- Kategori
- Eğitim
Liseler arası münazara yarışması-2

Pazartesi günü yayınlanan “ Liseler Arası Münazara Yarışması” ile ilgili yazıma, beklediğimin çok üzerinde e-posta aldım. Bunlar arasında; ilçe birincisinin il genelinde kaybetmesi temennime tepkide bulunanlar olduğu gibi, münazaralarla ilgili eleştirilerime destek verenler de vardı. Özellikle yolda karşılaştığımız öğretmenlerle yaptığımız ayaküstü sohbetlerden sonra, konunun hiç de kapanacakmış gibi görünmediğini anladım. Lakin gelen e-postalar arasında öyle bir tanesi var ki (“ismini söyleyemem, pek muteber”); konuyla ilgili gözden kaçırdığım bir noktayı anımsattı bana.
Şimdi efendim, çocukların bu münazaralara hazırlanış biçimlerini bir kez daha anımsayalım isterseniz.
Siz sınıfta mutlu, mesut, başınıza geleceklerden bihaber bir şekilde otururken sıranızda, sınıfa giren öğretmenin, “Sen, sen, sen, bir de sen” sözlerinin ardından bir anda karatahta başında buluyorsunuz kendinizi. Tahtaya bir cümle yazıyor öğretmenimiz: “Ülke kalkınmasında sosyal politikalar mı daha mühimdir ekonomik politikalar mı?” Sonra yine işaret parmağını sallayarak başlıyor belirlemeye, “Siz ekonomik politikaları savunacaksınız, siz de sosyal politikaları” Kafanız karmakarışık bir halde sıranıza doğru ilerlerken, bir hafta zamanınız olduğunu öğreniyorsunuz.
NE SİYAH NE BEYAZ! İLLE DE GÖKKUŞAĞI
Sosyal ve ekonomik politikaların birbirinden ayrılmasının mümkün olmadığını, hatta birbirinden beslenen olgular olduğunu anlayamayan bu yavrucaklar, bu bir haftalık zaman diliminde, sadece savunacakları konu hakkında araştırma yapma gayreti içinde ter döküyorlar.
Aslında çook daha şık ve fiyakalı bir fikir olaraktan, bu çocuklara birbirinden beslenen önermeler vermek yerine, biraz daha kesin hatlarla birbirinden ayrılan mevzular işletilebilir. Yazarsınız tahtaya mesela, “Sizce Türkiye AB’ye girmeli mi dışında mı kalmalı?” diye, sonra da dersiniz ki, “Evladım size 15 gün süre! Gidin araştırın. Her iki görüşle ilgili bilgi toplayın; sonra kendi fikrinizi oluşturun; en son gelip söyleyin hangi tarafta yer almak istediğinizi”.
Böyle olunca da, “muteber” in cümleleriyle, “Kimin hangi görüşü savunacağı ermeydanına adım atandan hemen önce belli olur. Bu halde, münazaracılar hazırlanma evresinde her iki görüşü de savunacak biçimde donatırlar bilinçlerini” mutlu sonuna nail olunur efendim. hatta dahası, yine “muteber” in ifadesiyle, “Böylelikle çoğul/çoklu, çok yönlü analizlere yol açıp, aynı zamanda karşıtına saygı duyma, en azından empati dürtüsüyle birlikte ‘analitik muhakeme yetisi’ yerleştirilmeye çalışılır taze algıya.”
TAM DA BURADA BAŞLIYOR ASIL FİLM
Münazaralardaki asıl kazanım, puanlar verilip de birincinin belirlenmesinde, yani ‘suni final’de değil, münazara sonrası sınıfta başlıyor kanımca. Nasıl desem? Bendeniz mesela, ne zaman bir aşk filmi izlesem, filmin sonunda kavuşan çiftlerin görüntüleriyle verilmek istenen “Bundan kelli pek bi mesûd devam ettiler hayatlarına” mesajıyla tatmin olmam. Zira ‘asıl’ hadise tam da oradan sonra patlak verir.
Bu çocuklara anlatılması gerek, “Bak yavrucuğum. Bu münazaralar da tıpkı filmler gibidir. Bütün bir süreci değil, kısa bir kesitini anlatırlar. Yani final, puanların verilip de birincinin ilan edildiği an değildir. Bu, senin öğrenme sürecinin bir parçasıdır ve senin dünyadaki finalinden sonra da devam eder. Burada sadece, sizlerin, kendinizi ifade ediş biçiminize puan verilecek. Fikirleriniz yeterince popüler olmadı diye mahkûm etmeyin düşüncelerinizi” mantığının.
Hatta münazara sonunda çok daha estetik cümleler de kurulabilir. Farz-ı misal: “Çocuklar, şimdi sınıflarımıza gidip kısa bir değerlendirmesini yapıyoruz konunun. Bakalım yeni bir şeyler öğrenmiş miyiz?”