Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Aralık '08

 
Kategori
Yemek - Mutfak
 

Hindi

Hindi
 

hindi


BİR YÖRE / BİR ÜLKE MUTFAĞI 13. [YENİ YIL MÖNÜLERİ-5]
Tamam, bizdeki yeni yıl kutlama geleneği "tamamen Amerikan" ve bunu da 20. yüzyılın başında Anadolu'da muazzam bir "dini faaliyet" içinde olan Amerikalı misyonerlere borçluyuz ama, bir de "hindi" meselesi var ortada.

Ben aslında bu yazılarımın bir tanesini, yılbaşı masaları dışında bir iki defa yaptığım "kestaneli hindi rostosu" tarifine ayırmıştım. Ancak, Milliyet Blog'da çok kaliteli ve pişirdiğinizde çok lezzetli olacağı kesin "hindi tariflerini" görünce (yazanlarının eline sağlık bu arada) bundan vazgeçtim. Onun yerine şu hindi meselesini biraz laflayalım dedim.

Yani bugün "laf salatası" yapacağım anlayacağınız. Umarım sıkılmazsınız.

Tarihine geçmeden önce biyolojik manada şu “kuşu” bir tanıyalım isterseniz: Hindi (Latince: meleagridinae), tavukgiller takımına bağlı sülüngiller familyası içersindeki bir alt familyadır. 17. yüzyıla kadar sadece Amerika kıtasında yaşadıkları için orijinlerine dair bilgi, kıtada yapılan arkeolojik çalışmalar ile hala aranmaktadır. Birkaç değişik türü olan hindinin en iri olanı doğu ve güney Amerika'da yetiştirilen meleagris gallopavo. Bu kuşların boyu 1 metreye kadar erişmekte. Doğada serbest büyüyen hindiler şubat-haziran ayları arasında yumurta verirler ve mart ayında itibaren ilk civcivler oluşmuş olur. Aralık ayının ikinci ya da üçüncü haftasında kesimleri yapılır. Tabi teknolojik kümeslerde yetiştirilen hindiler için bu takvim geçerli değildir.

Geçen yıl tüm yer kürede 4, 5 milyon ton hindi eti üretilmiş. Ve bunun 2, 5 milyon tonu ABD'de olmuş. Türkiye'de ise yılda ortalama 30-35 bin ton hindi eti üretilmekte imiş. Geçen yıl bu üretimin 32 bin tonu tüketilmiş.

Bence de bu kadar biyolojik bilgi yeterli. Şimdi şu meşhur kuşun adı üzerine, adının çeşitliliği üzerine biraz laflayalım. Özellikle bizim “hindistanlı” adını verdiğimiz bu kuşa dünyanın “turkey” demesinden rahatsız olanlara birkaç “bilgi” verelim. Yani bu çok hoş “fırsatı” bile kavrayamayan “yavan zekalılara” lafım tabi. Lahanaya “bürüksel” bu kuşa ise “hindistanlı” demek güzel ama...

Bir ülke coğrafyası içinde uzun süre yetiştirilen birçok besin maddesi, o “üretim sürecinin” kendi doğal sonucu olarak soyutlanarak, adlandırılır. Bir başka coğrafyaya geçiş yapan besinler de genellikle “orijinal” adı veya fonetik değişimler sonucunda o ada en yakın adlandırma ile anılır. Kimi besinler ise “çok fazla” adla anılır. Ve bu adlarda çoğunlukla, 17. yüzyıl gemicileri veya uzak ülke ile ticaret yapan tüccarları tarafından verilen adlardır. İşte “hindi kuşu” da bu anlamda çok hoş bir “etimolojik” serüven yaşamıştır.

Önce “turkey” ile başlayalım.
Amerika kıtasının keşfinden sonra yerleşmek için kıtaya ilk ayak basanlar, (biraz sonra şükran gününde detaylı anlatacağım) İngiliz Pilgrimler (hacılar) oldu. Ve bunlar Amerika'da ilk kurulan kentlerden biri olan New England'a yerleştiler. Kısa süre sonra da İngiliz tüccarlar bu kent ile alışverişe başladılar.

O dönem Akdeniz ticaretini de elinde tutan ve Anadolu ile Britanya adası arasındaki ticareti de gerçekleştiren “Levant Company” idi. Bu şirket Ada halkına, Anadolu'dan “Gine Tavuğu” getirir ve bir “pazarlama” tekniği olarak bu kuşları Turkey bird (Türk kuşu) veya Turkey cock (Türk horozu) adı ile satardır. Bir süre sonra bu firma halk arasında “Turkey Merchants” olarak anılmaya başladı. Kıtadan getirdikleri “hindi” de dolayısı ile bu adla satılmaya başlandı. Alfred CECIL'in yazdığı ve Türkçeye çevrilmeyen “A History of the Levant Company” adlı kitapta, bir dönem boyunca İngilizlerin tüm levantenlere, "turkey merchants" (ama hindi tüccarları) demeye başladıklarını belirtir. Yani “hindi” adı, Britanya ve dolayısı ile de Amerika kıtasına “turkey” olarak böyle girdi.

Peki neden bizde “hintli”?
Yine yukarıda andığımız “sözcük üreticisi firma” sayesinde.

Hindinin, Avrupa kıtasına girmesinden çok önceleri, Anadolu'da etkinlik gösteren Roma İmparatorluğu döneminden itibaren Afrika kökenli bir kuş olan “Gine Tavuğu” yetiştirilmekteydi. Ve genel görünümü itibariyle hindiyi “andırır” bu kuş, çok da sevilerek tüketilirdi. Ve bu tavuk halk arasında, “Hindistan'dan geldiği” düşünüldüğü için “hind'i kuş” olarak adlandırılmıştı. İşte bizim “Levant Company”, getirdikleri hindileri Anadolu'da kolayca satabilmek için aynı adı kullandı.

Fransızlar ise, Coloumbus'un Amerika'yı “Batı Hint Adaları” sanmasının yanılgısından kaynaklı bu “yeni kuşu”, Hint'ten gelen manasında cocq de l'Inde (hint horozu) olarak adlandırdılar. Daha sonra bu ad kısalarak “dinde“ oldu.

Hollandalılar da bu kuşun Hindistan'dan geldiğini sanarak adını, Hollandalı gemicilerin Hindistan'la ticaret yaptıkları liman olan “Kalikut” limanından türettiler. Kalikutse Haan (Kalikut horozu). Daha sonra bu ad “ kalkoen”e dönüştü. Ve tüm İskandinav ülkelerine de bu ad geçti.

Almanlar önce “kalkuhn” deseler de, daha sonra Turkische Hahn (Türk horozu) dediler ve bu ad da yıllar içinde değişerek “truthahn”a dönüştü.

Peki herkesin “Hindistan” kökenli ilan ettiği bu kuşa Hintliler ne dedi?
Onlar ise bu kuşun “Portekizliler” aracılığı ile Peru'dan geldiğini düşündüler. O dönemde Portekizliler, Peru'da koloniler kurmaya başlamışlardı ve Hintliler bundan yola çıkarak, bu kuşa o tarihlerde hindi yetişmese de “peru bird” adını verdi. Birleşik Krallığın çok uzun süren Hindistan işgali sonrasında da “turkey” demeye başladılar.

Yani boşuna dememişler değil mi: “düşünen hayvan” diye....
Peki bu 4, 5 milyon tonluk üretimin yarısını tüketen Amerika'için “turkey”in anlamı nedir?

Yani özetle “çok fazla”. Şu kadar ki Benjamin Franklin, konfederasyon kurulurken simgesi için “hindiyi” önermiş. Ama kabul görmemiş ve bugünkü simge olan “kel kartal” seçilmiş.

Evet...
Yazının konusu olmasa da burada biraz duralım ve Pilgrimler'den bahsedelim. 17. yüzyılda Britanya Adası'nda “muazzam” bir din tartışması yaşanmaktaydı. Bu muazzam çatışma Adadaki iktidarı elinde tutan sarayın “protestanlığı” ile çelişkiye düşen diğer protestan grup arasında yaşanıyordu. Kendilerine “püriten” adını veren bu “aşırı Kalvinci” grup, tanrı ile olan bağın kilise aracılığı ile değil, sadece kutsal kitabı okuyan birey ile kurulabileceğini savunuyordu. Çatışma boyutuna kadar ulaşan bu “mezhep” ayrımı sonucunda kendilerine “hacılar” (pilgrims') diyen grup 1608 yılında adayı terkederek, kendilerine ideolojik manada yakın olan Hollandaya doğru yola çıktılar. Ancak burada da duramayarak 1620 yılında kafileler halinde Amerika kıtasına doğru yol aldılar. Ve Plymouth Rock yakınlarında New England'ı kurarak buraya yerleştiler.

İlk grupla gelen 102 pilgrimden 46'sı ilk yıl açlıktan öldü. Bunu gören yerleşikler kızılderililer, bu göçmen gruba yardım etmeye karar verdi. Ve onlara önce yiyecek ve barınak verip ardından da “hindi” evcilleştirmeyi ve “mısır” ekimini öğrettiler. Üç yıl içinde pilgrimler düzenlerini kurabildiler ve yaşamlarını düzene soktular. Ve üç yıl önce onlara destek olan kızılderilileri, Vali William Bradford tarafından hazırlanan bir şölene davet ettiler. O günden itibaren de her hasat sonrasında bu şölen geleneği sürdü. Sürdü ama sonra “tarihin kara lekelerinden” bir yaşandı. Kısa sürede göçmenler çoğaldı ve güç dengesi “beyazların leyhine” değişti. Ve 1637'de bir İngiliz askeri birliği kızılderililerin yaşadıkları toprakları “gaspetmek” amacıyla harekete geçti. Ve 700 kızılderiliyi kadınlı çocuklu erkekli “katletti”. Bir yıl sonra, bu muazzam dehşeti kabullenemeyen ve babası Massaoit’in yaptıkları ile yaşadıklarını ilişkilendiremeyen yeni şef Metacom kolonistlere karşı müthiş bir ayaklanma başlattı. Ve bu ayaklanma batı tarihinde “Kral Philip Savaşı” adı verilen “bir sürek avı” ile bastırıldı. Çoğu kızılderili kuzeye, Kanada'ya kaçtı, kalanlar ise koloniciler tarafından köleleştirildiler.

Nereden nereye?

Evet... Halk arasında bu geleneksel şölen kutlanmaya devam etti. 1817'de Amerikan Sivil Savaşı sırasında kurulan Anayasa Meclisi bu günün ulusal bir gün olmasını önerdi ve New York eyaleti Şükran Günü'nü geleneksel bir gün olarak kabul etti. 19. yüzyılın ortalarına doğru diğer eyaletlerde de Şükran Günü'nü kutlanmaya başlandı. 1863'de Başkan Abraham Lincoln, Şükran Günü'nün ulusal bir bayram günü olmasını önerdi. Thanksgiving adıyla (Şükran Günü) bir ulusal bayram olarak kutlanmasına karar verildi. 1941 yılında dönemin ABD başkanı Franklin D. Roosevelt bu geleneksel şölenin tarihini, büyük bunalım sırasında duraklayan ekonomiyi canlandırmak için değiştirerek her yılın kasım ayının son perşembesine getirdi. Bu kutalama Kanada'da eski tarihi olan Ekim ayının 2. pazartesi yapılmaktadır.

Özetle hindili şölen masası kültürü, bir “thanksgiving” geleneğidir.

 
Toplam blog
: 49
: 8893
Kayıt tarihi
: 22.11.07
 
 

1964 İstanbul doğumlu, Ankara'da yaşayan İTÜ mezunu bir mimarım. 1991-1998 yılları arasında Mimarl..