Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

19 Ağustos '07

 
Kategori
Siyaset
 

Kızılderili , kovboy, senaryo ve adalet

Kızılderili , kovboy, senaryo ve adalet
 

Çocukken, tek kanallı televizyonda en sevdiğim gün Pazar’dı. Çünkü o gün saat 12.00 de sinema kuşağında kovboy filmleri oynardı ve çocuk kafayla bu filmlere bayılırdım. Beşinci sınıf oyuncu j. Wayne’nin ( ki bu adam 1950’li yılların başında Hoolywood’da gerçekleşen Mc. Carty’nin yönettiği cadı avında, komisyona gönüllü çıkıp solcu meslektaşlarını ihbar etmiş biri) Kızılderili'leri nasıl ortadan kaldırdığı ve şerif olduğu kasabaya nasıl huzur getirdiğini huşu içinde izlerdik. Kızılderililer eyaletin huzurunu bozardı. Zaten kahramanımız da şerifti.

Şimdi roller nasılda günümüze tıpatıp uyuyor. Bu sefer Kızılderili’lerin yerini, neredeyse az gelişmiş dünyanın tüm halkları almış durumda, kovboyumuzsa hep aynı. Sistematik hiç değişmemiş. Oysa iktisat kitaplarında bize kolonizyalist şeklinin, emperyal gelişme sonucunda şekil değiştirildiği söylenmişti.

Şimdi kapıda savaş var, günlerdir tüm dünya medyası, kendi bakış açılarına göre savaşı değerlendiriyorlar. Kimisi; bir koyup, beş alıyor. Kimisi ; hiç koymadan alıyor vs. vs. bir halkın sırtında karlı bilançolar hesaplanıyor. Kızılderili’leri hatırladınız değil mi?

Şimdi ne anlatılabilir bu işgal hakkında. Hepiniz çoğu şeyleri biliyorsunuz... Ama belki de bilmediğiniz, duymadığınız şeyler de vardır, mutlaka vardır. Neler mi?

ABD 1900’ün başında, anti emperyalist Panama hükümetini darbeyle iktidardan indirdi. Yerine devlet başkanı olarak bir askerini atadı. Neden mi? ABD böylece, Olmayan Panama hükümeti ile( yani kendi askeri ile) Panama Kanalının 100 yıllığına kendisine kiralanmasını imza altına aldı.

17. yüzyılın başında Afrika’dan getirdiği köleleri(!), ucuz işgücü olarak hayatın her alanında kullandı. Neden mi? Çünkü, Amerikan toplumu; haydut, kanun kaçağı, kendi ülkelerinde bir işe yaramayan maceraperestlerden oluşan bir kalabalıktı. Çalışmaya gelmeyen bir yığınlar bütünü idi. Ve köle getirerek birden, kanun kaçağı pozisyonundan, efendi pozisyonuna geçtiler.

Hepiniz, kafa derisi yüzme işini Kızılderili’lerden duymuşsunuz değil mi? O dönem eyalet yetkilileri, Kızılderili cesedi getirene ödül veriyordu. Oysa cesedi getirmek ağır ve külfetli işti. Bir zaman sonra sadece ölü kafasını getirene de ödül verilmeye başlandı. En son daha kolay ve pratik çözüm bulmuşlardı. Kafa derisini yüzüp getirmek de ödül için yeterli olmuştu. Neden mi? Nedenini zaten yukarıda yazdım. Bir Kızılderili şefi o günler için şöyle diyordu; “Onlar bize İncil’i getirdiklerini söylüyorlardı. Biz gözümüzü kapatıp İncil’i alıyorduk, oysa gözümüzü açtığımızda İncil bizim, toprağımızsa onların oluyordu.”

Şili’de normal seçimle başa gelen Sosyalist Allende, ITT firmasının ülke çapında düzenlediği ve içerisinde CIA ajanlarının da olduğu büyük bir darbeyle devrildi. Yerine cuntacı Pinoceht getirildi. Neden mi? Çünkü dünyanın en büyük bakır üreticisi Şili’de Allende, bakır ve petrol şirketlerini millileştirdi. ABD li şirketleri kamulaştırdı. Öyle ya Latin Amerika ABD nin arka bahçesiydi. Ve kimse kendisine itiraz etmemeliydi. Bugün Venezüella’da Chavez’e yapılanlar, her yönüyle Şili darbesini hatırlatıyor. Korkarım ki Venezüella’da da darbe yakındır. Nikaragua’lı bir rahip; “ABD ye yakın olmak, tanrıya uzak olmaktır” diyordu. Boşuna değilmiş. Ama şimdi ABD her yere yakın. Ve tanrı herkese çok uzak demek ki.

Türkiye Darbeleri, Kore Savaşı, Endonezya’da Marcos, Filipinler’de öldürülen milyonlarca komünist, Küba’da Domuzlar Körfezi Çıkarması, Arjantin’de Videla döneminde kaybettirilen binlerce genç, İsrail Faşizmi, Balkanların ateşe verilmesi, Yugoslavya’nın bombalanması, Romanya Darbesi, Afganistan ve Talebanlar, Irak… Gelinen bu vahşete de tarihin sonu diyorlar.

TARİHİN SONU MU?

Japon asıllı iktisatçı Fukuyama, yeni dünya düzeni ve kapitalist küreselleşme için ; “Tarihin sonu” diyordu. Yani ideolojik anlamda insanlığın gelebileceği son nokta demek istiyordu. Fukuyama’nın çömezleri ise, işi biraz daha kılıfına uydurarak bu çıkmaza yeni bir üst kimlik buldular “post modernizm”. Yani insanın evrimleşmesinin tamamlanıp tarihsel anlamda yarattığı tüm üst kimliklerin “kültür” kavramı içinde yeniden devinilip son şeklinin alındığını söylüyorlar.

Eğer yaratılan bunca gürültüye kendimizi teslim edersek, gelinen noktada sunulan kapitalist paradigmanın da doğru olduğuna inandırabiliriz kendimizi. Küreselleşme, globalizasyon, küçülen dünya, iletişim çağı gibi kavramlar, tarihin sonu denilen paradigmaya sadece güç vermek için yaratılan sihirli sözcüklerden başka bir şey değil.

Bu gün; dünyanın en büyük çokuluslu 300 şirketin yıllık gelirleri, 82 ülkenin bütçesini aşmakta. Almanya’da kişi başına düşen milli gelir 30 bin dolar iken, Gana’da bu rakam 350 dolar. Aslında kuzey ve güne yarımküresi arasında çizgi ile çizilmiş bir refah farkı var. Bunun temel nedeni ise kuzeyin sömürgeleştirmesi, güneyin de sömürgeleşmesi noktasında bakmak gerekiyor. Yoksa Kuzey Yarımküresinde bulunan ülkelerde ki insanların daha çok emek sarf ederek çalıştıklarından bu noktaya gelinmiş değil. Bu uçurumlara rağmen dünya küçüldü demek, bir yandan da tüm ülkelerde ki gelir dağılımının birbirine yaklaştığı gibi bir yalanı gizleme mantığından başka bir şey yatmamakta. Küçülen dünya değil, sömürgeleştirmenin, kolonileştirmenin zorlukları küçüldü hepsi bu.

Teknolojik iletişim çağında ki hızlı haberleşme; aslında kontrol edilebilinir, deşifre edilebilinir bir haberleşme oldu. Bu gün Rusya internet ağında devlet tarafından şlifreli dahi olsa yapılan her türlü gizli yazışma, kısa bir zaman öncesine kadar, ABD tarafından, anında internet üzerinden şifreleri çözülmüş olarak ulaşıyordu.

Tarihin sonu denilerek yaratılan vahşet, bu gün daha iyi anlaşılması gereken acil bir sorun. Emek, sermaye çelişkisi sürdükçe tarih hep ileriye doğru akacaktır. Aslında bunu kapitalist iktisatçılar da bilmekte fakat sürecin durağanlaşarak daha uzun sürmesinin mücadelesini yapmaktalar.

Fukuyama’nın en büyük savunucularından Peru Devlet Başkanı Fujiyama’nın Peru’dan kaçarak gerçek ülkesi Japonya’ya sığınması da bu çelişkileri traji-komik yapan ciddi bir unsurdu, bu gün bir çok Latin Amerika ülkesini, Kapitalist sömürgecilikle yok ettirilmeye çalışılan bir uygarlığın temsilcileri, yani yerliler yönetmekte. Kovdukları kişi ise, onları yok etmeye çalışan kültürün mirasçısı.

Bu gün, artarak çoğalan bir anti küreselleşme cephesi var. Seattle’de, Prag’da, Berlin’de yapılan yığınsal ve çevrecilerden sosyalistlere, anarşistlerden etnik azınlıklara ve zencilere kadar yoğun, bu gezegenin tüm mağdurları, yaşanan talan ve sömürüye karşı birlikte hareket etmenin bilincindeler. Aslında tarihin sonu değil yaşananlar, çünkü tarih şimdi daha hızlı akmakta ve tarihin sonu diyenlerin sonu yaklaşmaktadır.

İnsan hakları sicili berbat olan ABD’nin getireceği özgürlük; “Guantanamo toplama kampında yaşananlardan daha fazla insan haklarını içinde barındırmaz.”

ABD VE İNSAN HAKLARI

Dünyanın bir numaralı terörist devleti ABD, her yıl İnsan Hakları Raporu hazırlıyor. Genelde bu rapor içerisinde hep ilk sıraları kendisine muhalif olan ülkeleri yerleştirmede imtina etmiyor. Dünyanın en büyük insan hakları ihlalini yapan ABD’ye karşı resmi anlamda şimdiye kadar da hiçbir ülke ses çıkarmıyordu. Ta ki geçtiğimiz aylarda, Çin karşı rapor hazırlayana kadar.

Guantanamo, Ebu Garip, Felluce AB’nin son sicil notları. Daha öncede hemen hemen dünyanın tüm coğrafyalarında, askeri darbelerle, paramiliter güçlerle, bölgesel işgallerle kan akıtan, insan öldüren, insan haklarını ayaklar altına alan bu cinayet devleti için, artık hazırladığı raporlar da alay konusu olmaya başladı.

Çin’in hazırladığı “ABD’nin İnsan Hakları” raporuna baktığımızda, bu saldırgan ve emperyalist devletin hazin durumu ile yüzleşiyoruz. Irak’ta 100 bin sivilin katledilmesi, Ebu Garib ve Guantanamo’da esirlere yapılan işkenceler en bilinen ihlaller. ABD’yi zenginlerin yönettiği belirtilen raporda; 36 milyon fakirin olduğu, fakat başkanlık seçimlerine milyarlarca doların harcandığı, Kaliforniya’da 1984 yılından beri sadece bir tane okulun yapıldığı, buna karşılık 21 hapishanenin inşa edildiği belirtilen raporda, 10 yılda yeni hapishaneler için 7 milyar dolar paranın harcandığı belirtilmekte.

Rapora göre ABD’de ırk ayırımı da derinleşmekte. ABD Adalet Bakanlığının verilerine göre, tutukluların sadece %30’u beyazlardan oluşmakta. 2002 de beyaz bir ailenin, Latin kökenli bir aileden 11 kat, Afrika kökenlilerden 15 kat fazla para kazandığı belirtilmiş.

Dünyaya kültürünü, sanatını, müziğini, sinemasını dayatmaya çalışan ABD’nin arka planına baktığımız da durum daha da vahim olduğu görülüyor. Sadece 2003 yılında 93.233 tecavüz olayının kayıtlara geçtiğini görüyoruz. Bir de kayıtlara geçmeyen tecavüz sayısını düşününce, her halde kadın haklarının ve kadına bakışının ne halde olduğunu daha net görebiliriz. Ayrıca, yine ABD’de her yıl 400 bin çocuk fuhuşa sürüklenmekte.

Ülkemizdeki Amerikancı güçlerin ve yandaşlarının, aslında ABD’yi örnek ülke olarak görmedikleri, gerisinde çok güçlü çıkar bağlantıları olduğunu söylemek sanırım fazla da yanlış olmaz.

 
Toplam blog
: 67
: 1679
Kayıt tarihi
: 11.08.07
 
 

Adıyaman'da doğdu. ilk ve ortaöğrenimimi yatılı bölge okullarında okudu. İzmir 9 Eylül İktisat Fa..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara