- Kategori
- Öykü
Ne Yapsın Cemile
Kapıdan girince sofa, sağda mutfak, solda oturma odası, yatak odası, banyo kısaca her şeylerini sığdırdıkları tek göz odada kalıyordu Cemile ve iki çocuğu. Mutfakta bir küçük tüp, birkaç tencere, tava ve kap kacak vardı. Ne buzdolabı ne çamaşır makinası ne de bulaşık makinası vardı. Kırık dökük tezgâhta bulaşığını yıkıyor, üstüne koyduğu tüpte yemeğini yapıyordu, yapacak erzak bulursa tabi.
Sofa boştu, yerde halı bile yoktu, sadece ayakkabıları duruyordu. Tüm dünyalarını sığdırdıkları odada ise yanmaktan incelmiş, yanarken kıpkırmızı olan bir soba, komşuların çöpe atmak yerine onlara verdiği iki çekyat, yerde delik deşik olmuş bir halı, köşeye iliştirdikleri iki yorgan ve bir döşek vardı. Evin diğer köşesinde eski usül banyo vardı. Daha çok köylerde olan, bir iki karış yükseklikte tuğlayla çevrilmiş türden. Ev de zaten kırk yıllık bir gecekonduydu.
Cemile gündeliğe gider, kâğıt toplar kazandığı üç kuruşla evlâtlarının karnını doyururdu. Öyle çok iş çıkmazdı, ayda üç beş defa ancak arayan soran olurdu temizlik için. Her zaman da kâğıt toplamaya çıkamıyordu. Bu da onları her geçen gün dar boğaza itti. Azımsanmayacak garibanın evinde olduğu gibi bazı günler sadece kuru ekmek yer yatarlardı. Çocuklarının kuru ekmeğe talim ettiği günlerde çıldıracak gibi olur, gözlerinden yaş düşmemesi için kendini zor tutardı.
Kendini bildi bileli fakirlik içindeydi ve hiç yüzleri gülmemişti. Daha körpeyken kimsesizliği yüzünden bir deliye vermişlerdi onu. Sahipsizliğin getirdiği suskunluğu hiç bozamamış, beni bir deliye reva mı gördünüz diyememiş, razı olmuştu. Nasıl desin ki iflâh olmaz bir amca ve yenge eline kalmıştı çocuk yaşında. Çok görmüşlerdi ona insan gibi bir hayatı, büyüyene kadar hor görülüp itilmekten, türlü küfürlere maruz kalmaktan akıl koymamışlardı. Hâl böyleyken okul hayal oldu ona.
İncitilmekten, korkutulmaktan konuşmayı kesmiş, mecbur kalmadıkça ağzını açmamıştı. Aslında güzeller güzeliydi Cemile, kirpikleri ok, kaşları yay gibiydi. Gören bir daha görmek isterdi lâkin yüzünün aydınlığına sahip değildi bahtı. Yengesi olacak kadın akrabası olan bir aileye bu kızın da aklı gidip geliyor evlensin sizin oğlanla diyerek zorla verdi onu. Sesini çıkaramadı garip Cemile, baskılara dayanamadı ve tamam dedi. Vakit kaybetmeden düğün bile yapmadan evden gönderdiler bir bohçayla.
Kocası Yasin git gel akıllıydı, bir bakmışsın düzgün hareket ediyor, bir bakmışsın tam bir deliydi. Ona zarar vermezdi ama koca olacak gibi de değildi hani. Kaldıkları bu eve yerleştirmişlerdi onları ve evi artık sen çekip çevirecek, bu oğlanı elinde tutacaksın demişlerdi. O zamanlar evin durumu çok iyiydi, bir güzel dayanıp döşenmiş, kalacak hâle getirilmişti kocasının ailesi tarafından.
Bir yıl sonra ilk oğlu Hakkı doğdu. Bu çocuk benim hakkım, o benim dert ortağım olacak diyerek adını kendi koydu. Üçüncü yıl ikinci oğlu Ümit doğdu. Onu da kendi ümitlerine karşılık adlandırdı. Çok sevdi çocuklarını, üzerlerine titredi.
Evliliği ite kaka giderken kocasının aklı tamamen yitip gitti, günlerce eve gelmemeye, sokaklarda yaşamaya başladı. Ailesi bile baş edemedi peşini bıraktı. O güne dek torunlarına ve gelinlerine ellerinden geldiği kadar bakmışlardı ama zamanla yardımı kestiler ve sabilerle Cemile’yi baş başa bıraktılar. Yavrularım olmasa ben de aklımı yitirir giderim derdi komşularına.
Hayat her geçen gün sillesini vurmaya başladı, elde yok avuçta yok perişan oldular. Artık kimin insafı varsa bir kap yemek getirip verdi, bir kıyafet aldı koydu. Ne yapsın bahtsız Cemile, yamayı yamaya uladı çocuklarını giydirdi. İki sübyanı bırakıp çalışamadı, öyle zor vakitler geçirdi ki tarifi mümkün değil. Garibanlık karabasan gibi çöktü üzerlerine, tek sığındığı ağıtları oldu. Kimsesizliğin, çaresizliğin kollarında hallaç pamuğu gibi dağıldı. Gecekondu cehenneme döndü, dertlerine dert kattı.
Çocuklar biraz büyüyünce onları yanına alıp sokaklarda kâğıt toplamaya başladı. Yazın sıcağı, kışın soğuğu canlarına okudu. Kimseye emanet edemezdi ki düzenli bir iş bulsun.
Sonunda okul çağına geldiler ve birer ay parçası oldular. Büyük oğlu Hakkı durumu artık kavrayabiliyordu ve annesine çok üzülüyordu. Ümit de birinci sınıfa yazılınca temizliğe gitmeye başladı Cemile. Arada komşuları ona gidecek bir ev buluyorlardı, o zaman büyük oğluna kardeşine bakmasını tembihliyor, dikkat etmelerini söylüyordu. Çocuklar okuldaysa çıkışta hemen eve gelmelerini, hiçbir yere sapmamalarını, evde ekmek arası bir şeyler yapıp bıraktığını söylüyordu. Anneleri gelene kadar okuldan çıkıp doğruca eve geliyordu iki kardeş. Birkaç yılda böyle gelip geçti zorluk içinde ama durumları hiç iyi değildi. Yazın neyse kışın pek temizliğe gidecek ev çıkmıyordu. O zaman ekmekten başka yiyecekleri olmuyordu. Ne yapacağını bilemiyor, yavrularına bakıp ağlamaktan başka bir şey bulamıyordu.
Bir gün çocuklarına giydirecek çorap da bulamayınca eski bir kazağı söküp çorap dikti onlara. Sonra çorap örüp satabileceği aklına geldi. Komşusunun tekiyle bunu konuşurken komşusu ona birkaç parça ip getirip verdi ve hemen örmeye başladı. Çocukları pazar vakitleri evde bırakıp satmaya çıktı yaptıkça. Bazen hepsini satıyor bazen hiç satamıyordu. Büyük oğlu Hakkı annesine, anne ben satayım sen satma dedi. Başta Cemile kabul etmedi ama ısrar edince peki dedi.
Ümit pazar zamanı pazarda, diğer günler sokakta satmaya başladı ve bu işi iyice kavradı. Artık Cemile temizlik işi çıkmadığında evde duruyor, daha fazla çorap örüyordu. Oğlunun eve ekmek getirmesine öyle seviniyordu ki.
Bir gün, ah o kara gün, Hakkı soğuğun en çetin olduğu gün yine çorap satmaya çıktı sokağa. Hafta sonuydu, on çift çorapla sokakları dolanıyor, geçen herkese bir çorap alır mısınız diyordu. Üstü ince, ayakkabıları her zamanki gibi yırtık, elleri eldivensizdi. Çok üşümeye başladı, öğleden sonra oldu ama hiç çorap satamadı. Eve boş gitmek istemiyordu, mutlaka satmalıyım diyor daha fazla yeri dolaşıyordu. Ama elleri buz tuttu, ayakları uyuşmaya başladı. Ne yapsa kendini ısıtamadı, giderek daha çok üşüdü. Artık şuuru bile bulanıklaştı. En işlek caddeden karşıya geçip bir iş merkezinde ısınmayı düşündü. Hatta ısındıktan sonra oradaki dükkanlara sorarım belki alırlar dedi kendi kendine.
Yaya geçidine attı kendini, aklında sadece ısınmak vardı ve hiç sağına soluna bakmadı. Üstelik araçlar için yeşil yanıyordu ve trafik akar hâldeydi. Hızla gelen bir minibüs yavrucağı altına alıverdi. Çarpmanın etkisiyle kafasını yere taş gibi çarptı ve minibüsün tekerleri üstünden geçti. Oracıkta can verdi Cemile’nin ilk göz ağrısı. Ağzından, burnundan ve kulaklarından kanlar fışkırdı, yattığı yer göle döndü. Ne çok kanı varmış sabinin hepsi aktı soğuk asfalta. Anasının el emeği, göz nuru ördüğü çoraplar bir tarafa, ayakkabısının teki bir tarafa savruldu.
Ümit’inin karnını doyuruyordu Cemile, aniden sıkıntı çöktü yüreğine, derin bir nefes alıp yedirmeye devam etti ama eli ayağı birbirine dolaştı. Zar zor oğlunu doyurdu ve cama geçip dışarıya bakmaya başladı. Hakkı gelse ya akşam oluyor dedi. Uzun süre camda kaldı ve kalkıp sofrayı topladığı esnada kapı vuruldu. Cemile’nin yüreği ağzına geldi nedense. Hâlbuki oğlu gelmiş olabilirdi. Yok oğlu olamazdı, hem kapıyı niye vursun ki anne ben geldim der, kapıyı açardı. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Hemen kapıya koştu.
Karşısında polisi görünce dizlerinin bağı çözüldü. Memur daha konuşamadan kendini yerde buldu, çöküp kaldı. Polis ne diyeceğini bilemedi, el uzatıp ayağa kaldırsam mı diye düşündü. Tam yapacakken Cemile kendini toparlayıp ayağa kalktı, hayrola memur bey bir şey mi oldu? diyebildi.
Polis nasıl söyleyebilirdi oğluna araba çarptığını ve oracıkta can verdiğini? Kameralara bakarak, sorup soruşturarak kim olduğunu, adresini bulduklarını, onu alıp hastaneye götürmesi gerektiğini nasıl söyleyebilirdi? İçi içini yiyordu memurun. Sadece Cemile’ye bakıyordu, Cemile de ona. En sonunda oğlunuz diyebildi.
Cemile’nin başından aşağı kaynar sular döküldü.
Ne oldu oğluma? Çabuk söyle!
Kaza geçirdi, dedi polis.
Ne kazası?
Trafik kazası.
Oğlum yaşıyor mu?
Polis en zor anlarından birini yaşıyordu. Hastaneye gitmemiz gerek diyebildi başka da demedi.
Hakkıııııııımmmmmm! diye bir çığlık koptu Cemile’nin ağzından. Beti benzi attı, dünya başına yıkıldı. Oğlum ölmedi de, yalvarırım ölmedi de!
Annesinin çığlığına Ümit koştu geldi, korkudan o da ağlamaya başladı ve annesinin dizlerine yapıştı yavrucak.
Cemile, ah Cemile! Kadersiz Cemile! Şu bedbaht hayatına bir de evlât acısı eklendi. Hepten kimsesiz kaldı. Şimdi o gecekondu mezar olmaz mı ona? O şehir, o sokaklar dar gelmez mi ona? O acı ağır gelmez mi ona? Nasıl dayanır evlât acısına? Hiçbir şeye benzemez ki canından can parçasının acısı.
Ümit’i kaptığı gibi çıktı evden, polisin peşine takıldı ve arabaya bindiler.
HARUN ATALAY
https://www.facebook.com/HARUNATALAY19
https://www.instagram.com/harunatalaypisatel/
https://twitter.com/HARUNATALAYY