- Kategori
- Güncel
Gazze olayı AKP’ye mi yarayacak, Saadet Partisine mi?

Milli Görüş çizgisi ile Fetullah Gülen arasında bir süreden beri süren bir gerginlik mevcuttu.
Fetullah Gülen, Baykal’ın istifa konuşmasında ismi geçtikten sonra, ikinci kez ve oldukça kısa bir süre sonra Gazze’ye yardım olayı ile ilgili fikirleriyle de insanları şaşırtmayı başardı.
İlki için bir şey diyemeyeceğim ama Gazze olayında aldığı tutumun çok fazla şaşırtıcı olmadığını düşünüyorum.
Bu girişim bence bir yanıyla AKP hükümetine, toplumda giderek yükselen tansiyonu kontrol altına alma imkânı tanıdı. Diğer yanı ile ise, İHH isimli örgüte yönelik oluşan ilgi ve sempati yoğunlaşmasının, muhafazakâr toplum içinde oluşmuş dengeyi kırma riskine yönelik bir müdahale oldu.
İHH, toplum genelinde çok iyi bilinen örgüt olmasa da, muhafazakâr kesimlerde, Saadet Partisine yakın ve Milli Görüş çizgisinde bir yapılanma olduğu biliniyor. Bu örgüt ve örgütün Avrupa kanadı, büyük bir organizasyon başarısı göstererek Avrupa coğrafyasında da Filistin sorununda taraf olan kesimlerle ele ele vermeyi başardılar ve büyük olasılıkla gemide yer alan farklılığı aynı amaca hizmet ettikleri konusunda ikna ettiler. Samimi olduklarını ispat ettikleri için, o insanları ikna edebildiklerini düşünüyorum. Bu nedenle bu organizasyonun öncelikli amacı, Gazze’de mağdur olan, ızdırap çeken insanlara yardım etmek ve bu sorunu dünya gündemine taşımak olduğu su götürmez bir gerçek.
Ancak olay uluslar arası bir sorunu kapsayan bir sivil girişim. Ve bu tip sivil girişimlerde hedef yalnızca suçlu olan devleti ifşa etmek olmaz. Aynı zamanda soruna yeterince eğilmeyen kendi devletlerini de çözüme odaklanmak için zorlamayı hedefler. Bu nedenle bu eylemin katılımcılarının hedefleri arasında, kendi devletlerinin de, bu konuya yeterince ilgi göstermediklerini ispatlamak ve belki de ülkelerindeki kamuoyunun, hükümetlerini, bu soruna eğilmesini sağlamakta vardı. Bu da gayet doğal bir talep ve kimse ayıplayamaz.
Ancak Türkiye özelinde bu doğal talep, bir siyasi hesabı da beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Çünkü iktidarda olan AKP'nin ilk kez hükümet olduğu 2002 yılından çok kısa bir zaman önce milli görüş çizgisindeki Fazilet Partisinden ayrıldığını biliyoruz. Erdoğan iktidarının ilk günlerinde bu kopmanın şekilsel olmadığını ispatlamak için, milli görüş gömleğini çıkardıklarını beyan etti ve toplumu değiştikleri konusunda ikna etmeye çalıştı. O günden bu yana da, bu değişimi gerçekleştirdiklerini fazlası ile ispatlayarak, Refah Partisi’nin ideoloji partisi kimliğinden, kitlesel merkez sağ kimliğine geçiş yaptılar.
Milli Görüş çizgisinden bakıldığında ise bu değişim AKP’nin Amerikancı ve Siyonist bir politikanın yörüngesine girmesi olarak yorumlandı ve o günden beridir bu eleştiri bu cepheden sürekli yapılıyor. Hatta Erbakan bu söylemi o kadar ilerletti ki, 2007 seçimlerinden önce ulusalcılarla neredeyse aynı şeyleri söylemeye başladı ve Tuncay Özkan’ın kanalında günlerce yayınlanan o ünlü söyleşisini yaptı.
Bu nedenle bu eylemin Türkiye kanadını organize edenlerin, bu eksende değerlendirdikleri AKP’yi hizaya getirme ya da en azından kamuoyu önünde sıkıştırma hesapları yaptıklarını söylemek mümkün. Bunun böyle olduğunu kesinkes iddia etmek zor, ama AKP kanadından bu eylemin çok fazla netameli karşılanmadığına dair ipuçları var. AKP’nin gemiye milletvekili vermekten çekinmesini, olayın sivil bir girişim olarak kalmasını arzuladıklarından mı, yoksa girişime çok güvenmediklerinden mi kaynaklandığını sorusunun cevabı yeterince açık değil.
Ancak bu girişime İsrail’in, zannedersem kimsenin beklemediği düzeyde –müdahaleyi zannedersem herkes bekliyordu ama bu düzeyi de kimse öngörmemişti, çünkü hala bu düzeyde müdahalenin gerçekleştiği bir eyleme kimsenin bilerek girişmeyeceğini düşünmek istiyorum – müdahale etmesi, tüm taşları oynattı ve koşulları değiştirdi. Müdahalenin hemen ardından, ne AKP ne eylemi organize edenler, ne de toplumun tamamı için İsrail saldırısı dışında bir gündem kalmadı. Bu son derece doğal ve normaldi.
Bu son derece doğal ve normal olan -ortak ruh içindeki, geniş, sert ve içli- tepki dönemi, Ortadoğu coğrafyasının kendi doğalına sarmalandı. Geniş bir muhafazakâr kesimin bulunduğu ve Filistin konusunda son derece hassas olan toplumda, gelişen bu olay, hem hükümeti baskı altına almaya başladı, hem de muhafazakârlığın son on yılda hızlanan demokratlaşma çabasına sekte vurma riskini doğurdu. Dokuz Türk vatandaşının öldüğü, son derece açık bir meydan okuma girişimine karşı hükümetin atabileceği adımlar bence de sınırlıydı. Çünkü doğru bir şekilde uluslararası hukuku önüne hedef alan bir hükümet için, elde edilebilecek kazanımlar son derece sınırlıydı. Ve bu durum, yeterli karşılığın verilmediğini düşünen kimi kesimler için bir koza dönüşebilirdi. Merkez muhafazakâr medya, gelişmelerden AKP’ye pay çıkarma çabalarına hız verseler de, özellikle muhafazakâr toplum kesimlerinin medya ile yönlendirilemeyecek bir gündem maddesi ürettiğini en çok medyanın bu kesimi biliyordu. Çünkü laikçi, ulusal medyasının AKP’ye karşı yönlendirmeye çalıştığı bu kesimin, bu tip yönlendirme çabalarından hiç etkilendiğini şu ana kadar çok kez test etmişlerdi.
İşte Fetullah Gülen’in müdahalesi tam da bu döneme denk geldi ve hükümetin muhafazakar kesimi çok iyi tanıyan kesimini temsil eden Bülent Arınç tarafından memnuniyetle karşılanırken –ki daha olayın ilk gününde Bülent Arınç muhafazakar kesimden yükselen bu baskıyı hissederek, kimsenin hükümetten İsrail’e savaş açmasını beklememesi gerektiğini söylemişti- bu toplumsal kesime en uzak insan olan ve bence açıklamanın gerekçesini tam olarak kavrayamamış olan Ertuğrul Günay tepki gösterdi.
Merkez muhafazakâr medya içinde de Gülen’e tepki gösterenler elbette var. Ancak bu insanların giderek AKP’nin temsil ettiği zenginleşen veya orta sınıflaşan kesimi temsil ettiğini ve toplumun tabanında yer alan gelir düzeyi düşük kesimlerin gündemini fazlası ile kaçırdıklarını düşünüyorum. Bu gelişmeden ve ardından yükseltilen İslami tonu biraz yüksek tepkiden, AKP mi yoksa Saadet Partisi mi daha çok faydalanır sorusu da, cevabı belirsiz olan sorulardan bir diğeri.
Fikirlerinin doğruluğunu, AKP’nin iktidarının devamına endeksleyen çevreler, olayın bu yönünü yeterince göremedikleri için, İsrail’in AKP’ye yönelik bir darbe girişiminde bulunacağı senaryolarını sık sık dile getiriyor ve olayı AKP - ergenekon hattı üzerine oturtmaya çalışıyorlar. Son 5 – 6 yıllık alışkanlıkları onların böyle düşünmelerine neden oluyor. Ancak bu kez siyasi çekişme AKP – Ergenekon zihniyeti arasında değil. Zaten toplumun büyük çoğunluğu Ergenekon zihniyetinin bu konudaki tüm mantık dışı önermelerini kaale bile almıyor.
Oysa ulusalcı söylem bu kez İslami bir tonla farklı bir mecradan yükseliyor. Bu nedenle, yaşanan olayı sadece İsrail saldırısına odaklayıp, AKP'nin yerli ergenekondan sonra, uluslararası ergenekonla da mücadele ettiğine dair teoriler üretmek son derece anlamsız ve olayı anlayıp, çözümlemek için son derece yetersiz. Dış politikada İsrail'e yönelik söylemden vazgeçmeden, iç politikada Türkiye toplumunun muhafazakar kesimindeki dinamikleri ve değişimleri incelemek ve yanlış eğilimleri eleştirmekten çekinmemek gerekiyor.