Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

kevser şekercioğlu akın

http://blog.milliyet.com.tr/kevser

20 Ağustos '22

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kayıp Terlik

Evde de sudoku çözmek için kurşun kalemime bakıyorum, yok kaybolmuş. Yarım kalan bulmacanın yarım kalmasına mı yoksa kalemimin kaybolmasına mı daha çok üzüldüm bilmiyorum. Kırtasiye uzakta, kızlar uçlu kalem kullanıyor da. Ertesi gün aynı ağacın altına şöyle bir göz gezdiriyorum, kalemim orada öylece beni bekliyor. Simyacı'yı ikinci kez okurken altını çizmek için aldığım bir kalem bu. Aramızda, önemli cümlelerden örülmüş güçlü bir bağ var.

Kaptanımla bir haftalık ilk tatilin son günü, rüzgar hala süratini kesmemiş, denizin üzeri irili-ufaklı beyaz koyun sürüleri gibi. Rüzgarın hızıyla soğuk olan deniz çiviyi bile donduracak kıvamda. Tekneler rüzgarın gücü ve hızıyla kağıttan fenerler gibi salınıyorlar suyun üzerinde. Rüzgarın en az ulaşacağı koyda, kumun hemen dibindeki okaliptüs ağacının altındayız, serinden sıkılıp güneşe, güneşten sıkılıp gölgeye geçen tembel zamanların boş-dolu konuşmalarıyla giriyoruz denize. Terliklerimiz kumsalda titreye-titreye giriyoruz denize. Bir, iki, üç, ben daha cesurmuşum gibi atıyorum kendimi.

 

İnsanın kemiklerini donduran soğuk su iyi geliyor yine de. Alışmaya bağlı, iyi gelen yüzme iyice diriltiyor sıcaktan uyuşmuş damarlarımızı. Tam çıkmaya yakın sarı terliklerimin birini görüyorum denizin üzerinde. Kumsalla deniz arasındaki mesafede diğer tekini arıyor gözlerim, görünenin peşine kendi rekorumu zorlayarak yarı yüzüp-yarı koşarak yakalıyorum. Sıra diğer tekinde ama yok ne kumsalda ne denizin üzerinde. Sayın Kaptan Bakanım mühendis gibi rüzgarın hızını ve yönünü tespit çalışmaları yapıyor, çıkarken diğer buruna bir bakalım rüzgarın yönüne göre ya oraya ya da bizim koya gitmesi gerekir diyor. Aklına kurban. Bakıyoruz ama yok, adalardaki çöpleri toplarken hep tek terlikler buluyorduk demek rüzgarın işiymiş bu bende insanları pisliklerinden dolayı suçluyordum. İtiraz istemem çöp konusunda duyarsız ve sağır bir milletiz.

 

Aldığımda da çok sevmiştim, öyle rahattı ki ayaklarım, çıplakmış hissi veriyordu. Varlığını hissettirip hiç ağır gelmeyen iyi insanlar gibi. Her şeyden kolayca vazgeçen ben daha sevgim bitmediğinden bırakamıyorum tek terliğimi. Ayaklarım çıplak, acıyınca giyiyorum ayağıma kalan teki, hafif bir aksamayla geliyoruz eve, küçücük bir-iki santim kısalığı bile insanın dengesini nasıl bozuyor yürümek için. Dengede kalmanın o güzel hissini yakalama çabası. Ne kayıplar yaşadım oysa... Ne kadar zor bir kıştı.

 

Ertesi gün yedek terliklerimle, yıllar sonra tesadüfen karşılaştığım ortaokul arkadaşımla buluşup aynı ağacın altında birikmişlerimizi konuşuyoruz. Kızlar arıyor saatler sonra "Anne terliğinin tekini arkadaşım buldu sahilde" diyor. O kadar çok seviniyorum ki, eşeğini önce kaybedip sonra bulan adamın neler hissettiğini anlatabilirim en ince ayrıntısına kadar. Hayatla eşleştirip, kayıplar kazanımlar hakkında fikirler dans ediyor kafamda. Gidenler-gelenler, almak-vermek, kayıplar-kazanımlar, ebeler-anaların anıldığı uyduruk tembel felsefe düşünceleri. Yer çekimini bulan Newton gibi ağacın altında olmama rağmen hiç bir buluş bulamadığım için terliğimi önce alıp sonra geri yollayan denize teşekkür ediyorum ilkel insanların saf inanışlarıyla. Artık akıllandım, terliklerimin üzerine ağırlık koyarak yalınayak yürüyorum denize.

 

Aynı akşam İzabel eve dönmüyor, o buraları tanıyor diye içim rahattı ama gelmiyor. Sabaha karşı bir miyavlama kalkıp bakınıyorum çevreye yok. Komşular en son gece bahçelerinde görmüşler içimde sıkıntı yapacağım keskin bir duygu yok ama panik kapıda beni bekliyor sinsi-sinsi. Biraz uzatıyoruz çıkmayı, kızlar sokaklara bakıyor, hiç bir yerde yok. Konu can olunca, kayıp daha fazla acıtıyor insanın canını. Eve döndüğümüzde bizi kapıda bekliyor, beyazlıktan karalığa, temizlikten pasaklılığa geçmiş, korku dolu gözleriyle. Tasması olmadığı için tanıyamıyorum, iki gün önce kaşırken çıkarmıştım. Mavi gözleri koyu griye dönmüş, burnunda, kulağında bir parça kan kurusu, üzerinde dikenlerle per perişan, tarumar olmuş bir halde. Kendini tanıtmak istiyor sesiyle. Sevincimi sonraya bırakıp, alıp doğru duşa sokuyorum, yıkıyorum simsiyah bir su akıyor üzerinden. Yıkanmayı sever ama köpükten hoşlanmıyor. Evinin güveninde saatlerce uyuyor. Mok var sokaklarda hep konuşuyorum ama duyulmuyor sesim kediler bile dinlemiyor ki beni.

 

Sil baştan başlamak lazım gerek bazen şarkısının sözleriyle inandıklarımı sıfırlayıp yeniden düzenliyorum düşüncelerimi bildiklerimi unutmadan. Hiç bir şeyin sahibi değiliz, emanetçi gibi veriliyor bir şeyler ellerimize, bir süre sonra alınıyor sana hiç bir şey sorulmadan. Verilmeyen zaten senin değil, hayat bir yolculuk, her şey zamana ait, koşullar değişiyor, her şey değişken. Hiç bir şeyin, hiç kimsenin benim olmadığını hayat öğretti uzun yıllar önce, ben de çok iyi belledim zaten. Zaman-zemin-kişi üçlemesiyle dönüyor dünya. Sende o dönmeyi fark etmeden yaşayan rüzgara kapılmış etkisiz bir can.

 

Not: Lütfen Allahım, kaderin kalemi senin ellerinde, kalemimi, terliğimi, İzabel'i alıp geri gönderdiğin gibi evimi de geri yollar mısın? 

 

 
Toplam blog
: 374
: 869
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

1965 Akçakoca doğumluyum. Evli ve dört kız annesiyim, küçük bir kızın  anneannesiyim. A.Ü. Halkla..