Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '11

 
Kategori
Sinema
 

Klasik ve modern Film Noir

Klasik ve modern Film Noir
 

film nöir


"Film Noir” Fransızcadan dilimize çevirisi ile “Kara Film” sinemanın en yerleşik türlerinden birisidir. Kökeni otuzlu yıllara dayanan klasik “film noir”, Alman dışavurumculuğunun gölgeli görüntülerini, Fransız şiirsel gerçekçiliği ve Hollywood’un klasik gangster ve suç filmleri ile harmanlar. Türün görselliğini klasik anlamda tanımlayan sinematografik kare “yağmurlu tenha sokakta, yakaları kalkık trençkotu içinde yalnız yürüyen detektif “ olur. Mekan çekimlerinde pencereyi örten jaluzinin aralıklarından sızan ışık, odadaki yüz ifadelerini ve eşyaları parçalarken, “noir” dünyasının karmaşık ve güvenilmez ruhlarını da betimler . Sinema tarihinin tanımlaması en sorunlu alanlarından birisi olan “film noir” kesinlikle akım olarak ortaya çıkmamıştır. Birçok eleştirmen ve sinema kuramcısı “film noir” ın filmlere yapışmış karanlık bir renk tonu olduğunu iddia etse de, yoğunluk kırklı yıllarda çevrilen Hollywood detektif filmleri ile başlar. Raymond Chandler, Dashiell Hammett, James M. Cain, Mickey Spillane gibi yazarların "hard boiled" olarak adlandırılan roman ve öykülerinden uyarlanan filmler kırklı yıllardaki detektif ve suç türünü besleyen  kaynak olur. Kelime anlamıyla çok pişmiş, katı yumurta anlamına gelen "hard boiled" hayat içinde katılaşmış detektifleri ve feleğin çemberinden geçmiş yan karakterlerinin varoluş tarzını tanımlayan üst başlıktır.  Fransa’da kırklı yıllarda “Série Noir” adı altında yayımlanan detektif ve cinayet romanları da "hard boiled" izinden gidip, bu türün tematik ve ruhsal tanımlamasında önemli rol oynamıştır, Chandler'in Philip Marlowe'u, Hammett'in Sam Spade'i , Spillane'in Mick Hammer'i farklı aktörler tarafından canlandırıldıkları bir çok film ile perdenin unutulmaz figürlerine dönüştüler.

 1955 yılında Raymond Borde ve Etienne Chaumeton tarafından yazılan “A Panorama of American Film Noir” türün değişmez kalıplarını ve klasik örneklerini sinemaseverlere tanıttı. Başta var olmayan bir tür, çevrilen filmlerin izlediği yol ve karakterlerin benzeşmesinden sonra, geriye dönülerek tanımlandı. Amerikalı “hard boiled” yazarların yarattığı detektif karakteri, asla masa başında zeka ve bilgi dağarcığının yardımıyla cinayetleri çözümlemeye çalışan bir Sherlock Holmes veya Hercule Poiret değildi. O suç labirentinin içinde, karanlık sokaklarda tehlike içinde olayı çözümlemeye çalışan bir “kent kovboyu”oldu. Para açısından darda bir sonraki müşteriden kazanacağı ile ayakta durabilen , yerel polis teşkilatı tarafından çok sevilmeyen bir şahsiyettir. Tek başına çözmeye çalıştığı cinayet ve entrikalar yumağı içinde karşısına değişmez olarak bir “femme fatale” çıkar. Bu çekici ve gizemli kadın olaylar içinde masumu oynarken gerektiğinde cinselliği en büyük silahı olur. Bu file çoraplı, kırmızı rujlu, güzel vücutlu, parmakları arasında sigarasını seksi bir şekilde tutan kadın, erkeklerin egemen oldukları alanlarda cesur bir şekilde dolaşır. Aile yapısının tamamen yıkıldığı bir alandır “film noir”. Çocukların koşuşturduğu, mutfakta kadınların yemek pişirdiği mutlu evlerin yerini otel odaları, düzensiz detektif büroları, yol üstü restoranları, caz lokalleri alır. Bu düzen içinde yalnız kahraman bekar, sürekli yer değiştiren, farklı kadınlar ile birlikte olan bir karakterdir. Her türlü unsur aile kavramının ve romantik aşk kavramının altını oyar. Bu karanlık  dünyada  karşısına bağımsız ruhlu veya sadakatsiz bir kadın figürü olarak “femme fatale-öldüren kadın” çıkar. “Öldüren kadın” cinayet veya mevzu bahis entrika içinde çıkarlarının peşindedir ve güçlü olan veya kolayca manipüle edebileceği erkeği kendi tarafına çekmeye çalışır. Eğer “femme fatale” evli ise, kocası kendinden yaşlı bazen de sakattır, parası için evlenmiştir. Çocukları yoktur varsa da üveydirler.

 
 Kırklı yıllarda çevrilmiş türün en klasik örnekleri arasında gösterilen ”Malta Şahini”, “Gilda”, Çifte Tazminat”, ”Postacı Kapıyı İki Kere Çalar”,”Şangaylı Kadın”, “Geçmişten Gelen”  güvenilmez kadın karakterin en egemen olduğu klasik filmler olarak anımsanır. “Malta Şahin”nin finalinde Humprey Bogart ortağını ve bir adamı daha öldürdüğünü anladığı, öncesinde duygusal olarak yakınlaştığı Mary Astor’u polise teslim ederken, “hapiste uslu durursan yirmi yılda çıkarsın, o zaman da bana geri dönebilirsin” der. Erkeğin cinselliğinin, arzularının bir yansıması olan “femme fatale” finalde mutlaka cezasını bulur. Kötülüğün cezasını bulması, kadın ve erkeğin mutlu bir birlikteliğe ulaşmaması türün değişmez final yapısıdır. Mutlu son yoktur, gizem çözülür, kötü kadın cezasını bulur, herkes kendi yoluna gider, gelecek karanlıktır. 
 
“Film noir”türünü dönem olarak etkileyen olay 2.Dünya Savaşı olur. Savaşın getirdiği ekonomik ve ruhsal çöküş filmlerin karanlık ve karamsar atmosferini yaratır. Kadınlar, erkekler savaşa gittikten sonra hayatta kalabilmek için birçok işte çalışır hale gelmişlerdir. Ekonomik bağımsızlıklarını sağlamak için hayatın zorlukları karşısında, kadın erkeğin hakim olduğu alana girmiş ve  “fallik” bir ara karaktere dönüşmüştür. Savaştan yaralı ve güçsüz dönen erkekler karşılarında güçlü, masum ve edilgen duruşunu yitirmiş kadınları bulur. Cephedeyken kadınlarının onları aldatmış olma ihtimali erkeklerin zihinlerinin bir köşesine sinsice yerleşmiştir. Güvenilmez, cinselliği ile tehdit edici kadın karakteri bu değişimin eseridir. 
 
Savaş sırasında Nazilerden kaçarak Amerika’ya yerleşen Billy Wilder, Otto Preminger, Fritz Lang, Robert Siodmak gibi Alman kökenli yönetmenler dışavurumcu akımın karanlık görselliğini öykülerin kasvetli ve varoluşcu ruhlarına yansıtırlar. Humphrey Bogart, Robert Mitchum, Burt Lancester,Orson Welles gibi aktörlerin yarattıkları yalnız ve karizmatik detektif karakterleri türün sevilmesinde önemli bir katkı yaptılar. Barbara Stanwyck, Rita Hayword, Lana Turner,Lauren Bacall gibi kadın oyuncular da, "femme fatale" karakterleri parlak performanslar ile canlandırdılar.                
 
Sigara içmek ve dumanı “film noir” türünün değişmez metaforlarından birisi olur. Sigara dumanı öyküdeki gizemin adeta bir tamamlayıcı bir unsurudur. Çoğunlukla detektiflerin tabakalardan sardığı sigaralar, sıkıntılarını paylaştıkları vazgeçemedikleri bir alışkanlıkları olur. Kadınların  dudaklarını seksice oynatarak üfledikleri sigara dumanları, erkeksi alanlarda eşit şartlarda mücadele ettiklerinin ilanı gibidir. 
 
 
Klasik “film noir”köşe taşlarını şöyle sıralayabiliriz:
 
 Malta Şahini – John Houston (1941)
 
Çifte Tazminat-Double Indemnity-Billy Wilder (1944)
 
Büyük Uyku-Big Sleeep-Howard Hawks (1946)
 
Postacı Kapıyı İki Defa Çalar-The Postman Always Ring Twice-Tay Garnet-(1946)
 
Geçmişten Gelen-Out Of The Past-Jack Tourneur (1947)
 
Sunset Blvd-Sunset Bulvarı-Billy Wilder (1950)
 
Nefes Nefese-Au Bout Du Souffle (1955)-Jean Luc Godart
 
Şeytan Ruhlular-Les Diaboliques (1955)-Henri George Clouzot
 
Ölüm Gibi Öp-Kiss Me Deathly- Robert Aldrich (1955)
 
Son Darbe-The Killing (1956)-Stanley Kubrick
 
Bitmeyen Balayı-Touch of Evil (1958)-Orson Welles
 
Kiralık Katil-Le samourai-(1960)-Jean Pierre Melville
 
Kızgın Güneş-Plein Soleil-(1960)-René Clément
 
Dönüşü Olmayan Yol-Point Blank (1967)-John Boorman
 
Yetmişli yılların başlarından itibaren artık çağdaş “neo-noir”’ların belirgin bir görselliği, kalıplara sıkışmış bir konu stratejileri olmadı.Bir çok filmde öyküler gecenin karanlığından gündüzün ışığına çıktı. Değişmeyen tek şey suçun ışık altında da var olmasıydı.   Bu konuda yapılan “yeni kara film” listeleri ciddi fikir ayrılıklarına yol açtı. Geçmişle tematik ve atmosfer akrabalığı olanların başında gelen “The Long Goodbye”, “Çin Mahallesi”, “Orada Olmayan Adam”, “The Last Seduction”,”Vücut Isısı”,”Los Angeles Sırları” tartışmasız kabul edilirken, türe bir kenarından tutunan birçok film “noir” yelpazesini genişletti. Farklı türlerin dokusu ile birleşti. Bilimkurgu "noir" a çok  kadar uzak bir akım olarak gözükmesine karşın mozaik içinde baş yapıt düzeyinde filmler ile önlerde yer aldı. “Bıçak Sırtı-Blade Runner” bilimkurguyu kapkara bir detektif öyküsü içine yerleştirdi veya “Matrix”, karanlık ruhunu "dünya bir hayaldir fakat baş kaldırma cesaretiniz varsa rüyadan daha iyi bir gerçekliğe uyanabiliriz" söylemi üzerine inşa etti. Bilgisayarların programladığı dünyada tüm ajanlar arkaya taranmış saçları, siyah takım elbiseleri ve güneş gözlükleri ile klasik noir dünyasının tipleri ile tıpatıp aynıdırlar. David Lynch’in rüyalarını ve kasaba yaşamını “noir” karakterleri üzerine kurması bu türün sınırlarını başka mecralara taşıdı. Lynch “Mavi Kadife” de türün olmazsa olmazı olan büyük kentin yerine küçük bir kasabayı “film noir” için seçerken, zaman kavramını da hangi yıllarda geçtiği tahmin edilemeyen, muğlak bir sınıra yerleştirdi. Steven Spielberg'in "Azınlık Raporu" da gelecek karanlıktır, 2050'de suç önleme birimi olarak kurulan polis birimi, kahinlerin yönlendirmesi ile cinayetler işlenmeden suçluları yakalamaktadır. "Hiç bir sistem mükemmel değildir hele adalet üzerine kurulu bir sistem ise bu çok daha  zordur" diyen Spielberg film için esin kaynaklarını "Malta Şahini" ve "Seven" olarak tanımlar.            
 
“Vücut Isısı”,”Tuhaf İlişkiler”,“Temel İçgüdü”, ”Öldüren Kadın”,”Son Tahrik”gibi türün yeni örnekleri "öldüren kadın" da, kadının toplumsal yaşamda ve iş alanında değişen baskın karakterine iz düşüm olarak kökten değişiklikler yaptı. Artık yapacağını yapan sonunda cezasını çekmeyen, ahlak sınırlarının çok ötesinde şeytani bir karaktere dönüşür kötü kadın karakteri. Zeki, güçlü, cinselliğini istediği gibi yaşayan bu yolla erkekleri sonuna kadar kullanan “femme fatale” finalde kazanan olur. Waschowski kardeşlerin ilk filmi “Tuhaf İlişkiler” bu dönüşümün iyi bir örneğidir. Lezbiyen ilişki içindeki Corky (Gina Gershon) ve Violet (Jennifer Tilly) kendilerini küçümseyen, maço karakter Caeser’ı (Joe Pantoliano) öldürürler ve para ile kaçarlar. Brian De Palma “Öldüren Kadın” da düşleri ve kötü kadını iç içe geçirir, gerçek yaşama döndüğünde Laure (Rebecca Romjin) çaldığı paralar ile mutlu bir geleceğe uzanır. “Vücut Isısı” ‘nda kırmızı kısa eteği içinde tüm seksiliğini sergileyen Matty (Kathleen Turner) kurbanı Ned’e (William Hurt) “çok akıllı bir erkek değilsin , böylesi daha hoşuma gider” der ve onunla sevişir. Finalde kendisini öldü gösterip, tropik bir kumsalda öldürdüğü kocasının parasının keyfini sürer. Linda Fiorentina (Bridger) “Son Tahrik”te yeni jenerasyon kötü kadınların tüm niteliklerini pervasızca kullanır, parasını çaldığı kocası Clay (Bill Pulman) ve kasaba delikanlısı Mike (Peter Berg) tuzağa düşürür, birisi ölürken diğeri hapiste çürür, O ise zengin olur. “Çin Mahallesi” nde Faye Dunaway’in oynadığı Evelyne finalde anlaşılan ensest bir ilişkinin kurbanı olarak hem “femme fatale” olur hem de kaybeden. 1992’de “Temel İçgüdü” ile Catherine Tramell (Sharon Stone) modern  “femme fatale” vitrininde en öne yerleşir. Seksi, zeki, zengin, başarılı cinayet romanları yazarı için yaşam kendi oyun bahçesidir. Ölüm ve öldürmek onun için seks ile iç içe bir halkadır. Sharon Stone’un dayanılmaz seksapeli Tramell karakterini en çekici “femme fatale” tahtına oturtur.       
 
Erkek detektifler de modern “film noir” larda kurban olmaya yakın duran karakterler oldu, finalde kaderlerinin oyunundan kaçamadılar. Normal bir meslek sayılamayacak detektiflik, ahlaken de marjinal bir konuma yerleşti. Detektifler davayı çözüp kahraman olmak isterlerken, kaybedenler oldular. “Yedi-Seven”, “Çin Mahallesi”, “Rezervuar Köpekleri”,“Temel İçgüdü”  kayıplarla zafere ulaşan detektif karakterlerinin en tipik örneklerini sundu. Manevi değerlere uzak düşen meslekleri onları karanlığa iter. Detektiflik bir şekilde şeytanla yapılan iş birliğidir.
 
Modern "film noir" dünyası günümüzde yaşananları deşifre etmek içinde kullanılabilir. “Taksi Şoförü-Taxi Driver” bir Vietnam gazisinin, kirlenmiş politikacılar ile iş birliği içine girmiş bir New York kentini kurtarmak için yaptığı küçük ölçekli katliamı anlatır. “Mançuryalı Aday” filminin yeni çevriminde savaştan palazlanan kurumların yabancı düşmanlığını nasıl körüklediğini yansıtırken,”Ejderha Dövmeli Kız” nazi sempatizanlığının günümüze olan uzantılarını ve derin devletin bulaştığı organize kirli işleri öyküler.“Başlangıç-Inception” çok katmanlı rüya alemini “noir” dünyasının kasvetli tonları ile boyarken, klasik “noir” görselliğini ve atmosferini 2010’un dijital tekniği ile birleştirdi..
 
Ellili yılların sonlarından itibaren Fransız Yeni Dalgasının sinema dünyasına tanıttığı hareketli kamera, kurgudaki dondurma ve atlamalar, dış mekan çekimleri “film noir” türünün benimsediği teknik yenilikler oldu. Fransız sinemasının Jean Pierre Melville, Henri George-Clouzot, Jean Luc Godart, Claude Chabrol, René Clément, Jacques Déray gibi yönetmenlerin öncülüğünde “film noir” türüne yaptığı katkılar, Hollywood yönetmenleri altmışlı yıllardan itibaren etkiledi. Robert Altman, John Boorman, John Frankenheimer, Martin Scorsese, Brian De Palma, Michael Mann gibi Hollywood ile çalışan yönetmenler Fransız sinemasının serbest ve şiirsel sinematografik dili yanında görselliğine de sıklıkla başvurdu. Dijital gelişmelerin kurguda hızlandırılmış kesimlere, çekimlerde düşük ışık altında yüksek çözünürlükte derin kontrastlı çekimlere izin vermesi etkileyici görüntüler ortaya çıktı.
 
 Son yirmi yıla göz atacak olursak Coen Kardeşlerin bayrağı taşıdığı yeni neo-noir’cılar arasında Quentin Tarantino,David Lynch, David Fincher, Brian De Palma, William Friedkin,Mike Hodges, Michael Mann, Christopher Nolan, Steven Sodebergh gibi yönetmenler sayılabilir.
 
 Coen Kardeşlerin “Kansız-Blood Simple” ile başlayan sinema serüveni her yeni filmde “noir” kategorisini “upgrade” yaparak sürüyor. “Fargo”  kentin karanlığı yerine Minnesota’nın beyaz karlı çevresinde akan giden bir suç öyküsü olurken, “Orada Olmayan Adam”da pasif, başkalarının eylemlerinin pasif bir kurbanı olan ” Ed Crane ile noir karakterlere bir yenisini eklediler. “İhtiyarlara Yer Yok” çağın anlamsız şiddetini yansıtan “ neo-noir” başyapıtı oldu.
 
William Friedkin “Kanunun Kuvveti”nde peşinde olduğu uyuşturucu mafyasının işini bitirebilmek için engel, sınır tanımadan mücadele ederken, suç sınırına geçebilen polis Popeye Dole’u (Gene Hackman) tanıtır. “Devriye” de eşcinsel ortamda işlenen seri cinayetlerin peşinde kendi cinselliğini sorgulayan detektif Steve’in (Al Pacino) öyküsünü anlattı.
 
 David Lynch sıra dışı filmlerinin temel taşını her zaman "noir" üzerine kurdu. Rüyaları, kişilik bölünmelerini anlattığı ”İkiz Tepeler”, “Mavi Kadife”, “Kayıp Otoban”,”Mulholland Çıkmazı” gibi filmlerinde klasik şablonları farklı biçimlerde kullandı. Quentin Tarantino ilk filmi “Rezervuar Köpekleri” nde bir mücevher soygunu sonrası işlerin kötü gitmesi ile sahipsiz bir depoya sığınan soyguncuların hesaplaşmasını anlatırken diyaloglardan, müziğine kadar her şeyi ile yeni bir sinema dili kullandı. “Ucuz Roman” da bu yenilikçi sinema dilini daha ileriye götürdü. Şiddeti yoğun fakat grafik bir görsellikte kullanırken,  sokak raconu ile sürüp giden geveze diyaloglar üzerinden kara mizahı,”kara film” ile harmanladı. David Fincher “Yedi” ile “neo noir” türüne bir başyapıt ekledi. Yağmurlu kentin kasvetli odalarında işlenen cinayetler İncil’deki yedi günahı işaret ederken, katilin bulunması finalde detektif Mills'i (Brad Pitt) zafere ulaştırmaya, onun hissetmek istediği gibi bir kahramana dönüşmesine yetmez. Fincher karanlık filmlere bir detektif öyküsü olmamasına karşın “noir” kategorisinde sayılan “Dövüş Kulübü” ile devam eder. “Zodiac” da ise katili yakalanamayan cinayetler serisini anlatırken kullandığı belgesele yakın sinema dili üzerinden seyirciyi davaya ortak eder, katil üzerine fikir üretmesini ister.
 
Michael Mann “Tetikçinin Gecesi-Collateral” nde Tom Cruise’un oynadığı tetikçi Vincent karakteri büyük kentin ortasında bir kaybedendir. Kiraladığı taksi ile öldüreceklerini bir bir ziyaret eden Vincent, gecenin sonunda içinde şoföre anlattığı öyküdeki gibi metroda ölen ve kimsenin fark etmediği bir cesede dönüşür.
 
 Dashiell Hammett’in “Kızıl Hasat” romanındaki Personville, Raymond Chandler’in “Bay City” ile benzerlikler taşıyan günahların merkezi  Basin Şehri’nin öyküsü Frank Miller’in çizgi romanından sinemaya uyarlanır. Roberto Rodriguez “Günah Şehri-Sin City”nde klasik noir kontrastlarının yanında grafik eskizleri dijital teknolojinin yardımıyla aynı kadrajda kullandı. Güzel fahişelerin uzun yaşamadığı, kurtarılacak kadınını arayan sert erkeklerin çürümüş dünyasını anlatırken, gelecekteki herhangi bir zaman geçmişin “noir” estetiğinde birleşir.
 
Wachowski Kardeşlerin Alan Moore’un aynı adlı çizgi romanından   senaryosunu yazıp, yapımcılığını üstlendiği “V” isyanı ve anarşiyi şiirsel bir anlatımla birleştiren modern bir “noir” dır. Seksenli yılların sonunda Teacher dönemi İngiltere’sini eleştirmek için “V” yi yaratırken Moore ve Lloyd ikilisi, bin sekiz yüzlü yıllarda anarşist bir grubun üyesi olan ve parlamentonun altına yerleştirilen otuz altı varil barutu ateşlemekle görevli  Guy Fawles olayından esinlenir. Fütüristik bir öyküyü anlatmasına karşın “Operadaki Hayalet” ritminde akan dramın aksiyondan rol çaldığı bir filmdir.
 
“Olağan Şüpheliler” şaşırtıcı finali ve farklı akışı ile yeni noir’ ların en iyilerinden birisidir. Seyircinin finalde her şeyi yeniden yorumlayıp, o ana dek kabul ettiklerini değiştirmesi için yönetmen Bryan Singer elinden geleni yapar. Temelde Singer klasik tarzın uzağında dolaşmaz. Karakterler arasındaki etkileşimi olağanüstü kullanır.  Polis karakolunda Ajan Kujal’ın sorguladığı Verbal Kint (Kevin Spacey) bir olay üzerine inandırıcı bilgiler verir. İfadenin polisin kafasındaki kurgu ile örtüşmesi, her şeyin çözüldüğü inancını yaratır. Bir tek Verbal Kimt hakikati bilmektedir. Sonuçta polis ve seyirci Verbal Kint’in tuzağına birlikte düşerler.        
 
   
Christopher Nolan “Akıl Defteri” nde sondan başa anlattığı hikayede kısa zaman hafızasını yitirmiş Leonard ile seyirci arasında oldukça güvensiz bir ilişki kurar. Leonard karısını öldürmüş olan isminin baş harfleri “JG” olan katilin peşinde soğukkanlı bir detektifi oynamaktadır. Hafıza sorunu olan bir detektif ne kadar doğru kararlar verebilir ?  "film noir” kalıplarını ters çevirir “Akıl Defteri”.      
 
 Neo-Noir'ın En iyileri :
 
Kanunun Kuvveti-French Connection (1971)-William Friedkin
 
Yüzleşme –Get Carter (1971)-Mike Hodges
 
Çin Mahallesi-Chinatown (1974)-Roman Polanski
 
Taksi Şoförü-Taxi Driver (1976) Martin Scorsese
 
Vücut Isısı-Body Heat(1981)-Lawrence Kasdan
 
Angel Heart-Şeytan Çıkmazı (1987)-Alan Parker
 
Bıçak Sırtı-Blade Runner(1982)-Ridley Scott
 
Devriye-Cruising (1982)-William Friedkin
 
Mavi Kadife-Blue Velvet(1986)-David Lynch
 
Rezervuar Köpekleri-Reservoir Dogs(1992)-Quentin Tarantino
 
Hard Boiled (1992)-John Woo
 
Temel İçgüdü-Basic Instict (1992)-Paul Verhooven
 
Ucuz Roman-Pulp Fiction (1994)-Quentin Tarantino
 
Son Tahrik-The Last Seduction (1994)-Joe Dahl
 
Yedi –Seven(1995)-David Fincher
 
Olağan Şüpheliler-Usual Suspects (1995)-Bryan Singer
 
Fargo-(1996)- Coen Kardeşler
 
Tuhaf İlişkiler-Bound(1996)-Waschowski Kardeşler
 
Los Angeles Sırları-(1997)-LA Confidential-Curtis Hanson
 
Havai Fişekler-Hana-Bi (1997)-Takeshi Kitano
 
Aşk ve Para-Out Of Sight (1998)- Steven Sodebergh
 
Matrix (1999)-Wachowski Kardeşler
 
Akıl Defteri-Memento (2000)-Christopher Nolan
 
Öldüren Kadın –Femme Fatale (2002)-Brian De Palma
 
Azınlık Raporu-Mınorıty Report (2002)-Steven Spielberg
 
İhtiyar Delikanlı-Old Boy (2003)-Chan-Woon Park
 
Tetikçinin Gecesi-Collateral (2004)-Michael Mann
 
Günah Şehri-Sin City (2005)-Roberto Rodriguez
 
Başlangıç-Inception (2010)-Christopher Nolan
 
Ejderha Dövmeli Kız-Girl With Dragon Tatou(2009)-Niels Arden Open
 
Watchmen-(2009)- Zack Synder
 
Köstebek-The Departed (2009)-Martin Scorsese
 
Şeytanı Gördüm-I Saw The Devil (2010)-Jee Woon Kim                 
 
       
 
Toplam blog
: 223
: 1093
Kayıt tarihi
: 12.01.11
 
 

İzmir’de doğdu. Viyana Tıp fakültesini bitirip doktor ünvanını aldıktan sonra Genel Cerrahi ihtis..