gelince, gerçekten insanın içi acıyor. Uğur Mumcu’ nun öldürülmesiyle ilgili olarak öyle bir yazı yazmışım ki, şimdi okudukça utanıyorum.

Soğuk ve karlı bir pazar günüydü. Radyo açıktı. Müzik dinliyor, bir yandan da bir şeyler yazıyordum. Müzik bir anda kesildi ve son dakika haberi verildi. Odamdan çıkıp salona geçtiğimde, babamlar da haberi televizyonda izliyorlardı. Uğur Mumcu öldürülmüştü. Ankara artık bembeyaz değildi. Kan bulaşmıştı Ankara’ nın alnına! Babamlar evden çıktılar ve “Karlı Sokak” a gittiler, yüzlerce kişi gibi. “Sakıncalı Piyade” yi Ankara Sanat Tiyatrosu’ nda izlemiştim ve o yaşımda çok beğenmiştim. Ben de, demek ki gerçekten “sakıncalı” ymış demiştim içimden. Birileri için sakıncalıymış! Şimdi, aynı cesarette aynı şeyleri dizelere dökemediğim için utanıyorum. Aradan geçen 15 yıla rağmen bu ülkede hala aynı şeyleri yaşıyor olmaktan utanıyorum.

Geçen hafta Ntv de “Haydi Gel Bizimle Ol” da konuk Müjdat Gezen’ di. Pınar Kür ve Müjdat Gezen, belli dönemlere yaptıkları tanıklıkları anlattılar. Anlatırlarken öfke yoktu sözlerinde. Yazdıkları yasaklanmış, bazı kitapları yüzünden mahkemede yargılanmış, oyun esnasında dayak yemiş, tutuklanmış ve hatta taşlanmış vs. vs. olaylar gelmiş başlarına, anlattılar bir bir. O zaman daha cesurduk diyor Müjdat Gezen. Şu anki geldiğimiz noktada, darbelerin sonucunda, olmamız istenen kişi olduk. Dediğim gibi öfke yoktu sözlerinde çünkü zaman her şeyi yumuşatıyordu. Zaman geçiyor yasaklanan kitaplar en çok satan oluyor, yasaklanan oyunlar gişe rekorları kırıyor, asılan, idam edilen, öldürülen kişilerin dizi dizi filmleri yapılıyor, rating rekoru kırıyor. Zaman geçtikçe doğrular yanlışlar ortaya dökülüyor. Her zaman dediğim, her zaman denilen şey; “doğru” ya da “yanlış” denilen bir şey yoktur aslında. Bunlar tamamen zamana bağlı şeylerdir. Hatta zaman da değil, bakış açısına göre değişen kavramlardır. Ama yüksek sesle birileri bir şeyleri yanlış buluyor ve dile getiriyor. Peşinden giden koyunlar da ona eşlik ediyor. Koyun benzetmesi yaptım ama tam olarak benzemedi. Çünkü koyunlardan biri kendini uçurumdan aşağı attığında diğer koyunlar da peşi sıra kendilerini atarlar ya, bizdeki koyunlar daha bilinçli, biri birini ya da bir düşünceyi kötülediğinde bu sefer uçurumdan aşağı atılan o düşüncenin sahibi oluyor. Diğer koyunlar da, benzer düşünceye sahip olanları ve birilerince hedef gösterilenleri bir bir uçurumdan aşağıya yuvarlıyor.

Koyunların kurbanı oluyoruz.
Çark tersine dönüyor, kurbanlık koyun, kurban ediyor bizi düşüncemizden dolayı. Birileri ahlak polisi oluyor, kıyafetimize karışıyor, utanıyoruz giyindiklerimizden. Birileri televizyonda programları sakıncalı diye kaldırıyor, utanıyoruz beğenerek izlediğimiz programlardan. Birileri yazarları susturuyor ve hatta yargılanıyor, utanıyoruz okuduklarımızdan. Ben 13 yaşımdaki yazdıklarıma bakıp utanıyorum bugünkü halimden.

Konuşması gerekenler susuyor, susması gerekenlerse konuşmaya devam ediyor. Susanlar, öyle bir noktaya geliyor ki, dayanamayıp başlıyor bağırmaya. “Hepimiz Hrant Dink’ iz, Hepimiz Ermeniyiz” diye. Bana çok anlamsız geliyor bu bağırışlar. Keşke konuşman gereken yerde konuşsaydın da, bir tek Hrant Dink, canlı, öldürülmemiş, yaşıyor olarak Hrant Dink kalsaydı. Hepimiz Hrant Dink olmak zorunda kalmasaydık. Bir anda, o zamana kadar susmuş olmanın verdiği güçle binler toplanıyor ve hepimiz habire birileri oluyoruz. Son zamanlarda artan tahammülsüzlük, aşırı milliyetçilik, ırkçılık ve hoşgörü kaybından dolayı artan linç girişimleri gibi, en sevdiklerimiz öldürüldüğünde de biz meydanlarda toplanıp bağırışıyoruz. Öncesinde, konuşmamız gereken zamanda susmanın acısını çıkarır gibi.
Ben utanıyor ve susuyorum.
Fazıl Say “Türkiye’yi terk edebilirim” dedi. Altını çizdim çünkü “istiyorum” demedi, “edebilirim” dedi. Ve karşısına yüzlerce kişi çıktı. Hem de Fazıl Say’ la yan yana bile oturamayacak olan kişiler onun karşısında büyük büyük laflar etti Fazıl Say’ a.
Kim kimden daha çok seviyor ülkesini? Kim kimden daha çok şey yapıyor ülkesi için? Kim daha çok çalışıyor? Kim kendi ülkesinde yaptığı işlerle tüm dünyada kendi adının yanında, ülkesinin de adını duyuruyor? Göbeğini kaşıya kaşıya televizyona çıkan, “sanatçı” olamayıp siyasete atılan adam mı? Milleti bölücülüğe iten, hoşgörüyü değil de şiddeti hoşgören, “Ogün böyle desinler bugün böyle desinler / Fatihalar Yasinler bitmez Karadeniz'de” diyenler mi? Fazıl Say değerini bilemediğimiz sanatçılarımızdan bir tanesi. Onu bu noktaya getiren şey ise, Sivas katliamında yakılarak öldürülen 37 kişiden birisi olan Metin Altıok için yazdığı oratoryosunun sansürlenişidir. Ve der ki kendisi; “Türkiye’nin Orta Çağ karanlığına kaymasına karşıyım. Çünkü ben, çağdaş uygarlık düzeyini amaçlayan bir kültürün insanıyım.”
Böyle düşünen, böyle üreten ve biz bilmesek de dünya çapında büyük başarılara imza atan biri bile taşa tutulurken, biz ne diyelim, ne yapalım bilemiyorum. Yine birileri ülkeyi bizden daha çok sevdiğini iddia edip, üreten yerine yok edenlerin yanında oluyor.
Hrant Dink’ in ölümünün üzerinden bir yıl geçti. Failin hemen bulunması ilginçti ama arkasından bulunan dosyalar daha da ilginçti. Cinayetten önce bir polis memurunun cinayetle ilgili sayısız mektup yazdığı, cinayetin hangi silahla yapılacağı, infazı kimin yapacağı ve bağlantılarının tamamı biliniyormuş. Yani göz göre göre Hrant Dink öldürülmüş. Yani suçlu, bir tek cinayeti işleyen değil. Yani suçlu bir tek “tetiğe basan” la boy boy fotoğraf çektiren değil. Yani suçlu bir tek “tetiğe basan” a türküler söyleyen değil. Esas sorun “Esas Suçlu” yu bulmakta. Ama bu o kadar zor ki… Çünkü her geçen gün suç besleniyor içimizde. Suç yasallaşıyor. Ve esas suçlular televizyonda, gazetelerde, ülkenin en önemli noktalarında konuşmaya devam ediyor. Hrant Dink’ in eşi “Keşke yaşatsalardı da hapiste olsaydı” diyor. Öyle bir noktaya geldik ki, hakkımız olanlardan vazgeçtik, ifade özgürlüğünden vazgeçtik, verilen cezalara bile razıyız artık, yeter ki kendi ülkemizde yaşayabilelim kardeşce.

Bu ülke neler gördü;
Sivas Katliamında, diri diri 37 kişi yakıldı. Sivas Davası İstiklal Mahkemeleri sonrasında, tek bir davada, bu kadar çok idam cezasının verildiği ilk dava oldu ( http://tr.wikipedia.org/wiki/Sivas_Mad%C4%B1mak_Olay%C4%B1 ) ama dava sürecinde çoğu beraat etti.
Susurluk olayında, “sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” dedik, ışıkları kapatıp açtık ama çıkamadık hala karanlıkların içinden.
Suikastlar sürdü gitti, sonrakiler öncekilere eklendi; Hasan Tahsin, Abdi İpekçi, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Musa Anter, Uğur Mumcu, Onat Kutlar, Ahmet Taner Kışlalı, Ali Gaffar Okan ve son olarak Hrant Dink.
Hepimizin Hrant Dink olması hiçbir şeyi çözmüyor ve çözemeyecek!
Hepimizin insan olmayı öğrenmemiz lazım.
Sadece insan.
Dini, milliyeti, siyasi görüşü, ne olursa olsun karşımızdakini insan olarak gördüğümüz güne kadar yaşadığımız bu utanası günler geçmeyecek.
Biz, hepimiz sadece insanız. Kocaman evrendeki, dünya olarak isimlendirilmiş gezegendeki, aynı gökyüzünün altında yaşayan insanlarız sadece. Hiçbir şey bir insandan daha değerli olamaz. Mevlana, Yunus Emre bu topraklarda doğdu, bu topraklarda yaşadı.

“Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
ister kafir, ister mecusi,
ister puta tapan ol yine gel,
bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...
Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeliyiz,
Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeliyiz biz...
Beri gel, beri ! Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.”

Bu dizeleri bizden biri yazdı. Bu topraklarda yaşayan biri. Onların kanını taşırken, bu kadar bağnaz, bu kadar tutucu olamayız.

Orman kanunlarında bir hayvan bir hayvanı sadece yemek için öldürür. Aç kaldığı için. Zevk için ya da beğenmediği bir özelliği yüzünden ormanda bu güne kadar bir cinayet işlenmemiştir. Hayvanları düşününce, insan olduğum için utanıyorum.

Benim utandıklarımla gurur duyanlar için utanıyorum.
Benim gurur duyduklarımın aldığı cezalar ve bulunamayan failleri için utanıyorum.
Adım adım bu noktaya geldik. Şiddet ve linç toplumu olduk. Her gün gazatelerde okuduğum haberler karşısında ve bu haberlere yapılan yorumlar karşında hayrete düşüyorum. Bu tarz toplumsal değişimlerde hep eğitimin çok önemli olduğunu düşünürdüm. Her şey eğitimle başlar ve eğitimle çözümlenir, eğitim çok önemli derdim. Ama bugün “Adalet” diyorum.
Hepimiz için adalet!
Yılbaşında sokakta, herkesin gözünün önünde sıkıştırılan ve taciz edilen kadınlar için adalet,
Evinde kocasından dayak yiyen kadın için adalet,
Trafikte içkili, sarhoş araba kullanan katiller tarafından öldürülen bir insan için adalet,
Bankaları hortumlayan, ülkesini soyan, rüşvet alan ve her türlü yasa dışı işlere yardım edenler zevk ve sefa içinde yaşarken, gittikçe daha fakirleşen yoksullar için adalet,
Örümcek kafasıyla, kendince yorumladığı dine dayanarak ahlak polisliğine soyunan, “örf ve adetlerimiz böyle emreder” cümlesi altında kendi babası veya akrabası tarafından öldürülen kızlarımız için adalet,
Depremde çalıp çırparak yaptıkları binalar yüzünden ölen binlerce insan için adalet,
İşini doğru dürüst yapmayan insanların, açık bıraktıkları çukurlara düşüp ölen çocuklar için adalet,
Yol yapım çalışmaları bitmeyen ve bozuk yollarda kaza yapıp ölenler için adalet,
Okulda dövülerek eğitilmeye çalışılan öğrenciler için adalet,
Kötü işler için kullanılan, istismar edilen çocuklar için adalet,
Saatlerce ambulans beklerken ölen insanlar için adalet,
Hastanelerde, acil serviste parası olmadığı için ordan oraya gönderilen hastalar için adalet,
Doğduğu günden yıllar öncesinde başlamış, kendi yaşından daha büyük bir zamandır devam eden, terörle mücadelede, henüz çocuk sayılacak yaşta kaybettiğimiz yüzlerce kardeşlerimiz için adalet,
Haber alma özgürlüğü kısıtlanmış, tüm kanallarda beyin yıkamak için hazırlanmış aynı haber bültenlerini izlemek ve gazatelerdeki aynı manşetleri okumak zorunda kalan, magazin kültürüyle kandırılmaya çalışılan, gerçekleri öğrenemeyen hepimiz için adalet,
Sadece ve sadece düşüncesi yüzünden öldürülen tüm insanlar için adalet!
Hrant Dink için adalet, Uğur Mumcu için adalet…
Bütün bunlar cezasız kaldığı müddetçe daha kötüleri başımıza geliyor.
Bu yüzden en önemlisi;
Hepimiz için adalet istiyorum.
24 Ocak 1993 Pazar günü Ankara’ nın alnına sürülen kan lekesi hala üzerimizde.
Faili meçhul değil
Failler içimizde…

 
Toplam blog
: 73
: 5913
Kayıt tarihi
: 06.09.06
 
 

Yılın en uzun gecesinde doğmuşum. Bu yüzden midir bilinmez ruhlarımızın özgür kaldığı geceleri se..