- Kategori
- Sosyoloji
Katillerin sevgisi bir başka oluyor
Hrant Dink cinayeti davasının kilit isimlerinden Yasin Hayal mahkemeye sunduğu mektubuna ‘Büyük Fenerbahçe’ cümlesi ile başlıyor. Pelitlispor’un en büyük transferi olan Hayal, cinayet ile ilgili dava dosyasına konulacak mektubuna, takım sevgisinin derecesini ekliyor. Bu topraklarda, birçok insan için adam öldürmek, takım sevgisinden daha önemsiz olabiliyor. Sivas’ta tekbir getirip, insan yakanlar, bir gün sonra tuttukları takımın muhabbetini arkadaşları ile çok rahat yapmış olabilirler. İnsanları sevmeden, hiçbir şeyin gerçekten sevilemeyeceğini öğreten bir dil, bir kültür yaratabilmeliyiz. Bunun ışığı altında Sivas’a, ön dört yıl öncesine dönüp bakmak gerek.
Bir Antropoloji kitabında okumuştum, ilkel kabileler kurbanlarını öldürecekleri zaman ayinle şölen arası bir tören yaparlarmış. 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta yaşanan bu barbarlık, bana ilkel kabilelerin yaptığı pagan ve kaotik töreni hatırlattı. Bir takım çevreler bu olayı Alevilere yapılmış spontane (kendiliğinden gelişen) bir hareket olarak değerlendirdiler ve hala aynı söylemi masal gibi kullanmaya da devam ediyorlar. Öncelikle olay direk olarak Sünni-Alevi ayırımcılığından kaynaklanmıyor. O insanlar kendiliğinden, oraya Aleviler var diye toplanmadılar. Oraya toplanmalarının nedeni muhalif (Alevi kökenli olmaları başlı başına muhalif yapmıyor) olmaları, toplumun genelenin tersine başka bir dili hayata geçirmeye çalışmalarıydı. O nedenle günler öncesi Sivas’ta karanlık çevreler örgütlenerek ve bir yerden işaret alarak bu vahşeti fütursuzca işlediler.
Bu karanlık odak, konuşan insanların susturulmasından medet umarak, gelecekte de farklı bir dili hayata geçirmeye çalışacak insanlara kendilerine göre gözdağı vermek istediler. Olayı salt Alevilerin şenliklerine yapılmış bir saldırıdır şeklinde niteleyemeyiz. Eğer böyle yaparsak, sığ bakış açılarının içinde kaybolup, yapılmak isteneni göremeyiz. Eğer öyle düşünürsek, şöyle bir soru ortaya çıkar; Pir Sultan Abdal Şenliklerine bu saldırı yapılırken neden Hacı Baktaş-ı Veli şenliklerine hiçbir saldırı gerçekleşmiyor? Pir Sultan Abdal şenliklerine devlet erkânı hep kayıtsız kalırken, neden Hacı Bektaş-ı Veli şenliklerine her yıl cumhurbaşkanından, başbakanına, muhalefet partilerinden, medyasına kadar neden bu kadar yoğun ilgi gösteriliyor? Cevabını vermek çok zor değil sanırım, bu sorunun cevabını Pir Sultan Abdal ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayatında, yaptıklarında bulmak mümkün.
Dikkat edilirse, haklarını aramadığı, dolayısıyla muhalif olunmadığı sürece bu ülkede Kürtler, Lazlar, Ermeniler, Rumlar, Aleviler ve diğer unsurlar birey olarak önemli yerlere geldiler, ciddi anlamda da fazla baskı görmediler. Oysaki bu insanlar ne zaman kimliklerini ifade etmek, inandıkları gibi yaşamak istedilerse, işte o zaman kurulu düzeni karşılarında buldular. Sonrasında katliam, baskı, sürgün ve hapis kaderleri oldu. Madımak Yangınıyla bu ülkede sosyal demokratların makyajları erimiş, gerçek yüzleri ortaya çıkmış ve bu güne ‘Kürt düşmanlığı’ olarak gelmiştir. En küçük öğrenci eyleminde ya da barışçıl bir gösteride cop ve silahlarını cömertçe kullanan kolluk kuvvetlerini, böyle bir barbarlık karşısında kalabalığı dağıtmak için işlevsel kıl(a)mayan iktidar ortağı hala tarih karşısında bir özeleştiri ve özür de bulunmamıştır. Sivas Katliamının sonrasında yapılan etkinliklerde, kitlelere; “Türkiye laiktir, laik kalacak.” Sloganı attıranların, laiklikten ne anladıklarının resmi olarak hafızalarımız süslüyor. 84 yıllık tarihinde hiçbir zaman laik olmayan rejimi, sanki şimdiye kadar laikmiş gibi sloganlarla yaklaşan kitleler de, ne yazık ki bazı grupların yeni senaryolarına kurban oluyorlar.
Bu katliamla, ülkenin geçmişine birçok şey katan ve geleceğini de zenginleştirecek onlarca aydın, şair, yazar, müzisyen, karikatürcüyü öldürerek zaten bakir olan bu toprakları daha da çoraklaştırıp, çölleştirdiler. Asaf koçak, Asım Bezirci, Erdal Ayrancı, Muhlis Akarsu, Behçet Aysan, Hasret Gültekin, Nesimi Çimen, Metin Altıok gibi değerler şimdi yaşamıyor. Yaşamıyor olmaları, birilerinin çorak bir ülkede çok rahat at oynatmasına zemin hazırlıyor ve hazırladı da. Katliam sonrasında herkesin timsah misali gözyaşı döküp, hiçbir şey yapmamaları ve dönemin Başbakanı Çiller’in; “Çok şükür hiçbir vatandaşımızın burnu kanamadı.” Sözü, şimdiye kadar yapamadıklarımızı, bundan sonra yapmamız için önümüzde rehber olarak duruyor.
Ne yapmalıyız? Unutmamak için, ne pahasına olursa olsun Madımak Oteli’ni müzeye çevirmek için her yolu denemeliyiz. Sürekli Alevileri oy deposu olarak gören, faşizan söylemlerle sosyal demokrasi kültüründen ne kadar uzakta olduklarını belli eden Baykal ve tayfasının gerçek yüzünü deşifre etmeliyiz.