Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Nisan '14

 
Kategori
Siyaset
 

Milli Görüşün yeniden keşfi mi?

Milli Görüşün yeniden keşfi mi?
 

http://www.ajans5.com/detay/2010/10/02/gomlegi-cikartan-usur.html


Bugün başbakan yaptığı açıklamada, Anayasa Mahkemesi’nin Twitter ile ilgili aldığı karara saygı duymadığını söyleyerek AYM’ye atfen “…böyle bir karar almasını ben doğrusu milli bulmuyorum.” ifadesini kullanmıştır. Bu düşünce zihinlerde “milli hukuk” çağrışımları yaparken bir taraftan da başbakanın son dönemde oldukça sıklaşan ve geçen yıl Nisan ayında popüler olan “milli içki” tartışması ile hemen hatırlanabilen “milli” vurgusunun anlamına dair gecikmiş bir sorgulamayı da zorunlu kılmaktadır.  

Elbet konunun tebessüm ettiren “milli ayran” boyutundan öte ciddi yansımaları mevcut. Örneğin, 4. Yargı paketinde yer alan ve yasalaşan Türk Ceza Kanunu’nun 215. Maddesinde “suç ve suçluyu övme” suçuna getirilen “açık ve yakın tehlike” kriteriyle, Deniz Gezmiş’ in, Erdal Eren’ in, annesi için bile olsa İbrahim Kaypakkaya’ nın fotoğrafını, bırakın gösteri yürüyüşünde taşımayı, evinize asılması dahi suç  oluşturabilmekte ve hapis cezası ile cezalandırılabilmektedir. Nitekim, bu süre zarfında “suçu ve suçluyu övmek” fiili kapsamında Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya için yapılan anmalar soruşturmalık olmuştur. Türk Ceza Yasasının bu maddesine ilişkin yaptırımın, hakimlerin sübjektif kararlarıyla ne kadar ileri taşınacağını bugünün koşullarında izlenmeye devam edilecektir.    

Ancak bu yazımızla sorgulanmak istenen, 2002 yılında çıkartıldığı ifade edilen “milli görüş gömleği” nin on yıl sonra yeniden giyilmesi konusudur. Bu yeniden kuşanma görüntüsünün 17 Aralık tarihinden itibaren deyim yerindeyse kanlı bıçaklı dağılma aşamasına evrilmiş olan AKP ve Gülen Hareketi koalisyonu ile olan ilişkisi su götürmez bir gerçek olarak durmaktadır. Ancak başbakanın sonrasında “milli ne varsa ona kastediyorlar” dediği 17 Aralık gününe gelene kadar söz konusu ayrışmanın ipuçlarının dışa yansımalarından hareketle siyasi tarihimize yeni yazılan bu kavganın dinamiklerini ve nedenlerini anlamak mümkün olabilecektir.  Başlangıç olarak “Milli Görüş Hareketi”nin içinden gelen siyasetçi Mehmet Bekaroğlu ile Temmuz 2012 tarihinde yapılan röportaja kulak vermekte yarar bulunmaktadır.  O tarihte atılan HAS Parti ile birleşme adımlarını “Milli Görüşü toplama, Milli Görüş lideri olma” yolunda girişimler olarak niteleyen Bekaroğlu, bir cephe siyaseti olarak Erdoğan’ın Nakşiliğe dayanan Milli Görüş ile, farklı bir noktada bulunan ve “imanı kurtarma” derdinde olduğunu söylediği Nurculuğu bir araya getirme misyonuna vurgu yapmaktadır. Ancak bunu yaparken de “Milli Görüş”ün aslından saptırıldığını ve emperyalist, neoliberal dünya sistemine entegre edildiğini şöyle dile getirmektedir: “Türkiye’yi, dünya sermaye sisteminin kurduğu, yaygınlaştırıldığı, finans kapitalizme eklemliyor. Halbuki, Milli Görüş, anti-emperyalist, anti- batı, anti-kapitalist değil mi? Böyle bir Milli Görüş’ün  tam karşısında olduğu şeyi Türkiye’ye yerleştiren, neoliberal politikaları yerleştiren, Türkiye ekonomisini dünya kapitalizmine eklemleyen bir programı uyguluyor, daha da öteye geçiyor, İslami bir parti olarak bunu yapıyor, Ortadoğu’daki iktidara namzet partilere de bir model olarak da takdim ediyor, aslında yeni Mili Görüş lideri Erdoğan’ın eliyle, Milli Görüşün karşı olduğu şey, bu coğrafyada yeniden inşa ediliyor. Ve bu Mili Görüş; İslamcılık, İslami siyaset olarak da takdim ediliyor, çok tehlikeli bir şey yapılıyor.”

Bu saptamalar bize bugün dağılan koalisyonun dayandığı dinamikleri işaret ediyorsa da hükümetin izlediği liberal ekonomik politikalar zorunlu olarak yerli yerinde duruyor. Diğer bir ifadeyle ve tabir caizse koalisyonun milli görüş damarı temiz kan olarak diğer damarı temizlerken, aslında milli görüşün esaslarına dönüş için gerekli güce, iktisadın hakim pratiği ve ülkenin dünyaya bağımlı-entegre ekonomisi nedeniyle sahip bulunmamaktadır. Öyleyse bu geri dönüş, söylemde kalmaya, sürdürülüp  pratiğe döküldüğü ölçüde de sert muhalefetle karşılaşmaya ve gerilemeye mahkumdur.   

Şimdi akla kaçınılmaz olarak bu koalisyonun neden ve bu denli şiddetli bir kopuş yaşadığı sorusu akla gelmekte ve yanıt beklemektedir. Bunun bugün açığa çıkan bilinen ilk delilinin 2004 yılında hükümet tarafından imzalanan ve; “Nurculuk Faaliyetleri ve Fethullah Gülen grubuna ait kurumların faaliyetlerinin engellenmesi için, ağır yaptırımlar getiren yasal düzenlemeler yapılmalıdır, eylem planı hazırlanmalıdır”  biçiminde şekillenen Milli Güvenlik Kurulu kararı olduğu söylenebilir. Ancak ayrışmanın ilk işareti Mart 2011 tarihinde gerçekleşen ve Gülen Cemaati tarafından sert eleştirilen,  İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’in ve Ergenekon davası özel yetkili savcısı Zekeriya Öz’ün arka arkaya görevden alınma operasyonlarıdır.  Ergenekon davası dalgalarının köpürdüğü günlerde gelen bu operasyonları sıcağı sıcağına istihbaratçı Mahir Kaynak şu şekilde yorumlamaktadır: “..Libya olayı patladı. Türk deniz ve hava kuvvetleri önemli görevler alıyor. İşte bu noktada, bazı önemli komutanların gözaltında bulunmasının yarattığı sıkıntılı durumlar da var… Arkasında güçlü ordusu, başarılı komutanları olan bir Başbakan, aktif roller oynama imkanı bulur. Olaya, seçimler sonrası Türkiye’nin yönetimi ve ordusu ile kavga etmeyen bir hükümet açısından bakılmalı. Fazla genişleyen soruşturmalar, iktidar üzerinde artan baskılar, ordu ile hükümet arasını açmaya yönelik yanlış değerlendirmeler ortaya çıkmıştı, bu sıkıntılar bertaraf ediliyor… Öz, Ergenekon davasının ismi en çok geçen, bütün projektörlerin çevrildiği isimdi. Onun ismi üzerinden hükümete yapılan haksız hücumlar vardı. Son atama ile bu konu farklı yöne çevrildi.”  Bu yorumdan ve sonrasında yaşananlardan, başbakanın, Ergenekon davası merkezindeki yargılamaların giderek kontrolden çıktığı, iç istikrarı tehdit ettiği ve dışa karşı ülkenin ordusunun görünümünü zayıflattığı için rahatsız olduğu için müdahale ermek zorunda kaldığı sonucu çıkarılmaktadır. Bu operasyonların tarihi dramatik biçimde olanca hızıyla süren bölgedeki “Arap Baharı” hareketlerinin rejimleri yıkıp geçtiği ve bugün artık kangren durumda olan “Suriye İç Savaşı” nın ilk işaretlerinin verildiği günlere denk düşmektedir. Şu çok açıktır ki, hükümeti ordusu ile kavgalı ve dışa karşı caydırıcılık gücü zayıflamış bir Türkiye’nin bölgesinde aktif rol oynama arzusu pratikten yoksun olacaktır. Bugüne gelindiğinde ise hükümetin izlediği aktif Suriye ve Kuzey Irak politikasının o tarihten itibaren uygulamaya konulmasının hükümet ve ordunun tam bir görüş birlikteliğinden geçtiğini söyleyebilecek  durumundayız.      

Koalisyonun çatlamasının başlangıcı ile ilgili ipuçları bu şekilde yorumlanabilecekken, 17 Aralık tarihine gelindiğinde tabir caizse, kanlı bıçaklı ayrışmayı başlatacak olan operasyonların gerisindeki uygun koşulların nedenini, adalet sisteminin son dört yıldaki siciline bakıldığında pek de inandırıcı gelmeyen hukuka sadakat ideali görüntüsü dışında kaçınılmaz olarak, bölgesel dinamikler karşısında hükümetin izlediği ve batıyı giderek artan biçimde rahatsız eden dış politikanın oluşturduğu ortamda aramak gerekmektedir. 30 Mart seçimlerinde AKP’nin elde etiği ve tüm gücünü tüketerek başarı hanesine yazdığı oy oranı ve buna dayanarak başbakanın yine bugün yaptığı açıklamadaki; “Elbette sandıktan çok fazla mesaj çıktı. Ancak bunlardan en önemlilerinden biri dış politikamıza olan destektir. Barışçı diyalogdan yana hakkı savunan dış politikası milletimizden tam not almıştır” ifadesi ise mevcut politikanın sürdürüleceğine ve hem içeride hem de dışarıda suların giderek ısınacağına işaret etmektedir.    

Sonuç olarak yazının başlığındaki sorunun cevabı görünür siyasi taktik olarak olumlu olmakla birlikte bu siyaset pratiğinin; dünya konjonktürü dikkate alındığında, bölgesel dinamikler ve ekonomik altyapının koşulları açısından köklü ve sürdürülebilir olamayacağı, bugün artık çok yorgun düşen iktidarın geri çekilip hasar tespiti ve onarıma yönelmek yerine sürekli atak tavrının yıpranmayı hızlandırırken karşı cephedeki direnişin iştahını giderek artırabileceğini öngörmek mümkündür. Henüz 30 Mart seçimlerinin sonuçları dahi yer yer kabul görmeyip tartışılırken eli kulağında olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ise bu açıdan siyasi mücadelenin yeni cephesini oluşturacağı muhakkaktır.        

KAYNAKLAR  

http://www.haber7.com/yazarlar/prof-dr-ersan-sen/1004862-sucu-ve-sucluyu-ovme

http://t24.com.tr/haber/erdogan-fazla-sikisti-milli-hislere-oynuyor-korkmak-lazim/254156

http://www.posta.com.tr/siyaset/HaberDetay/Erdogan--Milli-ne-varsa-ona-kastediyorlar.htm?ArticleID=213496

http://sozcu.com.tr/2013/gundem/erdogan-milli-ickimiz-ayran-277848/

http://www.haberx.com/erdogan_milli_gorusun_lideri_olmak_istiyor(17,n,11037386,102).aspx

http://gundem.bugun.com.tr/taraftan-sok-iddia-haberi/878558

http://www.guncelmeydan.com/pano/ergenekon-savcisi-zekeriya-oz-un-gizlenen-4-yili-t16520.html

http://www.tgb.gen.tr/haberler/3279-zekeriya-ozu-fethullah-mi-terfi-ettirdi

http://www.medyaradar.com/zekeriya-oz-olayinin-sifresi-balyozdur-unlu-mitciden-ilginc-yorum-haberi-62721

http://www.odatv.com/n.php?n=cemaatten-basbakana-ustu-kapali-tehdit--2503111200

http://www.radikal.com.tr/politika/erdogan_halkimiz_bize_guven_oyu_vermistir-1184843

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=100157

 
Toplam blog
: 129
: 1104
Kayıt tarihi
: 12.06.06
 
 

Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F mezunuyum. Yüksek Lisans diplomalarımı G.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü'nd..