- Kategori
- Siyaset
Rejimin adı var mı?

Stalin-Gulag Memorial
Yahudi asıllı siyaset bilimci Hannah Arendt’ in sansasyonel çıkışlarından birisidir; Yahudileri kitlesel olarak ölüme gönderen ve kendisini sadece emirleri yerine getirdiğini söyleyerek savunan Nazi bürokratı Adolph Eichmann’ın kariyerini “kötülüğün (şeytaniliğin) sırdanlığı” olarak nitelemesi. Arendt’in bu görüşüne karşı çıkanlar, sıradan insanların ancak kişisel çıkar ya da zayıf değerleri nedeniyle toplu katliamlara karışabileceğini iddia etmekteydiler. Bu tartışmanın önemi, insanlığa karşı işlenen suçları sadece toplum içindeki birkaç sapkının değil çoğunluğun bu türden davranışlar sergileyebileceğinin kabul edilmesinin zorluğunda yatmaktadır. Yazının konusu ile ilgisi hemen kurulamayacak olan bu girişi neden yaptım bilemiyorum. Belki de en sonda söylemem gerekeni en başta ima etmek istememdendir.
Cumhurbaşkanlığı seçimine birkaç ayın kaldığı bu günlerde Türkiye’de; “yarı başkanlık”, “güçlü cumhurbaşkanı”, “kukla başbakan”, gibi ifadelerle tartışılmakta olan yeni siyasi rejim ile ilgili olarak siyaset bilimi literatürünü karıştırma isteği bu yazının çıkış noktasını oluşturdu.
Yazının kaynaklarından ilkini yine Hannah Arandt’in “politik güç” ile ilgili tezi oluşturuyor. Arendt’e göre, bir bütün olarak “güç”e dair paradigmadan arta kalan “politik güç” tür. Politik güç “politik otorite” nin karşısında olarak, ortaya çıktığı yerde, demokratik ya da zorba her ne yapıda olursa olsun hükmedene rakip olur. Bu anlamda, güdülemeyen, araçsallaştırılamayan ya da yönetim, kanun, veya hükümet gücü ile düzenlenemeyen güç, yıkarak hükmedenlere karşı bir tehdit oluşturmakla birlikte her an baskı, bürokrasi ve despotluk biçiminde tekrar geri dönebilir.
Diğer taraftan, insan haklarına dayalı demokratik cumhuriyetçi bir ulus devlet idealini olumlayan Arendt, ancak böyle bir yapıda sosyal dışlanmanın önlenebileceğini, örneğin, çalışanların, kadınların, Yahudilerin ve Siyahların bu kaygıyı taşımaksızın haklarının tanınabileceğini ifade etmektedir. Böyle bir cumhuriyette idealize edilen yaşam tarzının merkezinde “devlet”, “ulus” ve “halk” bulunurken, “toplum”un alt katmanları olarak “yığınlar” ve “güruh” karşıt kavramlar olarak yer almaktadır. Tüm büyük devrimlerde halk, gerçek bir temsil için savaşırken, dışlanmışlık içinde toplumdan nefret eden ve parlamentoda temsil edilmeyen “güruh”, her zaman “güçlü adam”, “büyük lider” sloganı atmıştır. Tarihsel olarak ulus devlet, gücün yığınlar ve güruh aracılığıyla ele geçirilmesinin, burjuva toplumunun sınırsız baskısının ve batılı devletler yapısı içindeki emperyalist politikaların çıkışının önündeki en büyük engeli oluşturmuştur. Bu durumun aksi, parlamenter demokrasi ve liberalizmin karşıtı olarak bünyesinde gerçek anlamda bir muhalefet barındırmayan “plebiscitary dictatorship” yani “halkoyuna dayalı diktatörlük” tür.
Nobel ekonomi ödüllü Avusturya’lı siyaset bilimci, düşünür ve serbest piyasa ekonomisinin önde gelen savunucularından Friedrich A. von Hayek’ te “halkoyuna dayalı diktatörlük”, klasik liberal söylemdeki kanunların çoğunluk tarafından kabul edilebilir olması kuralının modern dünyadaki şu yozlaşmış haline karşılık gelmektedir: “Çoğunluk kendisini mutlu kılacak her yasayı uygulamaya geçirip uygulamaya yetkilidir.” Bu anlamda çoğunluk kuralı, genel çoğunluğun taleplerinin bir ifade aracı olmaktan çok, toplumdaki çeşitli grupların diğerlerinin çıkarları pahasına kendi çıkarlarını gözetme aracına dönüşmektedir. Böylece çoğunluk kuralı, bir grup seçilmiş temsilciye sınırsız bir yetki devri sonucuna yol açmaktadır. Bunların kararlarının yönü ise olağanüstü bir pazarlık sürecinde kendi organize gruplarına destek sağlamak ve diğerlerini saf dışı bırakmak üzere yeterli sayıda seçmene rüşvet verilmesi ile belirlenmektedir.
Bu tartışmanın daha ileri aşaması Alman felsefeci ve siyaset düşünürü Carl Schmitt’e varmayı gerektirmektedir. Schmitt’in "radikal demokrat" olarak nitelenen ve "müdahaleci devlet"i olumlayan fikirleri “halk oyuna dayalı diktatörlük” anlayışı ile uyumludur. Schmitt’e göre hükümetin başı zaman zaman kendi pozisyonunu halkoyuna sunarak güven tazelemekle birlikte genel olarak tüm gücü kendi elinde bulundurarak oylamayı kendi istekleri doğrultusunda sonuçlandırmalıdır.
Yazıyı ve tartışmayı daha fazla uzatmadan sonlandırırken, belirtmeden geçemeyeceğim nokta, Carl Schmitt’in “halk oyuna dayalı diktatörlük” ile “müdahaleci ve otoriter devlet” tezleriyle Hitler’in filozofları listesinde ilk sırada geldiği gerçeğidir.