Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mayıs '14

 
Kategori
Yolculuk
 

Istrancaların Ortasında Yurdun En Küçük İlçesine Yolculuk...

Istrancaların Ortasında Yurdun En Küçük İlçesine Yolculuk...
 

Kofçaz genel görünüm


Gün ışımadan yola koyulmak lazımdır günübirlik yolculuğa çıkacaksan eğer... Gideceğin yeri, insanları, doğayı bekletmemek ve geride kalanları da fazla yormamak ve bunun için de erken kalkıp son hazırlıkları yaptıktan sonra "vira bismillah" yollara düşüp, günün ilk ışıklarını yolda selamlamak gerek.

İstanbul'dan Trakya'ya gidişler her zaman keyifli olmuştur benim için. Yurdun içinde ayrı bir yurttur orası kendine has kültürü, insanı ve doğasıyla. Trakya'da gezilip görülecek o kadar çok yer, yapı ve insan var ki.. seçmesi bile keyif veriyor insana!  Bugün yolculuk; Kırklareli'nin kuzeyinde, Istranca Dağlarının ortasında, Bulgar sınırına yaslanmış olan Türkiye'nin en küçük ilçelerinden Kofçaz'a.

İstanbul il sınırlarını Çatalca'nın Binkılıç kasabasından sonra geride bırakıp Tekirdağ'ın Saray ilçesine varıyoruz. Saray, ilin en kuzeydeki ilçesi ve Karadeniz'e doğru sokulan tek yeri. Saray'dan transit geçerek eski İstanbul-Kırklareli yolu olarak da bilinen yoldan ilerleyip sırasıyla Vize ve Pınarhisar kasabalarını ve yolboyunca irili ufaklı dizilmiş Trakya köylerini geçtikten sonra Kırklareli Vilayetinin merkezine varıyoruz. Şehir merkezine girişte bizi yolun sağına ve soluna konuşlanmış büyükçe bir askeriye ve şehir nüfusunun 62000 olduğunu belirten bir tabela karşılıyor. Kalabalık bir nüfusa sahip olmamasına rağmen kent merkezi diğer Trakya şehirlerinde olduğu gibi hareketli. Bunda Trakya'da kadının toplumsal yaşama serbestçe dahil olmasının önemi büyük! Her yer de Türk bayrakları asılmış. Evet bugün 19 Mayıs! Kent merkezinde vilayet meydanı önündeki börekçide börek ve çayla  karnımızı doyurup kısa bir şehir turundan sonra kuzeyde ve dağların içinde bizi bekleyen -ya da doğrusu beklemeyen!- Kofçaz kasabasına doğru yola koyuluyoruz. Tam şehir çıkışında tanklar ve askeri araçlardan oluşan konvoy bayram kutlamaları nedeniyle şehre doğru giriiş yapıyorlar. Bizde gururla izleyelim derken önümüzde biri bozuluyor ve konvoyun nizamını da bozmuş oluyor. Kameralarımız kayıtta iken "eyvah! diyoruz bu tankın askerliği bitmez:) ... Konvoyla biz ters istikametlere doğru ayrılıyoruz. Yolboyunca büyük büyük taşlar ve kayalar sanki insan elinden, bir heykeltraşın elinden çıkmışçasına devasa boyutlarıyla öylece duruyorlar tarlaların ortasında. Anlaşılan insanlar bu taşlar yüzünden ekip biçememişler tarlalarını. Biraz daha yol aldıktan sonra artık ne şehir, ne taşlar ne de tarlalar kalıyor artık! Bundan sonrası Istranca Dağları'nın kontrolünde. Her yer orman ve dere çatakları... Dereboylarında birçok piknik yeri mevcut; ama öyle İstanbul'daki gibi paralı olanlardan değil! Zorunlu olarak dere yataklarına paralel uzanan yol bol virajlı ve oldukça keyifli. Birkaç köy sapağı ve Elmacık köyünün ortasından geçtikten 10 dakika sonra bir yokuşun inişine geçerken karşıda Kofçaz kasabası beliriyor. Tam tepede durup resim çekiyoruz. Araca binip kasabaya doğru ilerliyoruz. Kırklareli şehir merkezinden ayrılalı 40 dakika olmuş ve 27 km yol katetmişiz. Kasaba girişinde nüfusun 1100 olduğu yazılı ama ahaliye göre 750 kişi ya var ya yok! Şaşırıyoruz, nasıl ilçe olmuş burası o zaman? Burada da bayraklar asılmış her yere. Kutlamalar bitmiş, çelenkler öylece duruyor Atatürk büstünün önünde ve hiçbirinde çiçek yok! Kahve gibi bir yerin bahçesine oturup çay söylüyoruz. Yan masadaki 4-5 kişiden -biri takım elbiseli belli ki ekabirden- ve ortalıkta gezen resmi giyimli bir zabıtadan başka pek kimseler görünmüyor meydanda. Zaten farklı birşey de beklemiyoruz. Çayları içtikten sonra ülkenin batısındaki ve en kuzeyindeki bu kasabada gezip görülecek biryer olmadığını anlayınca Kofçaz'ı kendi haline ve yalnızlığına bırakıp Bulgar sınırına doğru yola koyuluyoruz...

Yol asfalt ve yokuşlu, rakım yükseliyor. Taştepe Köyünü geçtikten sonra Topçubaba diye bir tabela görüyoruz. Acaba ne ola ki? Tabela istikametinde ilerleyip Terzidere adında dereboyuna kurulmuş bir köyü geçiyoruz. Haritaya göre bundan sonra Topçular Köyü görünüyor ve sonrası Bulgaristan. Biraz daha ilerledikten sonra Topçular Köyü görünüyor. Kıvrılarak çıkan rampadan sonra köyün içine varıyoruz. Kahvede birkaç kişi oturmuşlar bizi görünce şaşırıyorlar doğal olarak. Selam veriyoruz ve Topçubaba tabelasının gösterdiği yere doğru gidiyoruz. Köyün hemen üstünde bir düzlükte ve köy mezarlığının içinde yığma taştan örülü, badanalı ve tek göz bir yapı ve yanında 3 insan görüyoruz. Arabayı durdurup mezarlığın içine giriyoruz. Köylülere selam veriyoruz ve birinin muhtar ve aynı zamanda Topçubaba Kültür Derneğinin Başkanı olduğunu öğrenince soruyoruz: Burada ne var? Köylüler Trakya insanı hemen kaynaşıp başlıyorlar anlatmaya: Burası Topçubaba'nın türbesiymiş. Topçubaba Osmanlının Rumeli fetihlerinde "evlad-ı fatihan" olarak bilinen askerlerindenmiş. Adının Mahmut olduğu bilinirmiş. Bektaşi dergahından olup ermiş birisiymiş. Burada yattığı varsayılıyormuş. Köylülere soruyoruz siz de Bektaşi misiniz diye? "Evet, alevi-bektaşi mensubuyuz" diye cevaplıyorlar. Çok ilginç geliyor bana Trakya'da Alevilik. Daha sonra köylülerden öğreniyoruz ki Kofçaz ilçesinin 16 köyünden 13 tanesi alevi-bektaşi köyüymüş. Ve dahası Trakya'da sadece burada değil birçok yerleşimde bu inancın yaşandığını öğreniyoruz. Muhtar bize bilgi vermeye devam ediyor: "her yıl haziran ayında okullar kapandıktan sonraki haftasonu burada Topçubaba Şenlikleri yapılırmış. Civardaki diğer köylerle beraber Topçular Köyü sakinleri imece usulüyle yüzlerce koyun, kuzu, inek ve tavuk keserler ve büyük kazanlarda pilav haşlarlarmış. Yurdun birçok yerinden ve yurtdışından binlerce alevi-bektaşi toplanıp semaha dönerlermiş. Ünlü aşıklar, ozanlar ve türkücüler de gelirlermiş. Ali Ekber Çiçek de ölmeden birkaç sene evvel gelmiş şenliğe...Türbenin alçak kapısından içeri bakıyoruz; aleviliğe özgü kırmızı ve yeşil renkte çaputlar, bezler ve örtüler içinde bir sanduka ve bir bağış kutusu göze çarpıyor. Tarım ve hayvancılıkla geçinen bu dar gelirli insanların geleneklerini yaşatmak için ceplerinden masraf edip hayvanlarını şenlik için kurban vermeleri geliyor insanın aklına ve o bağış kutusunun değeri daha da anlamlı oluyor o an insanın gözünde. Bu arada artık öğlen vakti geçilmiş ve Trakya üzerinde hava günlük güneşlik olmuştu. Tepede olmanın verdiği güzellik ve manzaranın çok geniş olması insanı kendine hayran bırakıyor. Manzaranın çok güzel olduğunu söylediğimizde Muhtar  "eskiden hava açık olduğunda biz buradan Selimiye Camisinin minarelerini görürdük" deyince inanamadık. Burası nere Edirne merkezi nere? Hem neden artık görünmüyor ki? Sebebi basit: alabildiğince yapılaşma ve tokileşme!!!  Veda vakti geliyor ve Topçular Köylü alevi canlarla vedalaşma zamanı geliyor. Tekrar köyün içine gelip kahvenin önündekilere bakkal soruyoruz. İçlerinden biri yöresel şiveyle "te şindi gitti beya Dadlıpına Küyüne gitti" deyince bakkalın nasıl birşey olduğunu merak ediyoruz. Nasıl gitti der gibi adamın yüzüne bakıyoruz. Adam arabaya yanaşıp "durun beya ben sizi  götüreyim te oraya" deyip arabaya binip başlıyor anlatmaya "bizim burlarda bakkal yok beya arabylan gelir dolaşır gider, alan alcağını alır ondan sonra öteki köylere gider, köy köy dolaşır anlıcanız..." Yol sağlam bir stabilize asfalt yok. Köylünün adının Mahmut olduğunu öğreniyoruz. Mahmut Aga içki ve sigaradan olsa gerek ağzında dişleri tek tük kalmış, giyimi kuşamı ve şivesi bildiğimiz Trakyalı fakat inancı Bektaşilik.."köyde cami var ama giden yok, imam vardı bi aralar o da gitti, Kenan Evren yaptırdı camiyi" diyor. Bu arada onun Dadlıpına dediği yerin haritaya göre Tatlıpınar Köyü olduğu ortaya çıkıyor. 10 dakikalık yolculuktan sonra Tatlıpınar'a ve dolayısıyla bakkala varıyoruz :) "aha te orda bakkal be" diyor beyaz pikabı göstererek.. Bakkalda yok yok maşallah kırkambar gibi... Soğuk içecekleri özellikle Trakya'da olduğumuz için bol bol alkol de stoklamış buzdolabına. Kumanyalarımızı alıp bakkaldan iniyoruz. Bakkal bize göre günün volesini vuruyor. Hesabı keserken gözlerinin parıltısından anlıyoruz bunu:) Mahmut Aga'yı da alıp tekrar Topçular Köyüne doğru yola koyuluyoruz. Aga sanki bizi yıllardır tanıyormuş gibi başlıyor fıkralar anlatmaya:) Fıkraların komikliği Trakya şivesi ve adamın dişlerinin olmamasından gelen anlatımla birleşince kahkahalar havada uçuşuyor... Biz güldükçe o daha da çok anlatmak istiyor... Köye varıyoruz ve ateş yakıp yemek yiyoruz. Mahmut Aga'nın koyunlarını ziyaret edip vedalaşıyoruz. Artık dönüş yoluna koyulma vakti geliyor ve biz geldiğimiz yoldan değil de Bulgaristan hududuna paralel köy yollarını takip ederek Dereköy'e varıyoruz. Buradan İstanbul dönüş yolculuğu başlıyor ve bu sakinlikten kopup kaotik şehrin caddelerine doğru ilerlemeye başlıyoruz....

 

 
Toplam blog
: 34
: 10895
Kayıt tarihi
: 14.05.14
 
 

Kamu yönetimi ve sosyoloji öğrenimi... Tarih bölümüyle devam eden öğrencilik... Siyasetbilim, top..