Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Haziran '09

 
Kategori
Ankara
 

Kent acıyı taşır mı?

Kent acıyı taşır mı?
 



''Dolaşıyorum ıssız kıyılarda. "Deniz, unutuşa başkaldıran her ateşe iyi gelir, biliyorum" diyordu Onat Kutlar, bir yazısında. Deniz nelere iyi gelmiyor ki… Sevinçleri yaşamaya, aşkları sonsuzlaştırmaya, keyifleri katlamaya, yalnızlığı paylaşmaya, acıyı bastırmaya, hüznü olgunlaştırmaya… Deniz kıyısında yaşayanlar ne şanslı. Onda her duygunun bir karşılığı var. Eskilerin “Derdini ummana dökmek” dedikleri, büyük bir paylaşım sunuyor bize. Suyun insana verdiği huzur hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Peki biz Ankaralılar ne yapmalı? Bir parça huzur bulmak için nerelere gitmeli? Hangi kıyıya ulaşmalı?

Ne yapalım, bizim denizimiz yok. Su birikintilerine deniz muamelesi yapıyoruz, gittikçe suyu azalan göllerimizi “umman” saymaya yelteniyoruz. Peki ne yapacak Ankaralılar, acılarını, sevinçlerini nereye dökecek?

Hadi sevinçlerini geçtik, onları paylaşmak daha kolay, peki ya acılar? Denizi olmayan bizler ne yapacağız? Denizi olmayan kentin insanları acıyı nasıl taşırlar, kimle paylaşırlar? Kent acıyı taşır mı?

Düşünün, çok bunaldığınız, çok sıkıldığınız, yalnız kalmak istediğiniz zaman nereye gidersiniz bu kentte? Alkol satan yerler klasik cevap ama o değil dediğim, ben acıyı yaşamaktan bahsediyorum.

Kendini sokaklara vurmak en iyi yöntem. Ama çukurlarından zıpladığın, korna seslerinden, omuzuna çarpanlardan ya da çöp kokularından acını bile unuttuğun sokaklar değil. Eskinin Kumruları, hele de mevsim yaz ise ağaçların gökyüzünü örttüğü Kumrular, insana yeniden sevme gücü verir ya da Necatibey’in üstündeki parktaysanız, acınızı düşünecek bol vaktiniz var demektir...

Hafta içinde Anıtkabirin boş Aslanlı Yolunda yürürseniz, sonsuzluğa açılan kapıdan geçiyormuş hissini yaşayacaksınız. Çiftlikte, araba içinde günün her saati insanlara ya da ağaçlara bakmak, bir tekel birasının renginde karartmaz mı yüreği? Yine Çiftlik’te piknik alanında oturduğunuz “o tahta masa” da gördüğünüz sarılmış bir çift, acı acı gülümsetmez mi sizi? Karşıyaka mezarlığının dar yollarında yürümek, ölümden çok yaşamı çağrıştırmaz mı size? Batıkent’in tepelerinden o küçük ev yığınına ya da görülebildiği kadar kente bakmak ne kadar dar alanda yaşadığımızın altını çizmez mi? Gençlik Parkı’nın kanepelerinde oturmak sızlatır mı yüreğinizi? Keçiören’in tepeleri ürkütmez mi sizi geleceğiniz için? Altındağ’da ev önlerindeki teneke kutular içindeki çiçeklerin soluk renkleri acınızı dindirir mi, yoksa azdırır mı? Bahçelievler’in sokaklarında yürümek size neyi hatırlatır; yitik gençlikleri mi, karşılıksız aşkları mı? Rüzgarlı’nın ara sokaklarında, Kale’nin dar yollarında, Cebeci’nin çatı katlarında yaşanan Ankara ne kadar taşır acıyı? Hangi manzara, hangi görüntü dindirir ya da büyütür onu? Botanik Parkı’nda otururken mi, Atakule’den bakarken mi, Oran yokuşunda yürürken mi azalır acı? Çiftlik kavşağındaki tepenin üzerinde çıkıp göğsünüzü rüzgara verdiniz mi, tüm acılar uçar gider, siz tepeden ininceye kadar. Ya da Ahlatlıbel tepelerinde kendinizi kıyıda hissedebilirsiniz. Ulust’ta çinko tezgahlı meyhaneler, Sakarya’daki bira masaları ya da Gaziosmanpaşa’daki ceviz masalarda tüketilen alkol mü söndürür acıyı? Gölbaşı mı Eymir mi, hangi göl kıyısı söndürür acının ateşini karşı kıyılara ulaşma umudu taşıyan?

Ankara acıyı taşıyan kentlerden... Evet, denizi yok, o “her ateşi söndürecek denizi” yok ama bakmasını bilenlere gizli ayrıntılar sunan bir kent. Acı, bu kentte daha kaytarmasız yaşanır...''

Bu aralar heryerde Ankara yazıları görür oldum :) Özlediğimden herhalde :) Devamlı takip ettiğim bir sitede Sevgi Yıldız köşesine almış yazarı belli olmayan bu yazıyı. Yazanı tanımıyorum, adı yoktu ama duyguları çok tanıdık geldi.

Ankara'yı özlemişim :)

 
Toplam blog
: 403
: 1023
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Kendi halinde biriyim, ziraat mühendisiyim. Emekli oldum ve kendi işimi kurdum. İzmir'de yaşıyoru..