- Kategori
- Deneme
İyi şanslar sevgilim (8)

XVIII
Hayat herkes için duygular kadar kolay, duygular kadar zordur. Bir insan yaşadığını duygularınca anlar. Bazı duygular bazen o kadar basit, bazıları ise bazen o kadar karmaşıktır. Babalık duygusu ne kadar basitse, aşk duygusu bir o kadar komplikedir. İnsan hayatını anlamlandırmaya çalışırken düşünce ve duygu bütünlüğünü sağlamaya çalışır. Bu dengeyi kurmak her zaman o kadar kolay olmayabilir. Hayat tecrübesi, yaşamışlık, bu dengeyi sağlamak konusunda en büyük yardımcıdır. Bu tecrübe de ancak o duygu en az bir kez yaşanıldıktan sonra ortaya çıkar; bazen birkaç kez, bazen de nice yaşamalara rağmen hiç! Hikmet bey Özüm ’ü bıraktıktan sonra arabasını sürerken bunları düşünüyordu. Adı gibi hikmetli bir adamdı. Çok yaşamış, çok görmüş, çok kişi tanımış, ve doğal olarak çok bilmişti. İş ve ev hayatında başarıyı yakalayabilmiş nadir kişilerdendi. Ve o bütün bunların farkındaydı. Bu yüzden şükretmesini de biliyordu. Bir çok başarısız ilişkinin ardından Gül hanıma aşık olarak onunla bir hayli geç yaşta, 30 yaşında evlenmişti. Karısına pek sık sokakta büyümüş olduğundan bahsederdi. Nitekim sokakların yetiştirdiği bir bireydi o. Hayata yoksulluk ile başlamış, sokakta hamallık yaparken tanıştığı büyükler elinden tutmuş ve ona yol göstermiş, devlet bursuyla üniversite okumayı başarabilmişti. Sokaktaki hayatı tüm çıplaklığıyla öğrenmişti. Genç yaşta vefat etmiş babasının görevlerini üstlenen annesi onu sevgiyle, saygıyla ve fedakarlıklarla büyütmüştü. Annesinin hayat mücadelesinden hep ilham almıştı; çalışmayı hobi edinmiş ve üniversite hocalığına kadar yükselebilmişti. İdari bilimlerde doçentken ani bir kararla İstanbul üniversitesinden istifa edip dış ticaret danışmanı olarak irili ufaklı şirketlere iş yapmaya başlamıştı. Ve zaman içerisinde kocaman bir firma olup Türkiye’deki büyük holdinglerin danışman firması haline gelmiştiler. Bu yıllar boyunca zenginliğine zenginlik katmış, fakat sokakta öğrendiklerini ise aklından hiç çıkarmamıştı. Zenginliklerini paylaşmasını hep bilmişti. Bütün bunlar da onun karakterinde öyle güzel sonuçlar verdi ki duygusal zenginliği, parasal zenginliğini çok ötesindeydi. İnançlı bir insandı ancak belirli bir dine mensup değildi. Aslında içten içe İslam’a inanıyor, Kuran-ı Kerim’in Türkçe meallerini okuyor, ne var ki bu dine %100 bağlanmayı reddediyordu. Hikmet beyin hayatının tek çelişkisi dindi. Atatürkçülüğüne ve laikliğine olan diki dikine bağlılığı onun dine karşı yaklaşımını olumsuz yönde etkiliyordu. Bu yüzdendir ki din konusundan mümkün olduğunca uzak duruyordu ve bu konudaki düşüncelerini kimseyle paylaşmıyordu.
Özüm ’ü çok seviyordu bir baba olarak. Gül hanımla yıllarca çocukları olmamışken Özüm sürpriz yapıp çıkagelmişti. Onu çılgınca sevmişlerdi. Hikmet bey baba olmayı çok sevmişti. Çoğunca, baba olmayı eş olmaya yeğliyordu tabi ki bilinçsiz olarak. Karısı Gül hanım bu durumun farkında olmasına karşın üzerinde hiç durmamış ve önemsememişti bu konuyu. Bunun her çocuk annesi ve babası için böyle olması gerektiğine inanmıştı çünkü. Hikmet bey ise annesinden almış olduğu sevgiyi sınırsızca kızına akıtmıştı, cömertçe. Özüm de bu sevgiyi karşılıksız bırakmamıştı. Evet Hikmet bey gerçekten hem şanslı, hem de şansını kendi yaratan biriydi. Kendi ve en yakınındakilerinin hayatını yönetmeyi başarmıştı ve belki de sırf bu yüzden kadere inanmıyordu. Basit prensipleri vardı hayatta: çalışmak, disiplin ve iyi ahlak. Eşiyle beraber kızını bu yalın prensiplerce yetiştirmişti. Gerçi biraz hata ettiğini düşünmüyor değildi nitekim yıllar geçtikçe Özüm ’ün yalnızlaştığını gözlemleyebiliyordu. Yine de elinden farklısı gelmezdi ve o da bunu içten içe biliyordu. Şimdi ise kızı bir bay X ‘e aşık olduğunu söylüyordu. Bu durumu öğrendiği saniyeden itibaren midesine kramplar girmeye başlamıştı. Çok iyi bildiği üzere kuş yuvadan uçacaktı artık. Onun üzerindeki hükmü, o aşık olduğu andan itibaren nihayetine ermişti. Ve her şeyden korkuncu acaba Özüm buna hazır mıydı ve daha da beteri Necati denen bu genç neyin nesiydi. Midesine bir ani kramp daha girdi Hikmet beyin. “Bu çocuk ile hemen tanışmam lazım!”.
XIX
“Hoş geldin Necati” diye gülümsedi Gül hanım tatlı tatlı. “Hoş geldin” dedi Hikmet bey. “Hoş bulduk; beni evinize davet ettiğiniz için teşekkür ederim!”. “Seninle tanışmak bizim için bir zevk” diye ekledi Gül hanım, “Hemen sofraya geçelim mi? Yemekler soğumasın…”. ”Siz nasıl uygun görürseniz. Öncesinde ellerimi yıkayabilir miyim?”. Özüm Necati ’nin gözlerine mutlu mutlu bakıp “Sana banyoyu göstereyim” dedi. Beraberce banyoya gittiler. “Çok heyecanlıyım domuzcuk, hem de çok! Peki ya sen?”.”Tam olarak bilmemekle beraber burada olduğum için mutluyum. Sence aramızdaki yaş farkını problem ederler mi?”.”Bizimkiler böyle ayrıntılara takılmazlar; merak etme sen. Hem sonra ben anneme her şeyi anlattım. İçin rahat olsun…”.”İnşallah sorun çıkmaz!”.”Niye çıksın ki Necati; biz birbirimizi seviyoruz!”.
XX
Necati eve dönerken endişeliydi. Akşam yemeği Özüm ‘ü ne kadar mutlu etmişse Necati ‘yi o kadar olumsuz yönde etkilemişti. Aslında her şey yolunda gitmişti. Görünüşte mükemmel bile denebilirdi. Ne var ki Necati hayatında ilk kez gerçekten mutlu bir aile görmüş ve yıkılmıştı. Oysa hayatı boyunca bu aileyi kendi kuracağı hayaliyle büyümüştü çünkü ona göre böyle bir aile yoktu ve ancak o başarabilecekti bunu. Başaramasa dahi başarısızlığının bir delili olmayacaktı bu durum gerçek olmadığı için. Oysa şimdi bir ispat bulmuştu; tam karşısında ve sevgilisinin ailesi. Beyni uyuştu. Hikmet bey tüm dikkatli bakışlarına karşın ne kadar sevgi dolu ve centilmence yaklaşmıştı ona. Hem sonra nasıl da iyi anlaşıyorlardı üçü bir arada: mükemmel diyalog ve sarsılmaz sevgi bağı. Kendisini eksik ve öksüz hissetmişti masada. Konuşamadı bile. Tüm güven duygusu yok olmuştu aniden, yıllarca üzerinde çalıştığı o özgüvenini yitirivermişti. Halbuki Özüm ne kadar çok mutluydu. Neşesi dur durak bilmeden vakit ilerledikçe artmaktaydı gece boyunca. Öyle mutlu, öyle enerjik, öyle sevgi doluydu ki onu fotoğrafta ilk gördüğü anı hatırladı. O fotoğrafta da aynı şeyi görmüştü: onun mutluluğunu. Necati hayatında Özüm ‘den bile güzel kadınlarla beraber olmuştu ama buna rağmen hayatında Özüm kadar güzel ve bütün bir insanla karşılaşmamıştı. Yutkundu. Kendi ailesini düşündü. Babasından nefret ediyordu. Annesini seviyordu ama onunla hiçbir şey paylaşamıyordu. Yalnız ve öksüzdü o. Belki de bu yüzden bu kadar çok başarılı olmaya muhtaçtı. Böylelikle hayatındaki yenilgileri unutuyordu. Yine de yalnızlık ve teklik duygusunu yok edebilmeyi başaramamıştı. En son babasıyla yaptığı telefon görüşmesini anımsadı. Bayramda ailesini aramamıştı bile. “Ben kimim” diye sordu kendi kendine. “Ben nereye aitim?”. “Peki Özüm beni niye seviyor? Sırf yakışıklı ve başarılı olduğum için mi? Ailesinin ona sunduğu mutluluğu ben ona verebilecek miyim?”. ”En komik olanı da ailesinin birlikte yaşama kararımıza hiç itiraz etmeyişleri oldu. Hatta Özüm bu kararı, ailesiyle iftihar ettiğini söyleyerek açıkladı!”. “Ya ben Özüm ‘ü mutlu edemezsem? Biz A ve Z ailelerimizle nasıl mutlu oluruz? Biz de evlenmeyiz o zaman!”. “Ama görmüyor musun Necati, aile olmak ne kadar güzel bir şey!”
Necati o gece buhran üzerine buhran geçirdi. Zaten kısa olan uyku düzeni o gece için yok oldu. Ertesi gün patlak gözlerini saklamak üzere güneş gözlüklerini taktı ve onları gün boyunca zorunlu haller dışında neredeyse hiç çıkarmadı.