- Kategori
- Kitap
İkinci Dünya Savaşı'ndan bir kesit: İSKANDİL romanı

Düşlerin kurulduğu, aşkların yaşandığı Akdenizin kısında savaş çığlıkları...
Kimi yerler var ki geçmişten anlamlı izler taşırlar günümüze. Acıları, sevinçleri, coşkuları, hüzünleri, umutları, yazgıları, kederleriyle… Kimi yerler var ki yaşanmış öyküleri, savaşları, olaylarıyla duyururlar adlarını tarihin derinliklerinden.
Düşlerin kurulduğu, aşkların yaşandığı, güneşin batışının izlendiği bir çok yerde, nice yoğun olayların yaşandığını düşünmeyiz, usumuza getirmeyiz belki de. Kimi deniz kasabalarının, kentlerinin kıyılarında acılı, sıkıntılı, kanlı, kıyımlı öykülerin yaşandığını, tarih kitapları yazmaz; ama yıllar sonra anlatılardan, söylencelerden, ağızdan ağza aktarımlardan bir romanın sayfalarında buluşmak olası.
Desem ki Bodrum’da yaşayan nice insan da oturdukları, söyleştikleri, düş kurdukları, seviştikleri denizin kıyısında bir savaşın izlerinin bulunduğunu düşünürler mi? “İkinci Dünya Savaşı'nın bir bölümünün Bodrum açıklarında yaşandığı gerçeği bilinse…” nasıl şaşırır kim bilir genç ve orta yaştaki Bodrumlular.
İşte bu unutulan, hatta bilinmeyen gerçeği şair, öykücü, roman yazarı Mehmet Atilla tarihin derinliklerinden çıkarıp seriyor önümüze. İskandil (*) romanıyla ayrı anlamlar içeren üç sözcükle doğup büyüdüğü, yaşadığı bu kıyıların 67 yıl önce yaşanmış öyküsünü tarihsel olgular ışığında ve kurmaca örgüyle hem savaşın sıcaklığını, hem aşkın ateşini duyumsatıyor okuruna. İsli, karanlık, kanlı dehlizlerden geçerek, denizin karanlık gecelerine kandil tutarak yeniden deşiyor geçmişi. Mehmet Atilla’yı bilenler bilir; ama kısaca tanıtayım istiyorum. 1959 Bodrum doğumlu olan Atilla, ilköğrenimini doğduğu kasabada, liseyi İzmir’de okur. Ankara’da Yüksek Teknik Öğretmen Okulunu bitirir. Samsun, Yozgat ve İzmir’de öğretmenlik yapar, 2003 yılında emekli olur. Şimdi İzmir – Bodrum arasında değişmeceli olarak yaşamını sürdürüyor. Mevlüt Kaplan Çocuk Öyküleri Yarışması’yla (1996) ilk ödülünü alan Atilla, Ankara Öykü Günleri’nde Leylâ Erbil Öykü Ödülü (2000), Bilgi yayınevi e-kitap Öykü Ödülü (2002), Abdullah Baştürk İşçi Öyküleri birinciliği (2007) ile ödül sayısını artırdı. Şiir alanında ise 1996’da PEN Edip Cansever Şiir yarışması ile 1999’da Arkadaş Z.Özger Şiir Yarışması’nda özel ödüllere değer görüldü. Mehmet Atilla’nın 15’e yakın çocuk ve gençlik yazını alanında kitabı yayımlandı. Beşinci Tat Şiirleri adlı şiir kitabıyla, Sancı Yılanı adlı bir öykü kitabı da bulunuyor.
Yunanistan’ın İstanköy adasıyla Bodrum’un Akyarlar (Eski adı Kefaluka) beldesi arasında yaşanan olaylara, İkinci Dünya Savaşının yakınımıza dek gelen seslerine, kaçışlarına, kanlı sahnelerine bir pencere açar Mehmet Atilla İskandil’le. Eylül 1943…Bodrum o günlerde nasıl da suskun! Gündüzleri neyse de gece olunca tuhaf bir tıslama kaplıyor ortalığı.Yağ kandillerinin, gaz lambalarının kederli ışığı değişik bir giz katıyor bu sese;iyi ki çocuklar var, onlar da olmasa ağır bir örtünün altında kımıldama zorluğu çeken yaratıklar gibi dolaşacak insanlar.”
İkinci Dünya Savaşı topraklarımıza girmese de yakınımızdaki Yunan adalarında İngilizler ve Almanlar tarafından paylaşım savaşı yaşanmaktadır. Her ikisi de bu adaları basamak olarak kullanmak ister. İşte bu savaşın gelişimi içinde, Ege denizinin güz dalgaları kıyılarımıza çok sayıda cesedi getirmektedir. Sadece cesetler değil elbette, İstanköy’den kaçan sığınmacılar da yeni bir yaşam savaşına katılırlar bu kıyılarda. Bir bakıma sığınmacılarla savaşın etkilerinin duyumsandığını vurguluyor yazar.
Yunus Bey, Merih ve Burcu’yla güncelleşen romana geçiş yaptıktan sonra, Bodrum’u üne kavuşturan, önemini çoğaltan, Bodrum’la özdeşleşen Halikarnas Balıkçısı çıkıyor karşımıza. Romanın geçtiği yılları düşündüğümüz zaman, Balıkçı’nın savaşın yaşandığı yıllarda Bodrum’da yaşadığını anlıyoruz. Yazarın böyle bir rastlantıyı kaçırmadığını, romanda anlatıldığı gibi Halikarnas Balıkçısı’nın halk ile dış dünya arasındaki bağlantıyı sağlamasının etken olduğunu sanıyoruz. Üstelik bu olgu romanın kurmaca yapısına bir gerçeklik, bir varsıllık da katıyor. “Cevat Şakir, kahvenin sürekli gelenlerinden. Evi yakın nasılsa, halkın da dört gözle yolunu beklediğini biliyor. Ellisini aşmış ama coşkulu tavırlarıyla, gürül gürül konuşmasıyla gittiği her yere öyle bir enerji taşıyor ki, söze başladığında ateşe gaz dökercesine parlıyor dilindeki sözcükler.” Balıkçı hem savaş haberlerini radyodan dinliyor, hem de sabırla, yüksünmeden yanındakilere anlatıyor. Balıkçı yorumluyor olanı biteni. Savaş eğer bize de sıçrarsa, Bodrumlular için de balık, sünger işi bitik!
Roman, kurmaca bir yapı içerse de savaşın yaşandığı yıllardaki olaylar, geçişler, aşklar gerçekçi dil ve anlatım olanaklarıyla anlamlı bir boyut kazanıyor. Eğitmen olgusunu da yeniden anımsatıyor romanın kahramanlarından önemli birisi olarak. Böylece Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan döneminde başlayan, Hasan Âli Yücel’li Köy Enstitüleri’ne giden yolu açan “eğitmen” olgusunu heyecanla yeniden izliyoruz.
Eğitmen Yücel’le karşı adadan Kefaluka’ya kaçıp gelen Halil Amca’nın kızı ganimetçi, batakçı, kaçakçı Necmi’nin karısı Elif arasındaki ilişki merakımızı kamçılayıp duruyor. Elif’in babası Halil amca da çok şikâyetçi Necmi’den. Elif’se büsbütün uzak ve yaban kocasına karşı. Böylesine bir durumda onu çıkmazdan kurtaran ise eğitmen Yücel oluyor. Kararsızlık, utangaçlık, pişmanlık açmazına karşın tutku, istek, sevgi, aşk üstün geliyor.
Kurmaca olaylar, anlatılar romanın tarihsel kimliğine farklı bir tat katarken, romanın kendi gerçekliğini de ana karakterlerle, yaşanan aşklı sahnelerle, beklenmeyen bir cinayetle, bağlantılarla, araya giren küçük ayrıntılarla da yakalıyoruz. Konya’dan gelen Çerçi İsmet’i buluyoruz romanın bir yerinde. Çerçi’yle Yücel’in dostluğu cinayete giden bir yolu da açıyor sanki. Eğitmen Yücel’in Elif’in kocası Yücel’e yönelik korkutma, sindirme, ürkütme planının bir cinayete dönüşmesinde çerçinin istemeden destek çıkmasını şaşkınlıkla izliyoruz. Ne var ki aşkın insanın gözü nasıl kör ettiğini, dahası aşk adına nelerin göze alındığını bu acıklı sahnelerle bir kez daha anlıyoruz.
Mehmet Atilla roman dilini de yakalamış. Şairliğinin dil ve anlatım ustalığını romanında da başarıyla sergiliyor. Ege havasını, akışını, sürecini iyi izliyor. Sıkmıyor okurunu. Anlatımındaki sıcaklığı, rahatlığı sonuna dek sürdürüyor. Sözcüklerini iyi seçiyor, tümceler sırıtmıyor. Türkçeye gösterdiği özeni seviyorsunuz. Şairliğini olur olmaz yerde işine karıştırmıyor. Ancak şiirin sessiz kıpırdanışlarını da zaman zaman duyumsuyorsunuz. Atilla, romancı kimliği ile işini sağlıklı biçimde yerine getiriyor. Bence sıkılmadan okuyabileceğiniz bir roman olmuş. Heyecan, merak olgusunu da yansıtmış.
(*) İskandil, Mehmet Atilla, Şenocak Yayınları 2009, 297 sayfa