Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '10

 
Kategori
Güncel
 

Ortadoğu'nun ihtiyacı; yeni bir Nelson Mandela

Ortadoğu'nun ihtiyacı; yeni bir Nelson Mandela
 

Yaklaşık 10 yıl öncesine kadar, İsrail ile Türkiye birbirine çok yakın devlet modeline sahip iki ülkeydi. (Haksızlık etmeyelim, her ne kadar modeller benzer olsa da, İsrail bu modeli, Türkiye’ye göre 4-5 gömlek daha üst düzeyde temsil ediyordu.)

Her ikisinde de, güvenlik ideolojinin yoğun olduğu bir devlet modeli vardı. İsrail hala aynı modele devam ediyor. Türkiye ise 10 yıl öncesine göre demokratik devlet modeline doğru ilerlemeye çalışıyor.

10 yıl önce her iki ülkeyi benzer kılan temel faktör, ikisinin de dış ve iç düşmanların tehdidi altında olduklarına inanmalarıydı. Her iki ülke de, kendilerini çevreleyen tüm komşu ülkeleri düşman olarak görüyor ve ülke içinde yer alan çoğunluktan farklı unsurları potansiyel hain olarak değerlendiriyorlardı. Hatta Türkiye kendi muhafazakar çoğunluğunu da bu tehdit listesine ekliyordu.

İsrail’le Türkiye’yi stratejik ortak yapan temel unsur ise her ikisinin de ortak düşman olarak Siyasal İslam’ı görmesiydi. Ancak bu “ortak düşman” durumunda temel bir fark vardı; İsrail devleti için bu tehdit tamamen dışarıdan geliyordu, Türkiye devleti için ise tehdit bizzat kendi toplumundan kaynaklanıyordu.

Türkiye’de son on yılda yaşanan değişimin özü, içeriden algıladığı tehdidin bir yanıyla gerçek dışı olduğunun anlaşılması diğer yanıyla da tehdidin gerçek olan kısmının süreç içinde değişime uğraması ve düzenle eklemlenmesi oldu. Yani Türkiye’de Siyasal İslam olarak kabul edilen olgu, giderek siyasetin doğal muhafazakâr kanadına dönüştü.

Bu dönüşüm aynı zamanda, devletteki militarist zihniyetin de değişimine neden oldu. Bugün AKP için komşu ülkeler düşman değil ekonomik, kültürel ve siyasi ortaklıklar kurulacak ülkeler olarak kabul ediliyor. Bu farklılaşma doğallığında İsrail’le Türkiye arasındaki stratejik ortaklığı da ister istemez sonlandırıyor. Çünkü Türkiye o stratejik ortaklığın gerekçesi olan zihniyetten kopmuş durumda. Artık İsrail’le ortak düşmana karşı girişilecek işbirliğine ihtiyaç yok, çünkü artık ortak kabul edilen bir düşman kalmadı.

Yani İsrail ile Türkiye arasında özel bir kriz olmasa da, zaten ilişki boyutunun giderek daralacağı son derece açıktı. Türkiye genişleyen ekonomik hacmi, artan nüfusu, demokratikleşen yapısı ve giderek dışa açılan ülke modeli ile bölgesinde sahip olduğu etkiden de güç alarak, bölgenin barış ve huzurunu tehdit eden bir ülke ile ilişkilerini sınırlandırması son derece doğru bir adım olur. Bunda garipsenecek bir yön yok.

Ama ne yazık ki, bu coğrafya için İsrail meselesi bu kadar basit değil. Basit olmayan şey, İsrail’in karmaşık, çetrefil ve derin bir ülke olması kadar, onun bölgede yarattığı algı ve bu algıdan üreyen zihniyet de, bir o kadar karmaşık, çetrefil ve derin. İsrail en başta büyük bir nefret objesi ve bu nefreti de fazlası ile hak ediyor. Ancak bu nefretin kendisi aynı zamanda çözümsüzlüğün kaynağına dönüşüyor. Çünkü nefret en kolay şekilde radikal unsurların ekmek kapısı ve bu duyguyu kolaylıkla kendi siyaset tarzlarına havale edebiliyorlar. Hatta bu nefreti doğuran şiddet, bu unsurlara ciddi bir meşruiyet kaynağı sağlıyor.

İşte bu durumun kendisi, Ortadoğu ve Filistin’deki sorunu çıkmaz sokak haline getiriyor. Çünkü birbirlerinden nefret eden ve birbirlerine yaşam hakkı tanımayan zihniyetler çözümsüzlüğe davet çıkarıyorlar.

04 Haziran Cuma günkü Taraf Gazetesi’ndeki yazısında Murat Belge bu durumu gayet iyi tarif etmişti. Yazıda, 20 yıl öncesinin İsrail'i ile Güney Afrika’yı karşılaştıran Murat Belge, siyahlar ile beyazlar arasındaki nefretin inşa ettiği çıkmaz sokaktan Güney Afrika’yı Nelson Mandela’nın çıkardığını söylüyordu. Aynı şeyi 06 Haziran Pazar günkü Taraf Gazetesi’nde söyleşisi yayınlanan İshak Alaton’da dile getirdi ve “Bugünkü resme bakınca bu olayı halledebilmek için bir Ortadoğulu Nelson Mandela’ya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum” dedi.

Bu önerinin basit bir mantığı var ve bu mantık bence son olayları daha doğru değerlendirmemize de yardımcı olabilir. Murat Belge’nin yazısından bir alıntı yaparak devam edelim; “Güney Afrika’da düşmanlığın kısır döngüsünü başta Nelson Mandela kırdı. O, bu ülkede tasavvur edilecek geleceğin, siyahlarla beyazların bir arada yaşayacağı bir gelecek olması gerektiğini söyledi ve siyahların buna uyacağının teminatını verdi. İnandırıcı oldu ve Güney Afrika’da hayat bu ilkeler üzerinden devam ediyor.”

Ortadoğu’da temel ihtiyaç, her iki tarafın beraber, huzurlu bir yaşam örülebileceği konusunda ikna edebilecek bir söylem ve bu söylemi oldukça ikna edici bir şekilde dile getirebilecek bir önder. Bu söylemin dışında hareket eden ve ortada mevcut olan nefret söylemi üzerinden gelişen her girişim, sorunu daha da çözümsüzlüğe götürmekten başka bir işe yaramaz.

İsrail’de bugün bu değişimi vaat eden bir iktidar olmadığı kesin. Hatta mevcut iktidar İsrail tarihinin en sağcı ve en şiddet yanlısı hükümetlerinden birisi. Oysa biliyoruz ki, İsrail içinde mevcut politikaya itiraz eden ciddi bir kesim var. Ancak bu kesim, karşı tarafın saldırılarını bahane eden güvenlik ideolojisinin temsilcilerine yenik düşüyor. Aynen, sorunun Filistin cephesinde uzlaşma taraftarlarının, daha radikal unsurlar tarafından alt edildiği gibi. Her yerde olduğu gibi şiddet karşı şiddetin ilacına dönüşüyor.

İsrail cephesini bir kenara bırakıyorum, çünkü bana oldukça uzak bir toplum ve etki alanımın dışında. Kendi kültürel ve siyasi cephemden bakacak olursam, bugün, içinde İsrail’in varlığını kabullenmeyen, İsrail’in dönüşebileceğine inanmayan ve bunu o ülkenin değerlerine bağlayarakbir nevi ırkçılık yapan, yok etme istenci ile hareket eden ve olayı din algısının dışından değerlendiremeyen her hareket soruna bir düğüm atmaktan başka işe yaramaz. Gazze'ye yardım yapmak için atılan adım ne kadar önemlisi ise, bu yardım için çabalayanların düşünsel altyapıları da bu nedenle bir o kadar da önemli.

Bu konuyu, işin Türkiye boyutunu da ele alarak işlemeye devam edeceğim

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..