Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

26 Mart '08

 
Kategori
Haber
 

Milliyetçilik duygusunu okulda öğrenmek veya öğrenememek

Fransız Pierre Loti Lisesi, İstanbul’da bulunup Fransız Milli Eğitimine bağlı olan bir okuldur. Anaokulundan liseye kadar öğrencilere Fransız dilinde eğitim vermektedir. Seçmeli olarak verilen türkçe dersi öğretmeni dışında bütün öğretmenler Fransa’da kadrolu hocalardır. Pierre Loti lisesi Türkiye’de görev yapan diplomatların, Fransız iş adamlarının, ebeveynlerinden en az birinin yabancı olanların eğitim alması için kurulan bir lisedir. Türk eğitim sistemiyle hiçbir bağlantısı olmayan bu okul, öğrencilerini mezun ederken Fransa Devlet’inin diplomasını vermektedir. Eğitim sisteminin en önem verilen noktası analitik düşünmeye, muhakeme yeteneğini geliştirmeye, objektif bakış açısını kazandırmaya yöneliktir. Her milletten ve her dinden öğrencilerden oluşan öğrenci portföyü, kendinden farklı olan tüm kültürleri tanımayı ve hoşgörülü olmayı öğretmektedir.

Milliyetçilik duygusunu okulda öğrenmek veya öğrenememek

Milliyetçilik konusuna ben “Atatürk Milliyetçiliği” gözüyle bakmak gerektiğine inananlardanım.

Milliyetçilik ilkesine göre, “Türkiye Cumhuriyeti içinde, Türk dili ile konuşan, Türk kültürü ile yetişen, Türk ulusunun her yönden yükselmesi düşüncesini benimseyen her birey, hangi dinden olursa olsun Türk’tür”, der Atatürk.

Atatürk milliyetçiliği, gerek bağımsız, gerek başka devletlerin uyruğu olarak yasayan bütün Türkleri, hangi dinden olurlarsa olsunlar derin bir kardeşlik duygusuyla candan sevmek ve onların refah ve gelişmesini candan dilemekle birlikte, siyasal sınır olarak Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını tanır.

Yani Atatürk Milliyetçiliği, aynı toplumda yaşayan insanların, birleşerek, sevgiyle hareket etmelerini söyler. Milliyetçilik, laiklik gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin vazgeçilmez bir unsurudur.

Laiklik gibi milliyetçilik de Türk Milli Eğitim Kurumunun, öğrencilere verilen eğitimde değinilmesi gerekli olarak gördüğü bir değerdir.

Okula gitmenin amacı sadece okuma yazmayı öğrenmek değil, bunun yanı sıra Türk kültür ve değerlerini, medeni bir birey olmanın ilk adımlarını öğretmektir. Öğretmek kadar eğitmekte okulun temel görevlerindendir. Bir konuyu veya kavramı sadece göstermek değil, onun hayatlarında ne gibi bir önem sağlaması gerektiğini anlatmaktır. Bu yüzdendir ki okulda işlenen her ders öğrencinin manevi değerlerinin oluşmasında önemli bir yer arz etmektedir.

Milliyetçilik konusu özellikle en çok tarih dersinde bahsedilmektedir. Milliyetçiliğin Türk ulusundaki önemi, bir savaşı kazanmak için ne kadar önemli bir etken olduğu devamlı öğrencilere anlatılmakta ve hissettirilmektedir. Fakat günümüzde milliyetçilik kavramı öyle yanlış bir dilde aksettirilmektedir ki, okul çağındaki bir çocuk bu kavramı birlik ve beraberlik anlamında değil, tam tersi düşmanlık anlamında öğrenmeye başlamıştır. Tarihte olan Türk-Yunan savaşı halen unutulmaz bir düşmanlıkmış gibi anlatılmak da, Türkiye’de yaşayan Ermeniler, Rumlar, Yahudilereyse hala Türkiye’yi bölmek isteyen veya paylaşamayan insanlar imajı verilmektedir.

Tabii bu mesajlarda geleceğin yetişkinlerini, zenofobik, ırkçı, ayrımcılık duygular besleyen bireyler haline getirmektedir.

Bir dönem Türk dilinin ve kültürünün eğitim kurumunda aşılanması gerektiğinin savunulması, yabancı eğitim veren liseler ve üniversitelerin eleştirilmesine yol açmıştır.

Bu eleştirilerden sonra Fransız Pierre Loti lisesinde okuduğum için bu konu üstünde gittikçe daha fazla düşünür olmuş, hele birde Türk eğitim sistemine geçip, arkadaşlarımın Pierre Loti Lisesinin verdiği eğitimi öğrenince verdikleri tepkiler, Türklüğümü sorgulamam gerektiği hissi vermiştir.

Dönüp aldığım eğitime baktığımda, Fransız kültüründe yaşayıp oranın eğitimini almak, Türk kültüründen ne kadar yabancı kalmamı sağlamıştır diye düşündüm. Pierre Loti’de yaşadığım yıllara dönüp baktığımda bu endişelerimden gönül rahatlığıyla uzaklaşmam gerektiğini hatırlattı bana.

Tam on altı sene okuduğum Fransız Pierre Loti lisesinden mezun olduktan sonra, 19 yaşımda Galatasaray Üniversitesi’ne girdim. Üç yaşımdan on dokuz yaşıma kadar yaşadığım mültikültürel ortamdan ayrılıp, değişim programlarıyla gelen yabancılar hariç %95’ni Türklerin oluşturduğu bir üniversiteye başlamış oldum. Oysa anaokulundan liseye kadar, çeşitli milletten ve dinden olan, sınıfımın yarısı Hıristiyan diğer yarısıysa Müslüman ve Musevi olan sınıflarda okumuştum. Arkadaşlarımın çoğu ise çift vatandaştı.

Okulum Türk Milli eğitimine değil de Fransız Milli eğitimine bağlı olduğu için, ders sistemimiz, çalışma metodumuz ve en önemlisi ders programlarımız tamamen Türkiye’deki eğitim sisteminden farklıydı.

GSÜ’ ye girince ve on altı senemi geçirdiğim eğitim sistemimi üniversitedeki arkadaşlarıma anlatınca, hayatım boyunca hiç almadığım türden tepkiler ve sorular aldım. Bunların beni en düşündürenleri şunlardı: “Nasıl yani sen şimdi hiç Türk tarihi görmedin mi?”, “Bir Türk olarak nasıl sana kendi milletini anlatan dersler vermezler?”, “Yok artık Türkçe dersiniz seçmeli miydi?”, “Bence o okulda sizi bunlar Fransızlaştırmışlar, Fransız kalmışsınız kendi toplumunuza, milletinize.”

Bu soruların karşısında afallamıştım ilk başta açıkçası. Oturup kendime sordum, “Bu yabancı sistemin içersinde ben ne kadar Türk’üm veya Türk kaldım? diye”.

Aslında GSÜ’ ye girdiğim kesinleştiği zaman da beni en çok düşündüren nokta Türk tarihi dersiydi çünkü ben GSÜ’ nün iç sınavına hazırladığım bir Türk tarihi kitabı dışında pek bir bilgi sahibi değildim bu konu hakkında. O yüzden kendimi bu konuda eksik hissediyor ve utanıyordum açıkçası. Hele birde üstüne bu yeni tepkileri alınca daha da çok kızıyordum kendime bu konudaki cahilliğim yüzünden. Ama sonra oturup neleri kaçırdım yerine neleri kazandım diye düşününce ve tarih dersini iki sistemde de inceliğince gerçekleri görmeye ve kendimi tanımaya başladım.

Ben Pierre Loti’ de tarih dersini her zaman sosyo-ekonomik ve politik çerçevede görmüştüm. Demek istediğim mesela konumuz Birinci Dünya Savaşı ise konuyu ele alışımız şu şekildeydi; hangi ülkelerden bahsediyoruz? Hangisi hangi pozisyonlardaydı? Savaş kararları alınırken, hangi ülkede kim yetkiliydi? Ülkelerin ekonomik ve politik durumları nasıldı? Sosyo-ekonomik ve politik bazda savaşın sebepleri ve sonuçları nelerdi? Birinci Dünya Savaşı’nın etkileri gelecekteki olaylarda hissedildi mi? Kaybeden ülkelerin hangi stratejik hataları kaybetmelerine sebep vermiştir? Gibi soruların cevaplarıydı bir dünya savaşı dersinin içeriği.

Oysa iç sınava hazırlanırken okuduğum kitap, sonrasında üniversitedeki arkadaşlarımdan dinlediğim lisedeki tarih dersleri anıları, bana Türk eğitim sistemindeki Birinci Dünya Savaşı dersi neden oluşuru şu şekilde anlattı; Osmanlı Devleti hangi ülkeyle savaşa girdi? Türkiye’deki cepheler hangileriydi? Hangi cephenin karşısında hani düşman vardı? Hangi cepheyi, hangi komutanımız yönetiyordu? Savaş bittiğinde Osmanlı Devleti neden savaşı kaybetmiştir? Kaç bin tane askerimiz şehit düşmüştür? Savaş sonrasında hangi toprakları kaybetmiştik? Benzeri sorular ve cevapları oluşturuyordu bir dünya savaşı dersini.

Bu iki sistemi karşılaştırdığımda, durup düşündüm ben ne kaçırdım diye. Kaçırdığım sadece objektif olmayan, tek taraflı, ezbere dayalı bilgilerdi. Oysa kazandığım şey bir konuyu her yönüyle inceleyen, objektif, tartışmacı, dünya bazında bilgilerdi.

Varsın olsun öğrenmediğim “Yunanlıları denize döktük” cümlesi olsun!

Benim liseye kadar olan eğitim hayatımdaki tek türk hocam, seçmeli olarak aldığım türkçe dersi hocamdı, onun dışında hepsi Fransız’dı. Böyle bir ortamda bulununca dolayısıyla Fransız kültürünü daha çok yaşıyorsunuz gün içersinde.

Örneğin okulda yemeye başlarken birbirimize “Bon appétit” yani “iştahınız açık olsun” derdik. Oysa sofradan kalkarken “Afiyet Olsun” derdik. Fransız kültürünü yaşarken aslında Fransızlaşmamış, tam tersine iki kültürle yaşamayı öğrenmiştik. Ramazan ayındaysa türkçe dersi kapsamında, geleneksel iftar sofrası kurulur ve okuldaki tüm öğrenci ve öğretmenler katılırlardı bu sofraya farklı din ve ırktan olsalar bile. Aynı şekilde Noel öncesinde de Noel ağacı kurulurdu öğrenciler tarafından. Noel Baba gelip hediyeler dağıtırdı anaokulundaki çocuklara. Bu şekilde de biz Müslümanlar yaşardık Hıristiyan geleneklerini.

Ne iftar sofrasını, ne Noel ağacını nede Noel Babayı kimse yadırgamazdı okul içersinde. Zaten Pierre Loti’nin amacıda bir arada herkesin diline, dinine ve ırkına saygı duyarak yaşamayı bilen, zenofobik duygular içermeyen bireyler yetiştirmekti. Ben hayatım boyunca hiç görmemiş ve yaşamamıştım başka bir dinden olan birinin olduğu ortamdan dışlandığını. Tam tersine hayatlarımızı paylaşmayı öğrenmiştik hiç yadırgamadan birbirimizi. Bizim için önemli olan karşımızdaki insanın aile terbiyesi, anlayışı, uyumu ve samimiyetiydi. Her insanın inancı ve gelenekleri kendine aitti.

Bu yüzdendir ki Vitali Hakko vefat ettiğinde kendilerine Türk Irk Savunucuları diyen ve bir site kurup“Vitali Hakko geberdi”(1) diye manşet atan insanlar, beni bir Türk olarak utandırdı. Bu milliyetçilik değil tam tersi yobazlıktır. Bir insanın hangi dinden olduğu mu önemlidir Türk olması için yoksa yaşadığı Türkiye için neler yaptığı mı? Kaç bin insana iş sağladığı mı? Yaptığı yardımlar mı?

Veya televizyonda haber programlarında, bir öğretmenin sınıfta “alevî var mı?”diye soru sorduktan sonra, alevî olan bir çocuğu dövmesi veya başka dinden bir çocuğun zorla din dersine sokulması ve en önemlisi bu olayların bir eğitim kurumunda yaşanması, bence eğitim sisteminin bir kez daha gözden geçirilmesi gerektiğini açıkça göstermektedir.

Sonra durup cevap veriyorum kendime, “ben ne kadar Türk’üm?” sorusuna; ben Türk sisteminde eğitim almış, sadece Türklerle iletişim kuran birinden aslında daha çok Türk olduğumu anlıyorum. Türk gelenek ve terbiyesini ailemden almış, türkçe okuma, yazma ve okumayı bilen, ülkeme ve milletime saygılı bir bireyim. Belki okulda Türk olmanın ne kadar gurur verici olduğunu okumamış olabilirim ama en azından bizden başka milletten insanlardan korkmamayı ve onları sevmeyi öğrendim, en önemlisi kendine saygı duymanın başkalarına saygı duymaktan geçtiğini anladım.

 
Toplam blog
: 2
: 7461
Kayıt tarihi
: 27.02.08
 
 

Fransız Pierre Loti Lisesi'nden mezun, eğitimime Galatasaray Üniversitesi İletişim bölümünde devam e..

 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara