- Kategori
- Sosyoloji
İntihar Olgusu...(2)
İNTİHAR OLGUSU VE TOPLUMSAL ETKİLERİ
Prof.Dr. Sabri ÇAKIR/Sosyolog
İNSAN NEDEN İNTİHAR EDER?
Hayatı doyasıya yaşamak varken, gerçekten insan neden intihar eder ya da canına kıyar? Bu soruya, yüzyılı aşkın bir zaman sonra da olsa “intihar kuramı” konusunda hiç kimsenin eline su dökemeyeceği sosyolog Durkheim’in paradigmasından hareketle yanıt üretmeye çalışalım. Durkheim “İntihar” adlı yapıtında ilk kez intihar olgusunu sosyolojik boyutu ile inceleyen ve sınıflandıran modern sosyolojinin kurucularındandır.
“İntihar”(1897) da Durkheim, insanların yalnızca, arzularını gerçekleştirmelerini sağlayacak araçlara sahip bulundukları zaman mutlu olabileceklerini öne sürer. Kendi başlarına ele alındığı zaman insani arzular sonsuzdurlar ve insan doğasının bu gerçeği zorunluluktan intihara neden olur. Toplumların, bu ulaşılmaz araçlar sorununun üstesinden gelmek üzere gerçekleştirdikleri model, sadece ulaşılma olasılığı bulunan belirli amaçlara “izin veren” bir normlar çatısının düzenlenmesiyle insani arzuları sınırlamaktır. Anomi bu çatının yıkıldığı, amaçların araçları tekrar aştığı, intihar olayının, ortaya çıkan durumun adıdır[1]. Amerikalı sosyolog Merton ise, kültürel amaçlar ve bu amaçlara ulaşmayı sağlayacak kuramsal araçlar arasındaki kopukluğun bir sonucudur anomi. Merton’a göre, toplum barındırdığı kültürel hedeflerin edinilmesi için kurumlaşmış araçları sağladığında anomi var olmaz. Fakat kültürel hedefler ve kurumlaşmış araçlar çakışmazsa anomi ya da uyumsuzluk ortaya çıkabilir[2]. Demek ki birey, toplumsal ve kültürel gereksinmelerini karşılayacak araçlara ulaşamadığı zaman intihar ediminde bulunur. Örneğin“Çocuklarımabakamıyorsam, çocuğuma bir pantolon alamıyorsam niye yaşıyorum ki ?” diyen babanın; “ çocuklarım aç ...” diyerek kendini yakan babanın yakarışlarını unutmayalım! Yine, “ yemek kartımda bir liram kalmış, gidecek yerim yok!”diyen yoksul öğrencinin; “ borçlarımı ödeyemiyorum, kimseye kızgın değilim...” notunu bırakan babanın; “maddi ve manevi imkânsızlıklara dayanamıyorum...” diyerek canına kıyan öğretmenin intiharı gibi olaylar bu gruba girer.
Bu bağlamda olguya baktığımızda, tarihsel süreç içinde farklı toplumlarda farklı nedenlerden kaynaklanan, farklı sıklıklarda görülen intihar olayı, sadece psikolojik ya da psikiyatrik bir sorun olmadığını görürüz. Sosyo-ekonomik ve kültürel yönleri ağır basan, toplum ve aile yapısındaki normatif, töresel ve baskıcı gelenekler, babaerkil otorite korkusu, cemaat baskısı (Enes Kara’nın intiharında olduğu gibi), şiddet; işsizlik, yoksulluk, aile yapısındaki parçalanma, boşanma vb. sorunlar intihar olgusunun toplumsal bir sorun olarak ele alınmasını, çözümler üretilmesini de gerekli kılar. Kendi toplumumuzdaki genç kız, kadın, işçi, öğrenci, öğretmen, polis vb. intiharların bu nedenlerden kaynaklandığını görebiliriz.
İntihar olayı, evrensel bir hastalık ya da sorun olarak toplumdan topluma, kültürden kültüre farklılık göstermektedir. Örneğin bazı ilkel toplumlarda yaşlı bireyin intiharı seçmesi, gelişmiş bazı toplumlarda ise, bireyin en ufak başarısızlıkta kendini suçlu görerek canına kıyması normal bir davranış olarak kabul edilmektedir. Dinsel inanışları için kendilerini kurban edenler(tarikat ve cemaatlerde olduğu gibi), Japonların herhangi bir başarısızlık nedeniyle “harakiri” yapmaları bu gruba girer. Bu tür intiharlarda en büyük etken inancın, geleneğin insan bilincindeki etkisidir. Bizde ise hangi neden ve hangi koşullarda olursa olsun intihar olayı normal bir davranış olarak kabul edilmez. İslam’a göre “Allahın verdiği canı Allah alır” inancı gereği, intihar edenin arkasından yas tutulmaz, dinsel tören yapılmaz ve cenaze namazı kılınmaz.
İntihar, bir protestodur, içinde bulunduğu sosyal çevreye, kötü koşullara, baskılara, korku ve endişelere başkaldırıdır. İntihar, belki de baskıcı törelerden, aile içi şiddetten, mutsuzluk, umutsuzluk, isteksizlik, ilişkisizlik, karamsarlık, suçluluktan kurtuluşun adıdır. Makro düzeyde devlete, topluma, dine, ekonomik sisteme, aileye karşı bir tepkidir. Bir yardım isteme çağrısı olarak da yorumlanan intihar, içinden çıkılamayan olaylardan, acındırma duygularını zorlamaya yönelik bunalımlardan kaçıştır, kurtuluştur. Tabii kimine göre de toplumsal sorunları benliğinde duyan, sorumluluk taşıyan insanların ölümle sonuçlanacağını bilerek, bireysel çıkışı ya da aydınlık için olmasa da kendini karanlığa atmasıdır.
SONUÇ
İntihar olayının biyolojik, dinsel, töresel, toplumsal, ekonomik ve siyasal kökenleri vardır, tıpkı cinayet olayların da olduğu gibi. Bunları araştırıp kök nedenlerini yani intiharın neden-sonuç ilişkisini ortaya çıkarmadan, acımakla, duygusal davranışlarla soruna çözüm bulamayız. Bu tür olayların çözümünde politikacılar, devleti yönetenler kendi görevlerini hakkıyla yapsalar, sorunların nedenselliğini ve çözümünü eğitimcilere, psikolog ve sosyologlara bıraksalar, çok daha başarılı sonuçlar alabiliriz.
İntihar, kadına karşı şiddet ve cinayetlerin, çocuk tacizleri vb. psiko-sosyal depresyonların tedavisinde eğitim-öğretim, öğretmen ve aile çok önemli üç unsurdur. Bu ögelerin çocuğun sosyalleşmesinde çok dikkatli olmaları, tek yönlü kültür aşılamaktan kaçınmaları gerekir. En önemlisi de eğitim-öğretimin ilk aşamalarından başlamak üzere okullarda “Bilişsel Gelişim Kuramı” uygulanmalı, çocuğun kendi geleceğini kendisinin tayin etme yeteneğinin kazandırılmasıdır. Eğitimin görevi, yaşamak ve başarmak için çocuğa yardım etmek, özgürce düşünmek, kendi kararlarını verebilmek olmalıdır.
Yüzyıl önce, “Çocuk Yüzyılı” adlı yapıtıyla ünlenen İsveçli Elen Key, “Çocuğu rahat bırakmamak, geleneksel pedagojinin en büyük cinayetlerindendir.”der. Yine, “çocuğa içinde yaşayacağı güzel bir hayat yaratmak amaç olmalıdır.” sözleriyle, eğitim ve öğretimde uygulanacak yöntemi ve çocuğun gelişimini anlatmak istemiştir.
Eğitim ve öğretimin temeli olan bu görüş ve kuramları, çağın bilim ve teknolojisine uygun olarak uygulamazsak bu konularda bir düzelme, iyileşme yapamayız. İntihar gibi anomik kopuşları da önleyemeyiz. Hele de ortaçağdan kalma hurafelerle örgütlenen cemaat ve tarikatların çocuklarımızı eğitmesine, yönetmesine ve kendilerine benzetmesine müsaade edersek, gençlerimizin karar verme süreçlerini ve geleceğini kurmalarını engeller, onları üniversite sıralarında bile tarikat ve cemaatlerin pençesi altında intihara sürükleyebiliriz!