- Kategori
- Öykü
Ormanda dehşet - 2

Gözlerin sahibi bu sefer onun üzerine atlamadı, geri dönüp ortadan kayboldu. Sanki peşinden gelmesini işaret etmişti. Fazla düşünmedi, meşaleyi söndürmemeye dikkat ederek duvardaki yerine yerleştirdi. Odanın içinde neredeyse tam bir tur attığı için açıklığın bulunduğu yer yakındı ve aydınlanıyordu. Oyuğun kenarlarına tutunup kendini yukarı çekmeye çalıştı ama olmuyordu, kolları yeterince kuvvetli değildi. Ayağının altına koyabileceği bir şey aradı. Ama odada cesetlerden başka bir şey yoktu.
Birkaç dakika ne yapacağını bilmez bir halde sağa sola bakındı sonra koşup en yakındaki bedeni kolundan tutup oyuğun altına sürükledi, sonra bir diğerini, bir diğerini. Üst üste yığdığı cesetlerin üzerine bastı, oyuğun içine kolayca çekti kendini. Şimdi yaklaşık bir metre yüksekliğinde belli aralıklarla yerleştirilmiş meşalelerin aydınlattığı bir tüneldeydi. Işığı izleyerek emeklemeye başladı. Arada yol ayrımlarına gelse de oralar karanlık olduğu için girmeyi aklına bile getirmiyordu. Yolun sonunda neyle karşılaşabileceğini fazla düşünmek istemiyordu ama arkasında bıraktığı cesetlerle dolu odadan iyi olacağını ummaktan başka çaresi yoktu. Her dönemeçte artık çıkışa ulaşacağını ümit ederek ve hayal kırıklığına uğrayarak epeyi bir süre gitti. Elleri ve dizleri acıyordu. Eşofmanı delinmiş, küçük taş parçaları tenine batıyor, yaralıyordu. Birkaç dakika dinlenmeyi düşündü, durakladı. Sırtını duvara dayayıp yere oturdu ve dizlerinin durumuna baktı, kanıyordu. Avuçları da daha iyi durumda değildi. Tam bu sırada tünelde, gerisinden gelen bir sesle irkildi. Sanki sürünen bir şeyin hışırtısıydı bu.
Canının acısını unutup hızla ileri atıldı, tekrar emeklemeye başladı. Panik duygusu yine yüzeye çıkmıştı. Arkadan birinin yetişip, ayağını tutup çekeceği hissi tüylerini diken diken ediyordu. Bir patlama noktasına yaklaştığını hissediyordu. Her an korku, stres ve acıdan çığlık atarak ağlamaya başlayabilirdi. “Az kaldı, sabret… Biraz daha, biraz daha…” diye kendi kendine kısık sesle söylenerek devam ediyordu. Bir sonraki dönemeçte yüzüne çarpan hava akımıyla birlikte tünelin çıkışı göründü. Sevinçten artık tutamadığı gözyaşları süzülmeye başladı yanaklarından. Çıkışa geldi ve dışarı baktı. Hava hala karanlıktı ama yıldızlar parlıyordu gökyüzünde. Mağarada birkaç saatten fazla zaman geçirmemiş demekti bu. Yuvarlanıp boynunu kırmadan nasıl aşağıya inebileceğini düşünürken tüneldeki meşalelerin teker teker söndüğünü gördü. Bir şey hızla ona yaklaşıyordu. Beklemeye, ölçüp biçmeye vakti yoktu, düşünmeden adımını attı dik yamaca. Bir anda dengesini kaybedip yuvarlanmaya başladı.
Henüz birkaç metre düşmüştü ki biri tarafından kucaklanıp olağanüstü bir hızla götürüldüğünü hissetti. Kendini kaybetmeden önce kirpiklerinin arasından tek görebildiği beyaz duru bir ten, kırmızı dudaklar ve kızıla çalan kahverengi gözlerdi. Yanağına değen ipek gibi uzun saçların tanıdığı ama hangisi olduğunu hatırlayamadığı çiçek kokusunu içine çekerken her şey karardı.
devamı var…