- Kategori
- Gündelik Yaşam
Kesişen kümelerin kesişemeyen noktası...

Üsküdar'da okumak ve Kadıköy'de yaşamak güzeldi. Okuldan çıkıp 12A otobüsü ile Kadıköy'e gelmek, Saray'da döner ekmek yemek güzeldi. Hepimiz oralarda oturuyorduk. Geç kalacağım zaman jetonlu klübeden evi arardım. "Şu saatte geleceğim" derdim. Sinemaya giderdik,hava güzelse "hasır" dediğimiz tabureli çay bahçelerinde iki büküm olup saatlerce otururduk. Biraz daha büyüdüğümüzde mendireğe giderdik. Bazımız konyak içerdi, ben içmezdim. Haydarpaşa'ya cepheden bakardık. İnsanlar gitar çalardı, ben çalmazdım. Denize taş atardık. Mevsim uygunsa balık tutardık. Ben balık tutamazdım.
Üsküdar'da okumak ve Kadıköy'de yaşamak güzeldi. Buluşma vaktinden 20 dakika evvel çıkardım evden. Haldun Taner'in önünde, yanında, işte bir yerlerinde buluşurduk.
Esas arkadaşlarımız vardı, bazılarımızın birbirimizin has arkadaşıydı, bazılarımız biraz daha yedek ya da ikame arkadaş gibiydik.
Aradan yıllar geçti. Farklı okullar, değişik sevgililer ve hafif değişen yaşam tarzları bizi birbirimizden uzaklaştırdı biraz.
Aradan bir kaç yıl daha geçti. Çarpraz bir geçişle İstanbul'un güney doğusundaki Kadıköy'den kuzey batısındaki Kilyos'a taşındım. Bu mesafede biraz uzaklaştırdı bizi.
Her şey tam da olması gerektiği şekilde seyrediyordu. Arkadaşlarımın bir çok yeni arkadaşı oldu. Ben yeni çevrelere pek girmedim. Her girdiğim çevreden nefret etmekle meşguldum. Tek yeni arkadaşım Romeo oldu ve elbetteki bahçemdeki çiçekler ve böcekler. Has arkadaşlarım suyun öbür yanındalardı ne de olsa. İstediğim zaman gidip görebiliyordum onları.
Sonra zamanla fark ettim ki, sadece ben istediğim zaman Kadıköy'e gidip görebiliyordum onları. Sarıyer tarafına beni görmeye gelen kimse olmadı, bir istisna dışında. Oratada boğaz değil de Berlin duvarı var gibiydi. Sanki ben batı berlinde kalmıştım onlar doğudaydı. Oradan çıkmaları yasal olarak mümkün değildi sanki. Ruslar vuracak diye mi korkuyorlardı?
Sonra iki gün üst üste doğu berline gidip de bir arkadaşımı toplam 7 dakika görebilince anladım ki, ben aslında pek de has arkadaşı falan değilim kimsenin. Aniden, Sait Faik'in anlattığı Dülger Balığı hikayesinde olduğu gibi, işte tıpkı o balığın öldüğünü anladığında tüm renginin solması gibi, betim benzim atmış olmalıydı...
Asıllar ikame olmuş, ikamelerde asıl.
Kesişen kümelerin kesişemeyen noktasıyım ve ağızdan çekilip de çöpe atılmış bir çürük bir diş gibi,
üşüyor, üşüyor, üşüyorum.
K.