Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '08

 
Kategori
Güncel
 

Kimlerdensiniz? Bir insanlık mevzu!

Kimlerdensiniz? Bir insanlık mevzu!
 

“Suç işlemedim ki özür dileyeyim.”Başbakan Erdoğan bir grup akademisyen ve gazetecinin 1915 olayları için Ermenilerden özür dileme kampanyası başlatmasını mantıksız bulduğunu söyledi. Erdoğan “Suç işleyen özür diler, bizim böyle sorunumuz yok, kabul etmiyorum, desteklemiyorum. Özür dileme olayına girmeyi mantıksız buluyorum” dedi. Başbakan Erdoğan “Kampanyayı başlatan yazar ve çizerleri anlamıyorum. Ortalığı karıştırmaktan başka bir işe yaramaz. Atılan adamları da terse çevirir” dedi. Başbakan “Suç işleyen özür diler. Devletin, milletin böyle bir sorunu yok” dedi.” Şu sıralar farklı bir tepki verseydi şaşardım…

Ben de suç işlemedim insanlık dışı uygulamalara yol açanlara, kötülüğe duyarsız kalanlara, seyredenlere, tepki veriyorum. Bu duyarsızlığını hak, adalet, millet, millilik, din kisvesi altında devam ettirenleri de kapsıyor tavrım.

Tehcir kararı bir hükümet kararıdır ve kanun yapılmış; 1915 yılında İttihatçı hükümet tarafından alınan Ermenileri zorla göç ettirme kararıdır. Ne gerekçe ile alınırsa alınsın hangi ama ile kararı savunursanız savunun, sonuçları hepimiz için görmezden gelinemez. Dünden bugüne her iki taraftan binlerce insanın ölümüne yol açtı.

Oysa bu topraklarda 1913-15’li yıllardan önce Balkanlar ve Anadolu’da, Milliyetçilik bu düzeyde kullanılmazken Türkler, Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Lazlar, Çerkezler vb. İstanbul’da bir mitingde bir araya gelerek, en az altı dilde pankart açarak otoriteye karşı taleplerini dile getiriyorlarmış.

Bizim adımıza hükmedenler, içinde bulundukları tarih ve zaman içinde çok yanlış kararlara da imza atmışlar öyle anlaşılıyor ve birçoğunu yeni yeni öğreniyoruz. Bilindiği üzere iktidar odakları her zaman kaynak/rant/getirim paylaşım mekanizmaları, sermaye birikimi, çerçevesinde şekillenmiştir. Esas aldıkları öz hiç bir zaman “insan” a dair olmamıştır. Çoğunlukla daha çok kâr için, bu kârlılığın devamı için gücün, iktidarın sağlamlaştırılması için her yolu meşru saymışlardır. Kişisel hırs ve çıkarlar; erkek bencillik, otoriterlik yukarıdan aşağıya yayılmıştır, evde, işyerinde sokakta.

Bu ülkede farklı tutumlar hemen sığ sularda, ilk elden boğulmaya çalışılır. Bu insanların otoritenin günahlarına karşı yürekli tutumları otoritenin kendisinden önce o toplumda yaşayan duyarsızlar ve seyirciler tarafından yalnızlaştırılır, küçümsenir. Oysa bu karşılıksız gönüllü cesur çabalar toplumun geleceğine ilişkin, çoğulcu, barışçı, hayata ilişkin ahlaki, sahip çıkılması gereken çabalardır.

1915’te tehcir kararına karşı çıkan bürokratlar ve bazı düşünürlerde olmuş, birçoğumuz dinlemiştir büyüklerinden o yıllarda kurtarılan Ermeni hikâyelerini, övünerek anlatırlar. O tek tük sessizce hayat kurtaran insanlar bu hayatı seyretmemiş bu hayata sahip çıkmışlardır. Bizim atalarımız onlardır iyilerdir.
Ereğli’de Deli Mustafa Ağa Ermenilerin zorla göç ettirilmesini; “Ermeniler yağdır, tuzdur, yağsız tuzsuz pilav olmaz. Gâvursuz memleket olmaz” diye önlemeye çalışmıştır. Talat paşa için yürünür çok yüründü bu memlekette; güç yardakçılığı için. Erdem için de yürünecek, yürünmeye başlandı Hrant'ın cenazesinde, uzun günde 21 Haziran 2008'de.

Rasim Ozan Kütahyalı geçen günlerdeki yazılardan birisinde soruyordu(14 Aralık tarihli taraf’ta):“Kimlerdensiniz? Vicdan ve hayattan yana mı sürgün ve katliamdan yana mı?” Evet, bu bir insanlık meselesi aması yok, kimlerdensiniz?

Üçüncü yol ve tüm “ama”lar benzer durumlarda hayatın seyircisi kalmak ve farkında olmadan kötüden yana durmaktır.

Ayakkabısını fırlatan Iraklı gazeteci için 7 yıl hapis cezası istenmiş 2555 gün ya da 61320 saat ceza; hukuk işte adalet değil. Binlerce insan bu davranışı gönülden alkışladı, 2555 kişi bir gün yatsa; 61320 kişi birer saat yatsa bu bedel paylaşılır, seyretmekten öte bir tercih.

***
EK

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=EklerDetay&ArticleID=915501&Date=06.01.2009&CategoryID=42


04/01/2009
BASKIN ORAN (Arşivi)

‘Üniversiteli efendiler!’
110 yıl önce Fransız aydınları toplumsal tartışma alanına ilk defa Dreyfus davası için imza kampanyasıyla girerler ve ordu, din, basın, kamuoyu gibi kurumları günümüze dek sürecek bir biçimde demokrasi yönünde zorlama sürecini başlatırlar

Eski topraklarını yitirmiş bir ülke. İç savaş benzeri bir durumdan çıkalı çok olmamış. Sınaileşme ve kentleşme sancıları yoğun. Anayasal bir rejime, demokrasiye geçmeye çabalıyor. Din ve ordu büyük ağırlığa sahip. Ülkenin çoğunluk kamuoyunda her an hınç gösterileri patlıyor. Basın bu ateşin üstüne körükle gidiyor. Tüm ülke, çoğunluğun etnik/dinsel yapısından farklılık arz edenleri dışlamaya ve düşman ilan etmeye dayanan bir ulusalcılığın pençesinde.
Efendim, burada bir saniye. Yukarıdaki paragrafı tırnak içine almalıyım. Çünkü yazarı ben değilim. Paris’te lise öğretmenliği yapan, www.turquieeuropeenne.eu sitesinin editörü François Skvor. Bahsettiği de, Fransa’nın Haziran 1898’deki (yani, 19. yy sonundaki) fotoğrafı. Devam edelim, gerisi bildik:

Sırası mıydı?
O tarihte bir romancı çıkar: Emile Zola. Bir gazetede cumhurbaşkanına “İtham Ediyorum” diye tam sayfa açık mektup yayınlar. Yüksek rütbeli askerleri adaleti saptırmak ve Yahudi düşmanlığıyla suçlar. Çünkü Divan-ı Harp, Yahudi aileden gelen Yüzbaşı Alfred Dreyfus’ü Almanlara casusluk iddiasıyla vatan haini ilan etmiş ve 1894’te Fransız sömürgesi Guyana’daki Şeytan Adası’na müebbet yatmaya yollamıştır. Fransız karşı-casusluk örgütünün Dreyfus aleyhine sahte belgeler ürettiği ve halkın “Yahudilere Ölüm!” diye sokağa döküldüğü bir ortamda. (Bu ada, H. Charriëre’in meşhur Kelebek romanında anlattığı adadır).
Zola yazınca ortalık fena karışır. Büyük olasılıkla, memleketin “iyi niyetli” insanları da “Şimdi bu mektubun da sırası mıydı?” demiş olsalar gerek. Bu arada gerçek suçlu olan binbaşı 1896’da ortaya çıkarılmış fakat duruşmasının ikinci günü askerî mahkemece beraat ettirilmiştir. Her neyse, Dreyfus dosyası 1899’da tekrar açılacak, belgelerin sahteliği kanıtlanacak, Dreyfus Yargıtay tarafından 1906’da aklanacak, itibarı iade edilerek ve Lejyon Donör verilerek görevine geri alınacaktır.
Fakat bu sırada Emile Zola, Adalet Sarayı önünde göstericilerin “Sendikacı!”, “Clown!” (Soytarı), “Kahrolsun Yahudiler!”, “Subaylarımız sana hesap mı verecekler?” çığlıkları arasında duruşmaya çıkarılmıştır. Göstericiler bir de şöyle bağırırlar: “Métëque!” (Pis Yabancı). Çünkü Zola çoğunluğun dininden yani Hıristiyan olmakla birlikte, İtalyan bir babanın oğludur. Şubat 1898’de 1 yıla ve para cezasına mahkum edilir. Taşıdığı Lejyon Donör nişanı da geri alınarak. F. Skvor bu mahkumiyetin, 29 Temmuz 1881 tarihli Fransız Basın Yasası’nın ünlü 30. ve 31. maddelerinden verildiğini yazıyor. François’nın her iki maddede de bir rakam eksik yazmış olduğunu sanıyorum.

Ülke ikiye bölünüyor
Bunun üzerine Fransız aydınları imza toplamaya başlarlar. Fransa, ‘Dreyfusards’ (Dreyfuscüler) ve ‘anti-Dreyfusards’ olarak, çok asimetrik de olsa derin biçimde ikiye bölünür. Büyük çoğunluğu oluşturan ikinciler, azınlıkta kalan birincileri “Ulusun çıkarları söz konusu olduğunda evrensel kanunlar geçerlidir” diye susturmak isteyecek ve ünlü milliyetçi Maurice Barrës’in meşhur ettiği şu ilginç sözle aşağılayacaklardır: “Messieurs de l’Université!” (Üniversiteli efendiler!)
Herhalde Zola 1906’da davanın sonucunu görünce bütün üzüntülerini unutmuştur, diyeceksiniz. Ama göremeyecektir. Çeşitli suikastlardan kurtulan romancı 1902’de bir sabah ölü bulunur: Soba zehirlemesi. Yıllar sonra, bir çatı tamircisi bacayı siyasi nedenlerle tıkadığını ölüm döşeğinde itiraf edecektir. Zola’nın kemikleri 1908’de, Fransız sağının “Bu İtalyan’ı, bu vatansızı nasıl buraya nakledersiniz!” çığlıkları arasında, Fransız büyüklerinin yattığı Panthéon’a, Victor Hugo’nun yanına taşınır. 1998’de yani “İtham Ediyorum”un 100. yıldönümünde Katolik gazete La Croix, dava sırasındaki Yahudi düşmanı başyazıları için özür diler. (Daha fazla okumak isterseniz: Wikipedia, ‘Dreyfus Affair’ ve ‘Emile Zola’; ayrıca A. Hür, Radikal İki, 23.07.06)
İşte, tam 110 yıl önce Fransız aydınları toplumsal tartışma alanına ilk defa böyle girerler ve ordu, din, basın ve kamuoyu gibi kurumları günümüze dek sürecek bir biçimde demokrasi yönünde zorlama sürecini başlatırlar. Fransa’da “Cumhuriyetçilik” bu olay sayesinde güçlenip yerleşecektir.

Bizim ‘üniversiteliler’
Üniversite deyince internetin başına geçtim, bizimkilerin bu tutucu unsurları demokrasi yönünde nasıl zorladıklarını görmek için bir süre Google’ladım.
(Geçen hafta ‘Sn. Oran; emin olun ki benim için hiçbir önemi yok ama Ermeni asıllı Türk vatandaşımız mısınız?’ dediğini yazdığım) Ankara Üniversitesi öğretim elemanı yine makine başında:
‘Israrla, Milletime hakaret edilmektedir. Elbette ki bunun bir sebebi vardır. Ben de demokratik hakkımı kullanarak Sn. Oran’a soruyorum. Her ne kadar beni ilgilendirmese de etnik bir probleminiz mi var da ısrarla benim milletim adına haksız yere özürler diliyorsunuz diye soruyorum... Bu vatan için elbette ki, bu uydurma bildiriye karşılık vermek durumundayım. Çünkü; EY TÜRK GENÇLİĞİ! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk...’ Bundan sonrası komple 10. Yıl Nutku metni.
Mart 2005’te Genelkurmay’ı izleyen bir basın bildirisi yayınlayarak Mersin olayında adı geçen çocuklara “Sözde Vatandaş” diyen Ankara Üniversitesi Senatosu, rektör değişince aynı tutumu tekrarlamadı. Ama başka üniversitelerimiz açığı kapadı. Yorumsuz veriyorum:
Marmara Üniversitesi Senatosu: “Özür Dileme Girişimini haksız, insafsız ve maksadı meçhul bir hareket olarak değerlendiriyor ve şiddetle kınıyoruz”.
Atatürk Üniversitesi Senatosu: “[Bu kampanya] Ermeni terör gruplarının gerçekleştirdiği eylemlerde hayatlarını kaybeden aziz şehitlerimize karşı bir ihanettir”. Sakarya Üniversitesi: “İşgalci olan Ermenilerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türklerin Ermenilerden özür dilemesini gerektirecek ne hukuki ne de tarihi hiçbir gerekçe yoktur”. İstanbul Üniversitesi Senatosu: “Kışkırtıcı bir yaklaşımla toplumda huzursuzluk çıkarmak ‘düşünce özgürlüğü’ kapsamında değerlendirilemez” (Vahap Coşkun, Taraf, 26.12.08).
Bunları okuyunca bir düşündüm de, kimse bizimkileri 110 yıl önce “Üniversiteli Efendiler!” diye aşağılayamazdı.
Bir de, François’ya epostayla sordum, “Fransız emekli diplomatları bu olayda Zola’yı hain ilan etmiş miydiler” dedim, “Neyi sorduğunu anlamadım” diye cevap geldi.

 
Toplam blog
: 444
: 1284
Kayıt tarihi
: 13.09.07
 
 

MB zengin kültürel bir eksen; düşüncelerimizin buluştuğu, tartıştığımız, birbirimizi etkilediğimi..