- Kategori
- Tarih
Milli Mücadele'de İç İsyanlar ve İhanetler

Milli Mücadele tarihimizin en üzücü ve düşündürücü olayları hiç şüphesiz iç isyanlar idi.. Çünkü yabancı düşmanların vatan ve milletimize saldırıları açık ve tartışma götürmez bir durumdu. Hâlbuki iç isyanlar ise çok çeşitli sosyal ve psikolojik sebeplerle ortaya çıkan ve ihanet boyutuna ulaşan tepkilerdir. Milli Mücadelede isyancıların başları ezilse de, günümüzde ülkemiz geçmiştekine benzer ihanetler yaşamaktadır. İç isyanların nedenlerini anlamak için tarihte kısa bir yolculuk yapalım.
1. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin genel durumu
1.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918’de şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzaladı. Devleti savaşa sokanlar başlarının derdine düşüp, yurt dışına kaçtılar. İtilaf Devletleri, anlaşma hükümlerine bile saygı göstermeksizin, başta İstanbul olmak üzere Türkiye şehirlerini işgal etmeye başladı. Askeri terhis edilip silah ve cephanesi elinden alınan Türk ordusu işe yaramaz bir hale getirildi. Türk milleti uzun savaş yılları içinde yorgun ve fakir düştü. İngiltere, Türk vatanını Yunanistan’a peşkeş çekerek, 15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusunu İzmir’e çıkardı.
Milli Mücadele başlıyor
Yunan ordusu İzmir’in işgalinde yaptığı zulüm ve katliamdan sonra durmadı; katil, hırsız, ırz düşmanı sürüsü olarak nice Anadolu şehrine saldırdı. Yunan, Türk milletinin kutsalları olan bayrağını, camilerini çiğnedi; hatta Osmanlı Devleti’nin kurucu ataları Ertuğrul ve Osman Beylerin mezarlarına bile tecavüz etti. Milletimizin hakkını, hukukunu, nâmusunu koruması gereken İstanbul’daki hükümet ve padişah olan biteni acizlik içinde seyrettiği gibi, Yunan ordularına karşı gelinmemesini istedi. Batı Anadolu şehirlerinin Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine Damat Ferit hükümetinin Adliye Nazırı, Ali Rüştü denilen alçak: “Yunan ordusunun ilerlemesi hükümetimizin programına uygundur “ demiş ve “ Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini” isteyebilmiştir. Ateş çemberi içindeki, parasız, silahsız, ordusuz Türkler kendi başlarının çaresine bakmak zorunda olduklarını anladı. Yurdun her tarafında Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri kurulmaya başlandı.(1)
19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa ordu müfettişi olarak Samsun’a çıktı. Kendisine verilen görev, bu bölgede asayişi sağlamaktı. Fakat o, beklenmeyen bir şey yaptı. Bütün milleti işgale tepki göstermeye çağırdı. Padişahı, İstanbul hükümetini, galip devletleri kızdırdı. İngiliz baskısıyla görevden alınınca askerlikten istifa etti. Vatan semalarında adı kurtuluş ümidi olan Mustafa Kemal Paşa, milletin temsilcilerini toplantıya çağırdı. Amasya’da “ Milletin bağımsızlığını, milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Erzurum’da “Milli sınırlar içinde vatan, bütündür parçalanamaz” kararları alındı. Sivas’ta tüm yurttaki müdafaa-ı Hukuk dernekleri tek bir dernek olarak örgütlendi. Ankara’nın ısrarı üzerine 12 Ocak 1920’da İstanbul’da son Osmanlı Meclisi toplandı. Esasları Erzurum ve Sivas Kongreleri ile Ankara’da oluşturulup, belirlenmiş olan Milli Ant (Misak-ı Milli) kabul ve ilan edildi. Bu karar işgalcileri olağanüstü rahatsız etti; İstanbul’da resmen yönetime el koydular. Meclis kapatıldı. İngilizler Türklerin direnişini başsız bırakmak amacıyla politikacı, bürokrat, subay ve yazar 145 üst düzey insanınızı yaka paça tutuklayarak Malta’ya sürdü. Mustafa Kemal Paşa misilleme olarak, Anadolu’daki İngiliz subay ve erlerini tutuklattı ve milletin temsilcilerini Ankara’da toplanmaya çağırdı. 23 Nisan 1920’da Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı.
Damat Ferit Milliyetçilere karşı fetvalar yağdırıyor
İstanbul’da padişah Vahdettin, Türk tarihinin en hain adamlarından biri olan Damat Ferit’i yeniden sadrazamlığa getirdi. Görevlendirme yazısında Yunan işgali ve zulmünden bahsetmeyen Vahdettin“Ankara’yı kargaşalıkların sebebi olarak gösterip, bunlara karşı kanun hükümlerinin uygulanmasını” istedi. Bu emir üzerine Damat Ferit yapılabilecek en kötü, en alçakça şeyi yaptı. Milli nâmusu korumak ve istilâyı durdurmak için kanını döken Kuva-yı Milliyecilere ve askerlere karşı, dinsel nitelikli bir savaş açtı. Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’tan aldığı fetvaları, İngiliz ve Yunan uçakları Anadolu’ya attı; işbirlikçi gazetelerde yayınlattı. Rumlar, Ermeniler ve ajanların dağıttığı bu fetvalarda yazılanların özü kısaca şu idi: “ Padişahın izni olmadan, işgalcilere karşı duranları, asker ve para toplayanları tek tek veya topluca öldürmek, din gereği ve görevidir. Milliyetçileri öldürenler gazi, bu yolda ölenler şehit sayılır.” (2)
İstanbul Hükümeti’nin Anadolu halkını kışkırtmak için elindeki en büyük koz bu fetvalardı. Milliyetçiler de Anadolu’daki bütün müftülerin imzalarını alarak İstanbul’un fetvalarına karşı 5 ayrı fetva yayınladı. Bunlarda “Müslümanların bütün kudretlerini sarf ederek, hilâfet ve saltanat makamını esaretten kurtarmasının cümleye farz olduğu, Milli Mücadele yolunda savaşanların asi olamayacakları, bu yolda savaşanların gazi veya şehit olacakları ”şeklinde İstanbul’a cevap verdi.
İstanbul’da Damat Ferit hükümeti ayrıca Mustafa Kemal ve arkadaşlarını Harp Divanı’na sevk ederek, haklarında idam cezası verdirdi. Padişah, Mustafa Kemal’in idam hükmünü onayladı. Millî kuvvetlere karşı Kuva-yı İnzabatiye ve Hilâfet Ordusu kuruldu.
İngiltere, isyanların oluşunda önemli rol oynadı; Türk toprakları üzerinde yaşayan çeşitli etnik grupları özerklik vaadiyle kışkırtıp, Anadolu’da kendi çıkarlarına uygun küçük devletçikler kurulmasını istedi. İngilizlerin esas gayesi önce Kürt’ü, Çerkez’i ayırmak, Türk’ü birbirine düşürmek Anadolu’yu paylaşmak, Rum ve Ermenileri kendine bağlamaktı.
Anadolu’da ayaklanmalar yayılıyor
Bu fetvalardan sonra milli harekete karşı irili ufaklı 60 kadar isyan oldu. Bunlardan özellikle Sakarya, Bolu, Düzce, Gerede, Nallıhan, Beypazarı, ayaklanmalarını, Yozgat, Konya ve güneydoğudaki isyanları en önemli ve tehlikelileri olarak saymak doğru olur. Bu isyanlarda kaybedilen insan sayısı ve milli servet Yunan’a karşı verilen savaşlardakinden daha az değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin başarısını tehlikeye sokan iç ayaklanmaların içinde en önemlisi Ahmet Anzavur tarafından başlatılan ayaklanma ve başkaldırma hareketidir.
Anzavur kimdir?
Anzavur, Kafkasya’dan Türkiye’ye göçen ve Marmara bölgesine yerleştirilen Çerkez boylarındandır. 19.yüzyılda Kafkasya’da Ruslarla savaşıp yenilen Çerkezler göçe zorlandı. Türkiye bu Kafkas mültecilerini iyi karşıladı; Çanakkale ile Bolu dağları arasındaki verimli topraklarına yerleştirdi. Çerkezler yeni vatanlarında dillerini, adetlerini, kabile düzenlerini muhafaza ederek varlıklarını sürdürdüler. Anzavur gençliğinde bir jandarma eri olarak Osmanlı ordusuna girdi. Alaylı yüzbaşılığa kadar yükseldi. Bir takım yolsuzluklar yüzünden görevden çıkarıldı. Milli Mücadele başlarken onu isyan lideri yapanlar, İstanbul’dan ona talimat verenlerdi. O da Bolu, Düzce, Gerede ve Kuzey Marmara’daki Çerkezleri peşine takarak bu ayaklanmaları çıkardı.
Anzavur ilk önce Eylül 1919’da Marmara’nın güney bölgesinde Gönen, Manyas ve Biga bölgesinde ayaklanmış, fakat milli kuvvetler tarafından kısa sürede bastırılmıştı. Anzavur bundan sonraki ikinci ve üçüncü ayaklanmalarında da Kuvay-ı Milliye güçleri tarafından Susurluk dolaylarında yapılan savaşlarda dağıtıldı. Ahmet Anzavur ve adamları 1920 Martında Biga’ya yürüdü. Edremit kaymakamı Hamdi Bey’i ve 21 Kuvay-ı milliyeciyi işkencelerle şehit ettiler. Padişah ve Halife Anzavur’a Paşalık rütbesi verdi. İngilizler para ve silah yardımı yaptı. Daha güçlü kuvvetlerle Adapazarı ve Geyve taraflarında ayaklandı, gene yenilgiye uğratıldı. Son olarak 5000 kişilik Çerkez ve Abazalardan oluşan bir kuvvetle Düzce’de başlayan hareket Hendek, Adapazarı, Bolu ve Gerede’yi içine alan bölgelere yayıldı. İsyancılar milli kuvvetlerin silahlarına el koydu. Askeri yetkililer ve memurları tutukladılar. Bölgeye gönderilen Geyve’deki 24. Tümen kuvvetlerini pusuya düşürdüler. Komutanları ve kurmaylarını şehit ettiler. Geri kalan mevcudu tutsak aldılar. Fakat daha fazla sayıda milli kuvvet savaşa sokuldu ve ayaklanma bastırıldı. Anzavur bu ayaklanmadan sonra ecelini arar gibi gene Biga tarafına geldi, fakat orada öldürüldü. Anzavur ordusu, Kuva-yı Muhammediye, Kuva-yı inzibatiye vesaire hikâyesi böylece bitti.
1920 yılı içinde ayaklanmalar peş peşe devam etti. 14 HazirandaYozgat ve Boğazlayan isyanı: Yozgat’ta Çapanoğlu çeteler oluşturarak milli kuvvetlere karşı harekete geçti. Bozguna uğratılan milli kuvvetlerin bir bölümü tutsak alındı. Tokat ve Zile işgal edildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi büyük kuvvetler göndererek bu ayaklanmaları dağıttı. 21 Haziranda Afyon isyanı: Çopur MusaÇivril’e baskın düzenledi. Üzerine kuvvet gönderildi ve yanlıları dağıtıldı. Çopur Musa Yunan ordusuna katılmak zorunda kaldı. 3 Ekimde Konya isyanı: Delibaş adındaki eşkıya Konya’yı işgal ederek hükümet yönetimine el koydu. Hükümet kuvvetlerini tutsak aldı. Ayaklanma sahasını Beyşehir’e kadar yaygınlaştırsa da Refet Paşa komutasındaki milli kuvvetlerin gelmesiyle isyan bastırıldı. Delibaş Mersin bölgesindeki Fransız kuvvetlerine sığındı. Güneydoğu’da milli aşireti isyanı: Fransızlarla anlaşarak Siverek üzerine harekete geçti. Bölgedeki 5. Fırka’nın kaşı koymasıyla Fransız işgal bölgesine çekildi. Bu Kürt aşireti 24 Ağustos’ta Viranşehir’i işgal etse de, milli kuvvetlerin saldırısına uğrayınca yeniden güneye çekildi. Koçgiri (Zara) isyanı: Kürtaşireti lideri Etrafına topladığı 150 çapulcu ile Kemah köylerine saldırarak yağma yaptı. Milli kuvvetler başka isyanlar ve hava şartları yüzünden ancak 1921 ‘de harekete geçti. Koçgiri aşireti İmranlı’daki alaya saldırarak alay komutanı ve bazı subay ve erleri şehit etti. 5. Kafkas tümeni Haziran 1921’de isyancıları teslim aldı.(3)
Sonuç
Özetle; 1920’den sonra Çerkez Ethem’in tasfiyesine kadar, Milli İstiklâl Savaşı’nda önemli bir iç ayaklanma olmadı. Bu dönemde düşmanla yapılan savaşları ve içimizdeki ihanetleri İstiklal Savaşı gazisi Eskişehirli Süvari Yakup Çavuş, 2007’de yapılan bir söyleşide kendine has bir dille şöyle anlatıyordu: ”Düşman sadece Yunan gâvuru değildi ki yavrum… İngiliz’i vardı, Fransız’ı vardı, İtalyan’ı vardı. Rus’u vardı, Ermeni’si vardı. Bir de bunlara yardım eden bizim hainler vardı. Vardı da vardı…Çok şükür bizim Allah’ımız vardı. Bir de Mustafa Kemal Paşamız…” (4)
Mondros Mütarekesi sonucu düşmanlar vatanımızı işgal ederken, Anadolu’da, otorite boşluğu ve karışıklık oldu. 23 Nisan 1920’da Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılıp, Türklere umut olması, özellikle işgal güçleri tarafından tehlike sayıldı. Türk milleti birbirine kırdırılarak Anadolu parçalanmak istendi. İstanbul hükümetinin de işgalcilerin isteği doğrultusunda Ankara’ya cephe alması yurtta yabancı düşmana karşı birlik kurulmasını engelledi. Ayaklanmaların çokluğu içteki mücadelelerin ne denli büyük olduğunu ortaya koymaktadır. Verilen kayıplara ve Ankara’da yaşanan çok zor anlara rağmen, Türk milleti sezgisi ile milliyetçilerin yanında yer aldı; milli güçler bazen nasihatle, bazen ceza ile asileri yola getirdi ve isyanları bastırdı. Ancak bundan sonra yabancı düşmanlar yenilip, yurttan atıldı.
- Kaynakça
- 1.Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, s.20, Bilgi Yay. 418.basım, 2016, Ankara
- 2.Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, 2.Cilt, Remzi Kitapevi, Ocak 2017, İstanbul
- 3. Edip Alşar, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, s. 89, Karacan Yayınları,1981, İstanbul
- 4. Nesli Çölgeçen Filmi, Kurtuluş Savaşı Gazileri, Son Buluşma, 2007