- Kategori
- Anılar
Okul anıları 3 - İlk an, ilk yaş-

Önce komik olanlardan başladım. Aslında hep komik şeyler yazmak ve güldürmek istememe rağmen hatta ciddi şeyleri bile komik ve sıradan yazmayı sevmeme rağmen, içimden bir güç bu tarz şeyleri yazmaya zorluyor beni. Acıklı bir hikaye. İsterseniz okumayın.
1977 yılının Eylül ayında ve geç başlaım okula. Dediğim gibi annem ve babam ayrıydı. Bana babaannem bakıyordu ama, okula gitme devrim geldiğinde, küçük bir çocuğa sahip çıkamayacak kadar yaşlıydı.
Babam da çalıştığından uygun okul bulması uzamıştı. Çok büyük bir gecikme değildi ama, zaten zekası gelişmiş bir çocuk olduğumdan bir yıl geç baslasam bile bir sorun teşkil edeceğini sanmıyorum...
Tam da başlamışken "3. ağızdan anlat" dedi yine aynı ses. Bence benim anlatmam daha güzel olurdu ama...
Akşam olmuş, Eylül ayının son günleri olması sebebiyle karanlık erken çökmüştü. Sıska, çelimsiz, hüzün yüzlü bir çocuk elini tuttuğu babasıyla bir kapıdan girdi. Babasının diğer elinde kırmızı bir bavul vardı. Aslında daha ne olduğunun, olacağının da farkında değildi. Bir kaç gün önce gelmiş ve önlük denen siyah elbise üzerine takılan beyaz yaka ile fotograf çektirmişti. Yaka boynunu acıtsa da, ses çıkarmamıştı. Babası en pahalısını almıştı, kızardı yoksa. Belki onun korkusuyla, vesikalığa hüzünlü bir bakışı sabitlendi. Gülerken bile, yüzünün bir yanı hüzün doluydu hep. Koca gözlerinin içindeki sis bulutu, çok dikkatli ve içten bakılırsa görülebilirdi...
Kapı büyük bir avluya açılıyordu. Sağ tarafta bir büyük taş bina vardı solda ise yüzünü tebessüme boğan bir şey... Oyun parkı... Kafasını kaldırıp, babasına baktı ve gülümsedi. Hatta bir iki adım da sekti. Ozamanlar sekerek çok daha hızlı gittiğini düşünürdü ve uçtuğunu... Hiç bir yola sapmadan hızlı adımlarla karşıdaki taş binaya girdiler. Büyük bir sahanlık vardı. Orada onları bir görevli karşıladı. Babası ile bir şeyler konuştular. O ise etrafı inceliyordu. Atatürk resmini gördüğünde, tanımadığı bu adamdan etkilendi. Öğretmeni o olmalıydı. Bir koridora girdiler ve ileride pek çok küçüğün bulunduğu bir salona ulaştılar. Çocuklar oturmuşlar, o çok sevdiği diziyi seyrediyorlardı. Bir Alman çoban köpeğinin başrolde oynadığı Joe... "Yakala joe joe joe" diyen bir ses... Joe nun kahramanlıkları... Böyle bir köpeği olmasını istedi. Aslında en çok da bisiklet isterdi. Ama, her sınıfı geçtiğinde söz almasına rağmen, liseyi bitirene kadar hiç bisikleti olmayacaktı.
Babası ile diziyi seyretti ve bir zil çaldı. Herkes ayaklanınca O da kalkmak zorunda hissetti kendisini. Kalktı babasına baktı. Babası ona bakmıyordu ve yüzünde hiç bi ifade yoktu. O an bir ürperti deldi vücudunu. Ne olduğunu anlayamamıştı ama, kötü bir şey olabileceğini hissedebiliyordu...
Babasıyla, sıra sıra çift katlı yatakların olduğu - adının ranza olduğunu sonra öğrenecekti- büyük bir yere geldiler. Okadar çocuğu ilk defa bir arada görmüştü. Bir iki arkadaşı vardı. Tarkan, Şeyda ve Cenk. Şeyda onu hep döverdi. Oysa Şeydayı çok severdi... Çocukların bir kısmı pijamalı, bir kısmı önlüklü. Herkes önlüklerini çıkarıp diğerlerinin yaptığı gibi pijamalarını giyiyor. Hep bir ağızdan konuşmaları yüksek tavanda birikerek bir uğultuya dönüşüyordu. Babası, "bu akşam burada kalacaksın" dedi. Daha önceden kalacağını biliyormuydu ya da öğrenmişmiydi hatırlamıyordu ama, aynı ürperti geldi, bu sefer vücudunu terketmedi. Üşümeye başladı ama, babasına farkettirmemesi gerekirdi. Babalar korkakları sevmez...
5. sınıflardan bir ağabey ile aynı dolabı kullanacaklardı. O ağabeyle ileride tatsız bir anı da yaşayacak ve tokat yiyecekti. Belki bunu hissettiğinden ilk gördüğünde bir adım geri attı. Yatakhane görevlisi bir şeyler geveledi ağzında, kendisine verilen dolaba bakmaktan başka tepkisi olmadı. Sözler bittiğinde kırmızı bavulunu açtı. Eşyalarını dolaba koymaya başladı. Babası pijamalarını giymesine yardım etti. Masmavi iki parçalı üstü düğmeli ve horoz işlemeli çok güzel bir pijama. Çok sevdi o pijamayı biraz olsun rahatladı...
Sonra yine bir zil çaldı. Akabinde uğultu azalmaya başladı. Yatakhane görevlisi, yatma zamanının geldiğini bildiriyordu. Babasına baktı. "Gitme" dedi. Babası kafasını okşadı sadece, ağzından hiç bir şey çıkmadı. Kolormatik gözlükleri, orada bile düşüncelerini anlamasına izin vermeyecek kadar karaydı. Kendsine verilen yatağa ilişti. Babası özellikle istemişti. Üst yatak tehlikeliydi. Altta yatması daha güvenilir olacaktı. İleride küçük kafası, hiç bir şeyin göründüğü gibi olmayacağını, başına gelen trajikomik bir olayla kavrayacaktı.
Babası kapılar kapandığında gitmişti çoktan. Sonra ışıklar kapandı, uğultu fısıltıya dönüştü. Arada, aksırmalar, tıksırmalar ve gürültülü nefes almalar sessizliği bozuyordu. Sonra tamamen karanlık çöktü sessizlik geceye hakim oldu. Gözlerini dikmiş, demir somyanın yaylarına ve şeritlerine bakıyordu. Göz kapakları ağırlaştı, biraz uyumak istedi.
Bir sesle uyandı. Hayır zil sesi değildi. Ezan sesiydi. Hala bile inancına göre, Allah a en yakın olunan zamandı, sabah ezanı. Yatakta oturdu. İki elini babaannesinden öğrendiği gibi, iki yana açtı. Dua etmeye başladı. Babaannesi "Allah ın küçük çocukların dualarını duyduğunu, onlara hep yardı ettiğini" söylemişti. İkinci babası Allah babaydı. Gökyüzü ağarana kadar dua etti. Aslında söyledikleri bir iki cümleden fazla değildi ve isteği oradan kurtulmaktı. Defalarca tekrarladı aynı dileğini, defalarca...
Gözlerinden sessiz yaşlar süzülmeye başladı. Sesli ağlamazdı, diğer çocuklar gibi. Sessizce ve gizli ağlardı. Ağlamayı o zaman bile kendisine yakıştırmazdı. Babası öğretmişti. Erkekler güçlü olur...
Ne kadar güçlü de olsa, ne kadar dua da etse, göz yaşlarının yanaklarından süzülmesine engel olamadı. O, kalabalığın içinde yalnız kalmış küçücük bir çocuktu. Kimseyi tanımıyor ve çok korkuyordu. Korkmak, erkek adama yakışmasa da...
Ne kadar dua etti ne kadar ağladı bilemedi hiç. Gözleri kızarmış, yanakları gözyaşı izi ile dolmuştu. Yine o iğrenç zilin sesi duyuldu. İçgüdüsel olarak kafasını kapıya çevirdi, belki de içindeki son umudu harcadı ve orada babasını gördü, gülümsüyordu. "Baba" dedi gözyaşlarını saklayarak, koştu ve sarıldı. İlk kahramanı babasıydı onun. Babası şefkatle saçlarını okşadı ve öptü. "İlk gecen nasıl geçti" diye sordu. "İyiydi" dedi ürkek bir sesle. Yalan söylemeyi sevmezdi aslında...
Babası kuru incir getirmişti. Hep güçlü kuvvetli olmasını istemişti zaten. Babasının getirdiği incirleri aç olmamasına rağmen yedi. Önemli olan babasının onu yalnız bırakmamasıydı. Yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı.
Babası da, O nu seviyordu....