Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

05 Haziran '08

 
Kategori
Tarih
 

Korku diktatörlüğüne taş döşemek ve dış politika

Korku diktatörlüğüne taş döşemek ve dış politika
 

Mustafa Kemal İngiliz Kralını Dolmabahçe'de karşılarken



Korkudan bir dünya örmek ve o dünyanın bekçisi olmayı talep etmek günümüzün en yaygın politika yapma aracı.

Aslında bugünler için demek yanlış olur. Bu politikanın en kabul gördüğü dönem soğuk savaş yıllarıydı. Toplum komünizm tehdidi ile korkutulur, diğer ülkeler Sovyet işgaline ve yayılmacılığına karşı en iyi yöntemin içeride otoriter ve disipliner bir sistem kurmak olduğu konusunda ikna edilirdi. Sovyetlere karşı kapıkulu askerliği yapmanın ödülü de, batı ülkelerinin içerideki antidemokratik, insan haklarına aykırı ve yağmacı düzene ses çıkarmaması olurdu.

Bu yöntem dışında herhangi bir şekil geliştiremeyenler için, soğuk savaş döneminin bitmesi iktidarlarını oldukça zorladı elbette. Tehditler ortadan kalkınca, artık kendi iradesini başkasına devretmek istemeyen halkların demokratik tercihleri bu gizli iktidarları zorlamaya başlamıştı. Ama bu odaklar, devlet gücüyle özdeşleşmiş iktidarlarını korumanın yolu olarak yeni korkutma gerekçeleri üretebildiler. Elbette malzemeleri farklılaştı.

Artık dini, milliyetçiliği ve sermayeyi tehdit eden komünizm yerine misyonerler, batı emperyalizmi, yabancı ve işbirlikçi şirketler çıktı.

Şimdi, dünya algılaması aslında birebirinden oldukça farklı kesimler için ayrı ayrı korkutma hapçıkları geliştirilmiş durumda. Eski defterler teker teker açılıp piyasaya sürülecek yeni korku malzemeleri derleniyor ve piyasaya sürülüyor.

Ulusalcılık adı ile bu ülke için talep edilen şey, ülkenin tehdit kaynağı olan dünyanın gerisinden tecrit edilmesi ve toplumun tüm kesimlerinin kendilerinin güçlü ve sorgulanamaz iktidarlarının kanatları altında toplanmasıdır. Diğer bir ifade ile toplumdan, korkularından kurtulabilmelerı için, kendi otoriter rejimlerine gönüllü kabullerini istemektedirler.

Oysa çağdaş bir ülke için böyle bir algılama, yaşam şekli, yönetim biçimi ve dünyaya bakış söz konusu bile olamaz. Elbette dünyanın kendisine ait gerçekleri vardır ve bu gerçekler genellikle acıdır. Ancak gerçeğin, kendi iç gerçeği onun çok yüzlü olmasıdır. Her gerçeğin dayandığı bir diyalektik bağ ve kabaca tanımlanamayacak analizleri vardır.

Burada önemli olan sizin gerçekle kurduğunuz bağdır. Siz dünyanın acı gerçeklerine sol zihniyetten bakarak, yaşanabilir bir dünya tasavvuru üzerinden, sorunları çözme gayreti taşıyan bir politika arayışına mı girersiniz, yoksa bu gerçeklerden kan, gözyaşı vaat eden ve kendi sürekli iktidarınızı besleyen milliyetçi bir politika üretmek için mi faydalanırsınız? Bir solcu ile milliyetçi arasındaki temel farkta buradadır.

Son yıllarda ülkemizin girdiği her uluslararası ilişki, bağlantı, adım son derece kör, içeriksiz ve kaba emperyalizm tarifleri ile tanımlanıp, komplo teorileri ile bulandırılıyor. Ve teoriler üzerinden ırkçı-milliyetçi bir dalga üretmek ve otoriter sisteme giden yolun taşları döşenmek isteniyor.

En basitinden İngiltere Kraliçesinin ülkemizi ziyareti bile nice sömürülme, boyun eğme, kişiliksizleşme ve onursuzlaşma hikâyeleri üretti. Kendi zihinlerinde, her Allah’ın günü masa başında ülkemizi parçalamanın, bölmenin, sömürmenin, bizi bu topraklardan uzaklaştırmanın hesabını yapan insanlara karşı, en ufak bir gülümseme girişimini bile vatan hainliği olarak yorumladılar.

Oysa İngilizlerle kaç farklı savaş cephesinde ölümüne karşı karşıya gelmiş, diplomatik mücadeleler yürütmüş Mustafa Kemal bile, hiçbir zaman dünyaya bu zihin yapısı ile bakmamıştı.

Örneğin 1936 yılının eylülünde ülkemizi ziyaret eden İngiliz Kralı VIII. Edward, kelimenin tam anlamıyla bu ülkede krallar gibi karşılanmıştı. Kral ülkeye gelmeden önce, ülkede en iyi şekilde ağırlanması ve istediği her yeri ziyaret edebilmesi için Bakanlar kurulu Kararı çıkarılmıştı. Kral ülkemize Nahlin isimli özel yatı ile gelmiş ve Mustafa Kemal tarafından Dolmabahçe Rıhtımında bizzat karşılanmıştı. Mustafa Kemal kendi otomobili ile Kralı konaklayacağı İngiliz Konsolosluğu rezistansına kadar da götürmüştü. Sultan Ahmet Camii’nin minarelerine “Welcome” diye mahya asılması ise 0 dönemin diplomasi sınırlarını aşan bir uygulamadır. Ayrıca Kralın Viyana’ya gitmesi için Mustafa Kemal özel trenini tahsis etmiştir.

Kralla Mustafa Kemal 2 resmi, 2 gayriresmi görüşme gerçekleştiriyorlar. Türkiye bu görüşmelerde özellikle deniz filosunu güçlendirmek için destek talep ediyor. Bu görüşmelerde Türk donanmasının Malta’daki İngiliz donanmasını ziyareti kararlaştırılıyor. Bu ziyaret bir süre sonra gerçekleşiyor.

Ayrıca talep edilen destek üzerine İngiltere Türkiye’ye 1938 yılında 10 milyonu ticari, 6 milyonu da savaş gemisi, uçak ve savaş malzemesi satın alması için toplam 16 milyon sterlin kredi açıyor. Üstüne üstlük 1936 yılında Karabük Demirçelik Fabrikasının inşaatı İngilizlere veriliyor. Yine Boğazları silahlandırma işi de bir İngiliz firmasına sipariş ediliyor.

1932’de Türkiye’nin Milletler Cemiyetine davet edilmesi esnasında da, İngilizlerle gayet sıcak temaslar söz konusu. Örneğin Milletler Cemiyetinde Türkiye’nin daveti görüşülürken İngiliz temsilcisi Lord Londonderyy şöyle diyor; “Gazi, milli bir eserin mutlak dar bir milletperverliği icap ettirmediğini görmüş ve milletlerin toplanmalarında Türkiye’nin oynaması lazım gelen rolü ön planda gözetmiştir.

Türkiye’de ise, konu TBMM’de görüşüldükten sonra, Dışişleri Bakanı Teyfik Rüştü Bey, İngiltere’ye beş paragraf uzunluğunda bir mesaj göndermiş ve “Türkiye’nin dar bir milletperverlik değil…medeni milletler camiası içinde umumun menfaatini gözeten bir politika izlediğini” vurgulamıştır.

Görüldüğü üzere Atatürk Türkiyesi günümüzün ulusalcılarının Batıya bakışına asla sahip değildir. Onun hedefi medeni toplumlar arasında yer almak ve kendi doğrularını diplomatik ilişkiler düzeyinde yerine getirmektir. Boğazlar sorunu, Hatay sorunu bu tip bir ilişki düzeyi üzerinden çözülmüştür. Üstüne üstlük o dönemin Türkiye'si bu güne göre çok daha fazla dış müdahalelere karşı hassastır. Ekonomik ve askeri gücü zayıf ve henüz iç sorunlarını çözememiş, devlet yapılandırmasını tam olarak oturtamamıştir. Bugün ise, dünyanın en büyük 17. ekonomisine, Avrupa'nın en büyük askeri gücüne ve güçlü bir devlet yapılanması ile geleneğine sahip olan bir ülke iken bu paranoya politikalarının maya tutması mümkün değildir.

Ancak solculuk zihniyetinin içine ırkçılık düzeyinde milliyetçi bir anlayış zerk edenler için bu örneklerin bir anlamı olmadığının farkındayım. Onlar için dünya şeytanla mehdi arasında yürüyen bir çatışmadan ibaret ve paranoyak zihin dünyalarında şeytan her görüntü altında karşılarına çıkabilir.

(1) Kaynak; Hikmet Özdemir, Atatürk ve İngiltere, Atatürk Araştırma Merkezi (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu) Sayfa 204 - 305
 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara