Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Aralık '08

 
Kategori
İlişkiler
 

Konuştukça tüketiyoruz

Konuştukça tüketiyoruz
 

Önceleri ailesinin ayıp kelimeyi söylemesi yasaklanmış bir kız çocuğu gibi ağzımı sımsıkı kapatıyorum. Tek bir kelime kaçmasın diye çaba gösteriyorum, kaçsa bile yeni bir şans verilebileceğini biliyorum aslında ama eskisi gibi çocuk değilim. Yıllar öğretti ki, konuşmaya başladığım anda bir şeyler tükenmeye başlamış demektir.

Kişi en çok yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda konuşmaya başlıyor biliyorum. Sırf bundan korktuğum için yolunda gitmeyen bir şey var diye düşünsem de sabredip, yakınmamaya çalışıyorum ama dilim sussa gönlüm dilleniyor ve konuşmak istiyor. Beklemek zor geliyor, zaman aleyhime işledikçe kelimeler pıt pıt dökülmeye başlıyor ağzımdan. Döküldükçe yine küçük bir kız çocuğuna dönüyor, havada uçuşan kelimeleri yakalamaya çalışıyorum. Boyumun yetmediği yerde parmak ucunda yükselip harfleri kuyruklarından çekiştiriyorum ama olmuyor yakalayamıyorum, daha fazla içimdekileri tutamıyor konuşmaya başlıyorum.

Sevdaya dair içinden veya dışından dert yanmaya başladıysan eğer bitmeye yüz tuttuğu kesindir. Düzelmesini beklediğin için, beklentiye girdiğin şeyler zarar görmesin, büyü bozulmasın diye konuşmazsın önce ama beklentilerin karşılanmamaya başlandığında kelimeler serzeniş çeşitleri ile kendi kendine dile gelir.

Konuşmak karşımızdakine bir değer kaybettirme biçimi aslında. Konuştukça tükensin, acıtması bitsin, değerini kaybetsin, eskisin de bir an önce kurtulalım istiyoruz. Bir süre sonra konuşa konuşa rahatlıyor, kişiye öncesinde yüklediğimiz anlamı hafifletiyor, onu severken büyüttüğümüz gibi bu kez konuşarak geride bırakmaya çalışıyor, bu sayede uzaklaşarak küçültüyoruz.

Aşkın içinde hüzün olmasa, acı olmasa, kimse konuşmasa şiirler, şarkılar da olmazdı. Kimi zaman bir şarkının dokunması sırf bu yüzdendir aslında. Senin hapsettiğini sandığın kelimeler, başkası tarafından öyle vurucu söylenir ki, için kanar.

Ketum bir çocuk olamadım hiç, sağ olsun annem öyle alıştırmış. Canımı sıkan ne varsa anlattım ki, rahatlayayım. Paylaşmayı derde deva gibi gördüm hep. Bu sefer çok tuttum kendimi ama daha fazla tutamayacağım belli ki. Tıpkı derste konuşunca ismimin tahtaya "yaramazlar" arasına yazılacağını bildiğim gibi bir uyarı alacağımı biliyorum, ardından sınıftan atılacağımı da ama biri bana pergel batırıp da canımı acıtırken susamıyorum. Mutsuzsam bu yüzden utanmıyor, konuşuyorum.

Konuşarak bir “son”a hızla başlangıç verdiğimi gayet iyi biliyorum. Konuşmaya başlanılan şeylerin toparlanmasının, tamir olmasının, iyileşmesinin hatta ikna olabilmenin çok zor olduğunu da biliyorum. Kırık dökük kalan enerjimle zaten bitiş noktasını göğüsleyemeyeceğimi görmemden sebep artık koşmuyorum, sadece bende geriye bir şey kalmasın diye konuşuyorum


* Bu yazı "Yatcaz, kalkcaz, geçcek" ile aynı duyguda buluştu.
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=85578

 
Toplam blog
: 118
: 1607
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

Bir fikirden bir başka fikre, gerçeği bulana kadar bir halden başka bir hale geçip duruyorum. İncede..