- Kategori
- Sinema
Muhammed; Allah'ın elçisi

SADAKTE
Sinemadan çıktığımda yanımda ki arkadaşıma dönüp, sen düşündün mü? diye sordum. Neyi ? dedi. Peygamberimizin de bir zamanlar mini mini bir bebek olduğunu dedim. Şaşkın bir halde yüzüme baktı. Oysa ikimiz de onun hayatı hakkında düzinelerce kitap okumuş, araştırma yapmış, onun anlatıldığı programlara katılmıştık. Şimdi beni, etkileyip böylesine şaşkına çeviren şey de neyin nesiydi? Okumak ve düşünmek arasında ki o ince çizgi de olduğumu fark ettim birden. Bakmak ve görmek gibi…
Mecidi’nin son filminden bahsediyorum. “Allah’ın Elçisi”. Film de bana ilk çarpan şey gerçekten bu zamana kadar hiç düşünmediğim, peygamberimizin de bir zamanlar büyümeye namzet bir bebek olduğuydu, ne garip değil mi? Alemlere rahmet, namı diğer, Allah’ın, “ Habibim” dediği o yüce varlığın da yumuk yumuk elleri olan mini mini bir ana kuzusu olduğu. Annelik değil de annesizlik duygusu daha ağır basar bende bu yüzden bir sürü yavrum var ve çocuklarla yaşlılar ki, ikisi de aynıdır bana göre, zayıf noktamdır. Film başladığında yabancısı olmadığım karakterlerle tanıştık önce, animasyon tadın da görsel efekt lerle “ Fil “ süresinin nazil olduğu sahne de Abdülmuttalib’in teslimiyetine tanık olduk. “ Ben, develerimden sorumluyum, Kabe Allah’ın evi, onun sorumlusu o” dedi. Devamın da, Peygamberimizin doğumunu müjdeleyen mucizeler zinciri ard arda akmaya başladı. Yanık sesli mevlithanlardan her Mevlit kandili dinlemeye alıştığımız, Süleyman Çelebinin Mevlit-i şerifini izliyor hissine kapıldım. Ve onun doğumu, nuru ala nur…İşte tam o an da ben, o bebek Muhammedin (Sallahu Aleyhi ve sellem) ellerine yapıştım sıkı sıkı… Oradan oraya koşturan bed yüzlü insanlar, gereksiz bir kalabalık, kargaşa, hay hengam içinde sürekli değişen kamera açısı yüzünden nereye bakacağımı şaşırıyor tam pes etmek kalkıp gitmek istiyorum ama eli ellerimde bırakamıyorum. Bırakmadım da sonuna kadar eli ellerimde yüreği yüreğimde izledim gözyaşları içinde. Sıkıldım mı? Hayır sıkılmadım. Film, bütün olumsuzluklarına, kargaşasına, duygusal abartısına rağmen, peygamberimizin hatırına izletti kendini. İyi de etti.
Piyasada saçma sapan konulu, bol sübliminal mesajlı, şiddet ve seks içerikli ABD yapımı filmlerden sonra iyi geldi bana. Artılarıyla eksileriyle, olumlu ya da olumsuz yönleriyle, çekimleri epey bir uzun süren ve yüklü bir bütçe harcanarak canhıraş uğraşılarak hazırlanmış bir film. Ortada ciddi bir emek var ve konu oldukça hassas. Filme getire bileceğim en ciddi eleştiri ise, adındaki heybeti yansıtamaması. “Muhammed; Allah’ın Elçisi ” bana göre, Allah cc de Muhammed as da Kur’an’ı Kerim de evrenseldir. Evrensel olanı kendi tekelimize alıp, belli kalıplara sıkıştıramayız çünkü o herkesindir. Filmle ilgili eleştiriler de, Mecidi’yi şiilik propagandası yaptığı için suçladı herkes, suçlamakla kalmayıp resmen tükürdüler. Oysa sinemada gözlemlediğim kadarıyla birçok insan benim gibi ağlayarak izledi filmi. O ismin yüzü suyu hürmetine sinemaya gelen halkın, emin olun büyük bir çoğunluğu sizin baktığınız pencereden bakıp izlemedi . Film de bir şeyler oldu ama tavşan dağa küsmüş dağın haberi yok misali, biz o çocuk Muhammedin ellerinden tutarak, onunla akıp gittik film karelerinde. Allah onlarında Allah’ı, Peygamber onlarında Peygamberi, Kur’an onlarında Kur’an’ı . Bırakın kim nasıl ve neye inanıyorsa öyle yaşasın. Allah cc bile bu konuda Peygamberimiz uyarmamış mı? Peygamberimiz, amcası Ebu Talibe o kadar ısrar etmiş ki Müslüman olması için, bazı müfessirlere göre “Kasas Suresinin 55. Ayeti bu sebepten nazil olmuş. Ayette: ” Gerçek şu ki, sen her sevdiğini doğru yola yöneltemezsin; fakat Allah’tır, yönelmek isteyeni doğru yola yönelten ve yine o’dur, doğru yola girecek olanı bilen” ayetin kim için indiği bana göre önemli değil önemli olan o ilahi mesajın, ne anlatmak istediğidir. Bazıları da bunun derdine düşmüş, yok Ebu Talib Müslüman gibi gösterilmiş, yok Müslüman değilmiş, ya sana ne, onun yerine Allah’a sen mi hesap vereceksin. Sana ne, Ebu Talib, insan gibi insanmış, ahlakı, heybeti, mütevaziliği, peygamberimize sevgisi, saygısı , merhametini görmüyorsun da, yok Müslümandı değildi goy goyu yapıyorsun.
Mezhepler, Peygamberimizden sonra ortaya çıkmış siyasi çıkar çatışmalarına alet edilen olgulardır. Mezhep aynı dine inan insanlar arasında ki yorum ve anlayış farklılıklarından ortaya çıkmıştır. Amaç-sonuç ilkesine göre, amacımız aynı dini yaşamak ise bırakalım herkes Peygamberimizin yaşantısını nasıl gördü ise onu yaşasın. İhtilafa düşülen noktada da elimizde, aynı dinin kitabı Kur’an’ı Kerim var. Peygamberimizin yaşantısı ve ahlakı için Hadisi kutsi de ne demiş Hz Aişe, “ siz hiç Kur’an okumuyor musunuz ?” Bu ne demektir; Peygamberimizin yaşantısı Kur’an üzredir, onu okuyunca, Peygamberinin de nasıl yaşadığını anlayacaksın zaten. Sonuç olarak, mezhepler de o zamanın alimleri tarafından sahih olarak aktarılmışsa ki, bunu anlamanın yolu da Kur’an’ı Kerimle örtüşüp örtüşmediğinden geçer , eğer örtüşüyorsa, onlar da peygamberimizin yaşantısı demektir, bana göre, uymakta ve uygulamakta bir beis yoktur… Keşke Mecidi de bu mantıkla yapsaydı filmi, belki bu kadar suçlanmazdı.
Filme dönecek olursak, sıkıntı da oradan kaynaklanmış, Peygamberimizin beynelmilen bir insanı kamil olduğunu tam olarak verememiş. Büyümeye namzet bir dönemi de olsa onun ahlakını, bolca kullandığı o mucizelerin arasında tatlı tatlı, abartmadan seyirciyi bunaltmadan versymiş iyidi. Birkaç sahneyle buna vurgu yapmaya çalışmış, yerinde ve güzel sahneler olmuş ama tam oturmamış, Cemilenin, yarım ağız, onun emin oluğunu söylemesi, kızını gömmeye giden babaya Peygamberimizin sözleri ve sinegoga girerken çarıklarını çıkarması. Filimde 4 önemli sahne vardı. 1. Abdulmuttalibin, Habeş Kralı ile konuşmaları. 2. Bu Konuşmalar sonrası, Abdulmuttalibin, teslimiyet ve kalbi dua ile Kabe’nin korumasını Rabbine bırakması. 3. Rahip Bahira ve Sinegogda geçen konuşmalar ” Seni, nerde bulurum Rabbim. Kırık kalplerde”. 4. Maide suresinin, 8. Ayetine yapılan vurgu, ” Herhangi bir kimseye karşı nefretiniz, sizi adaletten sapma günahına itmesin. Adil olun “ Evet, işte filmin özü ve vermek istediği mesaj. Şimdiye kadar söylenmiş yazılmış çizilmiş bütün olumsuz fikir ve düşünceleri çöpe atarak hayata bu minvalden baka bilsek. Mazlumların katledildiği, haksızlıkların ayyuka çıktığı bir dönemde Kur’an eksenli, Peygamberi bir bakışla hayatın içinde ola bilsek. Çağımızın hastalığı budur bana göre,ister müslüman olalım ister yahudi, ister Şii, ister Sünni, ilacımız da,kırık kalpleri onarmak, mazlumların yanında olmak, onları koruyup gözetmektir. Bizler birbirimize merhamet etmeyi öğrendikçe, yaptığımız iyilikleri çoğaltmayı, çıkarsız ve beklentisiz iyilik yapmayı çoğalttıkça güzelleşecek her şey. İlahi adaleti de o zaman cezbedeceğiz. Ne zaman ki mazlumlara yapılan haksızlıklara dur dersek, ne zaman ki çıkarlarımız uğruna işlenen yanlışları görmemezlikten gelmek yerine yapılana karşı koyarsak, ne zaman ki yetimin, öksüzün hakkını gasp etmez, onları koruyup kollayıp başını okşarsak, ne zaman ki birbirimize ve hayvanlara zulmetmekten vazgeçersek, ne zam ki Allah’ın hudutlarına girmeden insanlık vazifemiz ne ise onu yaparsak, ne zaman ki peygamberi bir ahlakla adil olmayı öğrenirsek işte o zaman İlahi merhameti , ilahi adaleti, istemeye de hakkımız olur. İşte o zaman ilahi merhamet ve adalet tecelli eder.
Mecidinin gerçek niyeti neydi bu filmi çekerken bilmem ama ben, o filmde sadece evrensel olanı aldım, bana bakan bana çarpıp “ bunun için yaratıldın ey insan “ diyen özü aldım. Bu anlamda, önyargısız bir şekilde gidip izlemenizi tavsiye ederim, belki size de çarpan ve almanız gereken şeyler ola bilir. Gidin izleyin ve kararı kendiniz verin vesselam. Saygı, sevgi ve muhabbetle.
Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır