Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ocak '18

 
Kategori
Edebiyat
 

Kerime Nadir: Aşk Romanlarının Unutulan Yazarına Aşk Olsun

Kerime Nadir: Aşk Romanlarının Unutulan Yazarına Aşk Olsun
 

“Hangimiz bizi bizden, hayalsiz ve leylaksız hayatlarımızdan çekip alacak bir “romans”a ihtiyaç duymayız ki?” der, Selim İleri O’nu anlatırken. Bize bu “romans”ı sunan Kerime Nadir, 5 Şubat 1917 de İstanbul’da doğdu. Elinden kitap eksik olmayan bir anneyle, tarihe çok meraklı bir babanın kızı olması onu küçük yaşlarda okumaya yönlendirdi. Öyle ki Osmanlıca çevirileri annesinin aldığı sözlük yardımıyla okuyacak kadar kitaplara düşkündü. Daha ileri yaşlarında Sabahattin Ali ve Kürk Mantolu Madonna onu derinden etkiledi. Yaz tatillerini teyzelerinin  Beylerbeyi ve Çamlıca’daki köşklerinde geçiren Nadir için buralar ilerde yazacağı romanların ilk mekanları olacaktı.

Saint Joseph Sörler okulunda okurken yazmaya başladı. Henüz 16 yaşındaydı ve yazdıklarını yayımlatmak istiyordu. Ailesi, onca büyük yazar varken onun yazdıklarını kimsenin okumayacağını düşünerek karşı çıktı. Ders kitaplarının dışında okuması ve yazması yasaklanınca hastalanan Kerime Nadir hayli zayıf düştü. Bunun üzerine yasağı kaldıran ailesi yazdıklarının Resimli Uyanış dergisinde yayımlanmasına izin verdi. Solmuş Çiçekler romanı bu dergide dizi halinde yayımlandı ve ilgi gördü.

Sonrasında yazdığı romanlar gazete ve dergilerde tefrika halinde yayınlanmaya başlandı. O yıllarda çoğu yazarların romanları yayınlanmadan önce gazetelerde tefrika ediliyordu.  Bu romanların gazetelerin tirajı üzerinde önemli bir etkisi olduğu için, gazete sahipleri iyi okunan yazarların peşindeydi.(…) Tanındıkça roman siparişleri de arttı. 1950 de Cumhuriyet gazetesinden gelen teklifle Posta Güvercini romanı bu gazeteyle birlikte Fransızcaya çevrilerek Republiqie gazetesinde tefrika edilmeye başlandı. 

1937 den 1984 e kadar 39 roman, 1 öykü ve 1 anı kitabı yayımlamış olan Kerime Nadir, 1960 ların sonuna kadar popüler kültürün içinde kitapları en çok okunan yazar olmuştur. 200’ün üstünde baskı yapmış, milyonlar satmış, gazetecilerin ve sinemacıların bir anlamda kurtarıcısı olmuş ama meslektaşları tarafından hep küçümsenmiş, yok sayılmıştır.

Türk Edebiyatı onu piyasa romancısı olarak tanımlamış, içinde barındırmak istememiş, “Yazarlığını topluma ve gerçeklere sırt çevirerek kendi dünyasında sürdürmekle” eleştirmişti. Oysa durum bu kadar basit değildi. Evet, aşk romanları yazıyordu ama aynı zamanda aşk teması ile okurlarınla kurduğu güçlü bağ sayesinde hiçbir yazarın ulaşamadığı geniş bir kitleye ulaşıyor, onları kitaplarla buluşturuyordu.

Dönemin eleştirmenleri aslında konuların sadece aşk ve veremli kız öyküleriyle sınırlı olmadığını görmediler ya da görmek istemediler…

Örneğin, Günah Bende mi romanında 2. Dünya Savaşındaki koyu milliyetçiliği, faşizanlığı ele aldığını, Gelinlik Kız’ da genç kadınlarla ilgili pek çok soruna değindiğini,  Samanyolu’nda, uygar, ileri bir toplumda eğitimin anlamını, hüzünlü bir roman kahramanının serüveninde anlattığını, Solan Ümit’in, yabana atılmayacak bir ruh çözümlemesi romanı olduğunu göz ardı ettiler. Bram Stoker’ın Drakula’sından esinlenerek yazdığı Dehşet Gecesi, bizdeki erotik-gerilim türünün ilk örneklerinden sayılır. Romanda, bir dişi vampirin şatosuna davet edilip orada tuzağa düşürülen ve ezeli iyilikle kötülük arasında seçim yapmak zorunda kalan genç bir adamı anlatır. Kısaca şunu söylememiz mümkün: Stephanie Meyer’dan önce bizde Kerime Nadir vardı.

Son dönem romanlarında ise aşırı muhafazakar dindarlığa karşı itirazları olduğu da kimse tarafından görülmedi.

“Kadınların tek başına var olabileceği” onun manifestosuydu.

Aile baskısına, toplumun dayatmalarına isyan ederek, kadınları evlilik kıskacı ile içine düşürüldükleri çukuru göstermeye çalışması yok sayıldı. Onu sadece kolay okunan, basit, pembe romanlar yazarı olarak kabul ettiler. Alkışlamak yerine taş attılar.

O bütün saldırılara karşı “Romancının Dünyası” adlı anı-biyografi kitabıyla yanıt verdi: Sanatı  bir takım amaçlarına alet eden ve ölçüye, biçime önem verenler gerçek sanatçı olamaz bence. O kişi bir özenti, bir zorlama içindedir. Sanat zorlanmaz. O kendi kendine doğar. Edebiyatçı da seçeceği yolu  iradesi kadar duygularıyla, daha doğrusu ruhunun eğilimiyle saptar. Böylece kendi ruhuyla, başka ruhlar arasındaki o bağı kurabilir ancak… gerçekçiler insan hayalinin mucizelerine ve ruhunun derinliklerinde olanlara inanmadıkları için romantizme sırt çevirmişlerdir.

Bunu eleştirmek işsizlerin, ukalaların ya da yazıları okunmayanların çıkardıkları bir oyundur sadece.”

Öte yandan, romanlarının büyük bir okuyucu potansiyeli  olması nedeniyle onu “Halka okuma sevgisi aşıladığı ve okuru gerçek romanlara hazırladığı için” dikkate değer bulanlar da olmuştur. Örneğin Ahmet Oktay, onu küçümsemek yerine, bu emeklerin sosyolojik anlamını çözümlemeyi tercih edenlerden olmuştur.

Aşka Davet” başlığıyla oluşturduğu dizide Kerime Nadir’in romanlarını yeniden yayımlayan Selim İleri ise onun düpedüz büyük edebiyat sayılması gereken şeyler yazdığını söyler.

 Hiç aşık olmadığı söylenen, kendisi de bu konuya hiç değinmeyen yazar, neden aşk romanları üzerinde yoğunlaştığını soranlara şunları söyler: “Hayatta üzerime en fazla tesir eden ve beni yazmaya sevk eden âmil, insanların aşk konusundaki vefasızlığı, egoizmi, anlayışsızlığı olmuştur.”

Aslında bu cümledeki belirgin sitemden onun hayli yaralanmış olduğunu düşünmek pek zor olmasa  gerek. İnsanların yaşamadıkları bir duyguyu anlatmaları, hem de yığınları sürükleyecek kadar yoğun bir duyarlılıkla yazmaları mümkün müdür?

Değildir bence!

(…)

1937 de 20 yaşındayken yazdığı ve onu üne kavuşturan “Hıçkırık” romanının otuz iki baskı yapması o yıllar için çok da görülen bir edebiyat olayı değildi. O kadar çok sevildi ki, romanın Nalan ve Kenan’ı 1940’lı yıllarda çocuklara en çok verilen isimler oldu. Romanın çok tutması sinemacıların da dikkatini çekti. 1953 de Atıf Yılmaz, 1965 de Orhan Aksoy tarafından iki kez beyaz perdeye uyarlandı. İkincisinin gösterdiği başarı üzerine, romanın devamı olan Son Hıçkırık Ertem Eğilmez tarafından 1971 yılında sinemaya aktarıldı.(…)

Kerime Nadir’in yirmiye yakın eseri filme çekilmiş, böylelikle sinema için de önemli bir senaryo  kaynağı olmuştur. Hıçkırık’tan sonra en büyük başarıyı Samanyolu göstermiş, geçtiğimiz yıllarda Ay yapım tarafından televizyon dizisi olarak  da çekilmiştir.

Ölümünün üzerinden otuz dört yıl geçen bu güçlü kadının, bir kuşağın en çok okunan yazarı olduğu gerçeğini hiçbir tavrın değiştiremeyeceğini düşünerek onu genç kuşaklara anımsatmak istedim.  Bir de unutulmaz aşk romanlarının, unutulan yazarına AŞK OLSUN demek…

(…)

Not: Yazının tamamı; Melek Koç / Kerime Nadir: Aşk Romanlarının Unutulan Yazarına Aşk Olsun / Yaba Edebiyat Dergisi  Ocak Şubat Mart 2018 Sayı:106

 
Toplam blog
: 235
: 2079
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

Burada yazarken kim olduğumuzun, ne olduğumuzun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan yaz..