- Kategori
- Futbol
Kendin çal, kendin oyna!..

Kavramlara kafamıza göre anlamlar yükleriz.
Bizde ne yoksa, onu “rozet” gibi yakamıza iliştiririz. O, bizim en belirgin özelliğimiz olur! Bizden “onur”lusu, “şeref”lisi yoktur. Oysa, o “onur”, aslında “on ur”; “şeref” ise, kadeh kaldırırken söylenen “şeref”e bile eşdeğerde değil.
(Kimileri, kendi haline bakmaz, başkasına akıl verir. Sözgelimi, birini eleştirir, ona en olmadık sözleri söylerken, kendi olumsuzluklarını “ahlak” kavramı dışında tutar. Tavır olanlar olursa da, yoksun oldukları kavramların olumsuzunu başkalarına yakıştırmada, atak olur; ilk yumruğu vuran kazanır misali.)
*****
“Koşulların zorlaması”yla bir yere kapak atana bakın!
En büyük, en değerli, en “kaliteli” “o”dur.
Oysa “o”, bir zamirdir. Zamir, sözcük olarak, “tasarruflu sözcük” olmaktan başka bir değer taşımaz. O, “o” sözcüğü kadar küçük bir yer kaplar bulunduğu yerde. “Ben” dediği zaman da sadece bir “halkalı simit”tir. Düşerse elden, yuvarlanır gider.
(Kimileri, bir partiye adaylık için başvuranın kendisini “siyasetçi” sayması gibi, bir futbol takımına yönetici seçilmeyi de “futbol adamı” olmak sanıyor. İçlerinden “Ben futboldan anlamayan” diyen başkanlar bile var/dı.
Ekranlar, gazete sayfaları, radyo mikrofonları “o”na açılır.
Bedava reklam, yığınlara ulaşıyor olmanın doyumsuz tadını yaşatır.
Olağan koşullarda girilemeyecek kapılardan rahatlıkla içeri girilir.
Sonra?
Sonrası, “malum hikaye”...)
*****
Lafı dolaştırmayı pek severiz.
Derdimizi az sözle anlatmayı bir “bereciksizlik”, “bir şey bilmeme” diye düşünürüz. Bunun için de konuşur da konuşuruz.
Oysa ne demiş Yunus Emre?
“Az söz erin yüküdür
Çok söz hayvan yüküdür”
Yunus Emre, “söz”ün yoğunluk taşımasını ne güzel anlatmış. Ama “bizimki”ler yine “aynı tel”den çalarlar..
(Kimileri, üstüne vazife olmayan işlere karışır, soruları yanıtlıyor gözükerek, “rakip” gördüğüne yüklenerek, onun üzerinden pirim yapar. Siyaset erbabının “vatan, millet, Sakarya” uslübuna uygun konuşur, taraftarın “can damarı”ndan girer, taraftara şirin gözükür. Çoğunun, taraftar karşısında boynu “kıldan ince”dir.)
*****
Düdük!.
Sahada işini yapana büyük keyif verir. Bazen bir “engel”dir: bazen, “dünyalar” bağışlar ya da “idam fermanı” gibidir.
Oysa Türkçe Sözlük’te başka anlam taşır, “halk ağzı”nda başka...
En güzel “düdük”, körpe söğüt dalından yapılır.
Üfleyince, öyle güzel öter ki...
Günümüzde, değişik unvanlarla karşımıza çıkan kimileri de öyle...
(Kimileri, “mesleki dayanışma”yla eş dost çevresine yaslanır. Bilir ki, her söylediği “şok yorum” gibisinden algılanacak, ona uygun pazarlanacaktır. “Hedef”tekine dokunmak yeteceği için, mantığa aykırılıklar bile göz ardı edilecektir.)
*****
Meyveleri, sebzeleri mevsiminde yiyince tadı bir başka, yemeyince bir başka...
Kış ortasında, yazın olanları yer dururuz. Bunlara, bir zamanlar, ‘hormonlu” dedik. Sonra “hormonlu” yiyeceklerin zararlarını sayıp durduk. Pazarcılar, manavlar, müşteri kaçırmamak için, etiketlere “hormonsuz” sözcüğünü büyük harflerle yazdılar.
Şaşırdık biz de...
Şaşırmak, aldanmak, aldatılmak, “yazgı”mız oldu sanki!
“Hormonlu” rahmetli oldu, yeni doğan, “organik” oldu.
Daha neler oldu neler!
“Amigo”lar, “taraftar grubu” ya da “tribün lideri”...
Teknik direktörler, “patron”; bir kulübe seçilen “futbol adamı”...
Eski futbolcu ve hakemler, birdenbire “yazar”, “ünlü yorumcu”...
Gazetelerde yazanlar, birdenbire gazeteci, yazar...
Devlet katında bir üst üzeyde göreve gelen, devlette hiç çalışmamışlar, “devlet adamı”...
Herkes, bir “şey” oldu; ama gerçekten bir “şey” olanlar geride kaldı.
Son söz:
Toplumun her kesiminde olumlu, olumsuz “tip”ler vardır; ah, olumluları örnek almayı, bir bilsek, öğrensek...
tp://www.facebook.com/turgutcelik
https://twitter.com/#!/turgutcelik