Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Temmuz '10

 
Kategori
Sinema
 

Inception filminin Tanrı'nın varlığı üzerine söyledikleri

Inception filminin Tanrı'nın varlığı üzerine söyledikleri
 

Inception filmini büyük bir hayranlıkla izledim. Cristopher Nolan isimli, Memento ve Dark Knight gibi filmlerin yaratıcısı tescilli sinema zekası, bir sanatçının imgelem ve teknik gücü birleştirerek sanatı hangi mertebelere ulaştırabileceğini bu filmde de göstererek bende sahici bir gıpta uyandırdı. Son zamanlarda izlediğim en iyi filmdi klişesi vardır. Bu, bir ay içinde vizyon ve DVD dahil üç ay içinde yüze yakın filmi görebilmiş benim hiç kuşkusuz son zamanlarda izlediğim en iyi film.

Baş rolünü rüyaların oynadığı bir film Inception. Türkçe’ye ilgisiz biçimde Başlangıç diye çevrilse de Inception’ın filmde geçen manası “Fikir Ekimi.” Filmde insanların rüyalarına girip rüyaların içinde onlardan fikir alıp onlara fikir verebilen bir adamın öyküsü anlatılıyor ve filmin ana teması rüya içi oyunlar ve rüya-gerçeklik nüanslamalarından oluşuyor.

Leonardo DiCaprio’nun canlandırdığı Cobb karakterinin yeteneği rüyaların içerisinde dolanabilmek değil. O imkanı ona Amerikan ordusunun askerlerine yaralamalı, ölmeli gerçek savaş deneyimi yaşatabilmek için hazırladığı bir makine veriyor. Cobb rüyaların içinde dolanırken onları ustalıkla maniple etmeyi başarabiliyor ki bu onun eğitim ve meslek alanı. Bu makineyi kullanarak karısıyla yolculuk ettiği ikincil gerçeklikler ve bu gerçekliklerin karısının üzerinde bıraktığı hasar filmin duygusal akışına da temel oluyor ve “bir sebeple” Amerika’da bulunma olanağı kalmayan Cobb’un ülkesine dönmek ve çocuklarına kavuşmak isteğiyle üzerine aldığı vazifenin bu temelde güçlüklerine, ilginçliklerine ve muazzamlıklarına tanık oluyoruz.

Ellen Page, mimarlık öğrencisi Ariadne rolünde. Rüyaların nasıl kurgulandıklarını, nasıl tuhaflıklar ve geçişkenliklere sahip olduklarını önce onun gözünden izliyoruz filmde. Cobb’un “bir sebeple” birkaç takıntılı etken dışında kendi rüyalarında oynama şansı bulunmadığından Ariadne ilgili kişilere gösterilecek rüyaların temel tasarımını yapma vazifesini alıyor, ancak vazife sırasında görülen rüyalar, rüyada fikrinin değiştirilmesi lazım gelen hedef kişinin savunma mekanizmasıyla da birleşince, kuşkusuz, temel tasarımı çok aşan varyeteler ortaya koyuyorlar.

Fikirlerinin değiştirilmesi gereken o kişi, kahramanlarımızla birlikte, dört-beş katman halinde, aslında aynı nesnel zamanı, her farklı katmanda çoğaltarak yaşıyor hikayede. O fikrin değiştirilmesi için film boyu farklı zaman katmanlarındaki risklere karşı, yerçekimsiz ortamlarda, akıl almaz mimari mekanlarda farklı ve hepsi birbirinden ilgi çekici mücadeleler izliyoruz.

Filmin sordurttuğu temel sorular, neyin yalan, neyin gerçek olduğu ve gerçekliğin mi düşün mü üstün olduğu üzerine.

Bazen gerçeklerle rüyaları ayıran, incecik çizgiler bulunuyor ve yakalanamayabiliyor filmde. Fakat bilinmesi gerekli gerçeklikleri, son sahnedeki gibi, gösteren belirgin işaretler var ve aslında, gerçeklik duygusuyla zaman zaman oynayarak da olsa, akış boyunca da rüyada olup olunmadığı, hangi rüyadan hangi rüyaya geçildiği bir şekilde beynimize çakılmak isteniyor.

Yusuf-Hz. Yusuf ve asansör metaforları bence önemli. Bunları biraz daha düşünerek izlemek yeni izleyiciler için faydalı olacaktır. Bunun yanında rüya-uyku muhasebesine dair, düşme-dürtme-eğilme gibi geçiş tepkilerinin içerdiği göndermeler ve yol verdirdiği manalar da, geçirdiği bir hastalık nedeniyle uyku meselesine kafayı fazla takmış Nolan’ın bize filmin anlatımını güçlendiren hediyeleri gibi görünüyorlar.

Bu denli katmanlı ve zor bir filmin anlaşılmayan tarafları mutlaka var; büyük olasılıkla benim tespit edebildiğimden de fazlası var. Ancak daha ilk bakışta, yaşlı Saito’nun gerçekliğe dönme biçimi, rüya makinesinin aynı rüyanın içine farklı kimseleri atıp onları aynı rüyaya sebep ve biçim gösterilmeksizin ortak edebilmesi izleyicileri soru işaretleriyle rahatsız ediyor. Şunu da eklemeli, Dicaprio, Watanebe, Page’in iyi oyunculuklarına karşın Cotillard’ın Di Caprio’yla büyük bir aşk ilişkisi içerisinde olabilmesine imkan vermeyen kimya uyuşmazlığı daha iyi bir oyuncu seçimi için “acaba” dedirtir cinsten.

Bir filme “büyük film”, “efsane film” gibi sıfatların bahşedilmesi için o filmden izlendikten sonra da akıllardaki karmaşasını sürdürmesi, mantıksal ve duygusal yönden kalıcı etkiler bırakması elzemdir. Bunu başarıyor Inception. Sanırım dikkatli izleyicilerin büyük çoğunluğunun seyrinden sonra bazı felsefi-metafizik sorgulamalara sürüklenmesine neden olmuştur.

Benim –hem izlerken hem çıkışına-filme dair en ciddi sorgulamam Tanrı’nın varlığı üzerine düşündürdükleri ile ilgiliydi.

Düşünün. Rüya içinde beşinci rüyayı yaşıyoruz. Bu rüya aslında kendi aklımızca kurgulanmış. Ondan daha gerçek bir katman var; dördüncü katman, biz yine bilmiyoruz ama bu da aklımızın kurgusu. Rüya içinde ikinci, üçüncü rüya, hissettiğimiz ve sahteliğinin farkında bile olmadığımız gerçeklik aslında hep bizim kurgumuz. Birinci rüya; sahteliğinin farkında bile olmadan içinde bizi yaşatan bu rüya sadece bizim aklımızın bir kurgusu. Ve rüyadan uyandığımız gerçeklik. Bu gerçeklik, yalnız bu gerçeklik bizim kurgumuz değil, fakat birilerinin kurgusu olması şart, o halde kimin kurgusu?

Şu anda yaşadığımız gerçeklik de aslında aklımızın bir kurgusu diyelim. Buradan uyandığımızda daha üst bir katman, daha sahici bir gerçekliğe ulaşacağımızı varsayalım, o da bir rüya olsun, ondan da daha sahici bir gerçekliğe uyanalım, böyle böyle sürekli uyanalım, sürekli daha gerçek bir gerçekliğe doğru uyanlım, fakat ilelebetlik sağlayamayacağına göre sonunda, tüm bu rüyaların bir asıl gerçekliğe, bizim beynimizde kurgulanamayan bir temel gerçekliğe dayanması gerekmeyecek midir? Bu gerçeklik kimden çıkmış, neyin gerçekliğidir?

 
Toplam blog
: 108
: 2011
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

İsmim Burak Çapraz. Buraya başladığımda 21'dim, öğrenciydim. Bir okul bitti ama hala öğrenciyim. İl..