Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Şubat '15

 
Kategori
Deneme
 

Öykülerle yolculuk (kırk altıncı bölüm - devam edecek)

Öykülerle yolculuk  (kırk altıncı bölüm - devam edecek)
 

Öykü demeti


Ramiz efendi dolmuşuyla caddeye çıktığında elleri sopalı bir gurubun hemen önlerindeki sokağa girdiğini gördü.
 
Dikiz aynasından bakınca Elena’nın kardeşinin ve kocasının elleriyle yüzlerini saklamaya çalıştığını görünce “lütfen rahat oturun. Öyle yaparsanız dikkat çekersiniz. Hem evelallah beni kimse durduramaz” deyince Elena’nın beyi özür dileyip “haklısınız” dedi ve eşiyle koltuğa geri yaslandılar.
 
Ramiz efendinin eşi arkaya döndü “korkmayın artık Maria. Ablan sizi çok merak ediyordu görünce çok sevinecek” dedi.
 
Ramiz efendi de hızla Şişli’den çıkarken “Ayşe doğru söylüyor Maria. Siz dün neler oldu? Onları anlatın isterseniz” deyince eşinden önce Elena “ah be Ramiz beyim. Bilseniz ne korkunçtu o anlar” dedi.
 
Kocası aşağıda çalıştığı pastanede radyodan Selanik olayını öğrenince patronuna eve çıkmak istediğini söylemiş. Patronu da haberi duyunca onun için endişelendiğini söyleyip “aman Hristo kardeşim dikatli olun. Ne olur olmaz evde kalmayın bugün” dedikten sonra “istersen eşini ve çocukları al gel bize gidelim” demiş. Hristo bey ona teşekkür etmiş “ben hele eve bir çıkayım” demiş.
 
Burada durdu “zaten kaç zamandır böyle bir söylenti vardı. Bize karşı bir olay çıkarılacağını benim patron birkaç gün önce duymuş” dedi ve devam etti.
 
Hristo bey eve çıkınca telaşla eşine durumu anlatıp “bu gece evde kalmayalım. Benim patron öyle dedi. İstersen alalım çocukları ona gidelim” deyince eşi telaşla “eyvah. Ama oraya gittiğimizi gören olur. Olmaz” demiş sonra oturdukları apartmanın altındaki kuaförün çok samimi arkadaşı olduğunu söyleyip “ona gidelim” demiş.
 
Telaşla iki küçük çantaya acil ihtiyaçlarını ve evdeki kıymetli ziynetlerini alıp aşağı inmişler. Apartmandan çıkmadan kuaförün kapısını çalmışlar. Çünkü kuaförün sokağa açılan kapısı dükkanın kapısıymış. Dükkanın içinden ve apartmanın içinden kuaförün evine giriş kapısı varmış.
 
Kapının zilini iki üç kere çalmışlar. Kuaför o sıra dükkanda bir müşterisinin saçını yapıyormuş. Kapıyı kuaförün küçük kızı açmış. Bunlar hemen içeri girmişler; keninde şaşkın bakışlarla bakan kuaförün küçük kızını sakinleştirmişler sonra çocukla birlikte odaya girmişler. Maria kuaförün kızına dükkanda müşteri olup olmadığını sormuş. Müşteri olduğunu öğenince kıza “kim?” diye sormuş. Küçük kızdan müşterinin kim olduğunu öğrenince de rahatlamış. Çünkü o bayanla da çok samimiymiş. Küçük kızdan bu bilgiyi alınca dükkan kısmına geçmiş.
 
Kuaför onun arkadaki evinin kapısından girip geldiğini görünce merakla bakarken Maria kısaca durumu anlatmış. “Biz bu gece sende misafir olacağız” demiş.
 
Kuaför bunu duyunca çok heyecanlanmış, telaşla dükkanın dışına çıkıp bakmış; sonra içeri gelmiş. Ona “olur tabi Maria. Başımın üstünde yeriniz var” demiş.
 
O sıra kuaförde saçını yaptıran bayan da çok telaşlanmış. Çünkü onların kapı komşusu da Rummuş. Kuaföre “Eyvah; saçım şimdi kalsın. Şimdi benim komşu da zordadır. Ben eve gidip onları evime misafir edeyim” diye telaşla çıkmış.
 
Kuaför de dükkanı kapatıp Maria’yla eve gelmişler.
 
Bunu anlatırken Ramiz efendi “peki gece bu evlere saldıranlar kimdi? Tanıyormusunuz?” deyince Maria eşine dönüp Hristo anlatsın. O daha iyi biliyor dedi. Bunun üzerine Hristo “yok be beyim. Tanımayız hiç birisini. Bizim sokakta herkes birbirini çok sever. Bizim arkadaslardan çıkmaz öyle serseri” dedi.
 
Ramiz efendi “peki de; sanırım hep sizin evlere saldırmışlar. Bunu nasıl bilmişler?” deyince Hristo bey “kuaför hanım söyledi. Sabah aşağı indiğinde komşu çerezci var. O soylemis. Saldıranları yüzü maskeli biri tek tek bize ait evleri ve dükkanları göstermis. Yalnız yüzleri maskeli olduğu için kimler olduğunu bilememis” dedi.
 
Onların anlattığında göre gece sabaha kadar Rumlara ait ne kadar ev iş yeri varsa hepsi basılmış. Evlerinden bir yere kaçamayanlar çok feci dövülmüş.
 
Hristo bey “valla içlerinde ölen arkadaslar bile varmıs” dedi. Onlar böyle konuşurken çocuklar korkuyla annelerine sarılıyordu.
 
Bunu fark eden Ramiz efendi “geçmiş olsun. Korkmayın artık bişey olmaz” derken dikiz aynasından Hristo beye çocukları işaret etti.
 
Hristo bey de çocuklarının korkuyla annlerine sarıldığını görmüştü. Onun için sustu. Ramiz efendi çocukların korkusunu almak için “iyi sizin çocuklar benim evi çok sevecek. Kocaman bahçemiz, içinde çeşitli meyve ağaçları var. Orada benim çocuklarla salıncak binerler. Öyle değil mi? Siz de salıncak severmisiniz?” diye çocuklara seslendi.
 
Ramiz beyin kalın babacan sesle söyledikleri çocukların korksunu biraz olsun yatıştırmıştı. Onun sorusuna “biz salıncağı çok severiz. Bizim park var. Orda annemiz bize salıncak bindirirdi” deyince Ramiz efendi kahkaha attı “oldu be ya. Benim çocuklar sizi çok sevecek” dedi.
 
Ondan sonra sohbet ‘havadan sudan’ konulara dönüştü. Bu şekilde Sirkeci’ye geldiler ve dolmuşla arabalı vapura bindiler.
 
‘Ne olur olmaz?’ diye arabadan aşağı inmediler. Zaten arabaların çoğu kamyondu. Dolmuş kamyonların arasına kaybolmuştu.
 
Bu şekilde sağ salim Harem’e ulaştılar; oradan “ver elini Fikirtepe” deyip arka yollardan Ramiz efendilerin evine aşağıdan bahçelerin içinden geçip aşağıdaki büyük kapıdan girdiler.
 
Arabanın sesini duyan Elena ve kızı koşarak aşağı indi ve dolmuşun yanına koştular. Elena ve eşi onlara sarıldılar. Hepsi ağlıyordu.
 
Onlara bakan Ramiz efendi kendilerinin en son Fikirtepe’de bu bahçeye geldikleri anı hatırlamıştı.
 
O sırada da Elena kardeşine sarılmış “ah be Maria sizin için ne çok korktum bilemezsin” dedi. Ramiz efendi güşümseyerek “Madam ben size Şişli’de de iyi insanlar var demiştim. Bak haklı çıktım” dedi. Bunu duyan Elena elinin tersiyle gözünün yaşını silerken “ah be Ramiz efendi. Sizin bu dostluğunuz olmasa ne yapardık” diye ona teşekkür ediyordu.
 
Birlikte eve doğru yürüdüler. Ramiz efendi ileride Ferhat Çavuşun hanımını gördü “Aysel hanım gelmiş” dedi. Evin önüne varınca Ramiz efendinin hanımı Ferhat çavuşun hanımına “hoş geldin Ayselciğim” dedi.
 
Aysel hanım “hoş bulduk canım. Birol Ferhat’e durumu anlatınca o da duramamış geldi. Bana ‘git bak. Misafirler kalabalık olursa birazını biz misafir ederiz’ dedi”  diye geliş sebebini açıkladı.
 
Onu dinleyen Ramiz efendi “tabi be. Koca Ferhat sağolsun candır. Ama bizim ev geniş. Bahçede ekmek evi de var. Duruma bakalım; ona göre bir şeyler yaparız. Hele eve bir çıkalım” dedi. Hep birlikte Ramiz eve girdiler.
 
Onlar eve girerken Hristo beyin çocukları o sıra Ramiz efendinin çocuklarıyla çabuk kaynaşmış; ağaçlara koşuyordu.
 
Olaylar o gün de Beyoğlu ve Şişli çevresinde akşama kadar devam etti. Evlerin ve dükkanların yağmasına devam edildi. Ertesi gün nihayet polis yağmaya katılanlara müdahale etti. Bazılarını tutukladılar. Ancak yine de olaylar hafta boyunca özellikle gece de devam etti. Sonunda hükümet sıkıyönetim ilanına karar verdi. En sonunda da “bu işte komünist parmağı var” denip içlerinde Aziz Nesin, Hasan İzzettin Dinamo, Nihat Sargın, Kemal Tahir gibi iktidarca komünist diye mimlenenler tutuklandı.
 
Aslında 6-7 Eylül olayları bir kurguydu.
 
DP iktidarı iktidara gelirken halka yaptığı vaatleri kulak arkası etmiş; etrafında oluşan çıkar çevresiyle özellikle inşaatçı kesimiyle İstanbul’un güzelim doğasının ve tarihinin yağmasına başlamıştı.
 
İşçi çevrelerine verdiği sendikalaşma hakkını vermeyi ise hepten unutmuştu. Ama o sıra Anadolu’dan koşup gelip İstanbul’daki fabrikalarda çalışan işçiler çok kötü koşullarda çok düşük ücrete çalıştırılıyor; birçok yerde o düşük ücretleri bile alamayan çok işçi vardı. İşçlerin yoğunlaşmasıyla oluşan gece kondu bölgelerinde amansız bir yaşam kavgası vardı. Yol yok, su yok. Aileler aç perişandı.
 
Bu sırada fabrikalarda patronlar biraz hakkını arayan işçiyi hemen kapının önüne koyuyor, sendikalaşma girişimini başlamadan bastırmaya çalışıyordu. Arkadaşları işten çıkarılan işçiler de arkadaşlarının işe alınması için yer yer direnişe geçmiş; olaylar gece kondu semtlerine de sıçramış; oralarda kadın erkek, çoluk çocuk herkes ayaktaydı.
 
6-7 Eylül olaylarının yaşandığı sırada özellikle Kazlıçeşme barut fıçısı gibiydi. Hükümet polis baskısıyla işçilerin artan direnişlerinin önüne geçemiyor, gecekondu mahallerine hiç giremiyordu. Tam o sıra tezgahlanan 6-7 Eylül olayları sonrasında ilan edilen Sıkı Yönetimle hükümet yükselen işçi direnişini bastırma çabalarına girişmiş; ama yine başarılı olamıyordu.
 
Çünkü Kazlı çeşmede başlayan işçi direnişleri İstanbul’un her yerinde; Hasan çavuşun Ankara asvaltında çalıştığı fabrika başta olmak üzere o taraftaki bütün fabrikalar da direnişe geçmişti. (devam edecek)
 
 
 
 
 
 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..