- Kategori
- Kişisel Gelişim
Pozitif Düşünelim, Değerlerimize Sahip Çıkalım

http://www.kadincagi.com/KC_Sag16.jpg
Kim? Neyi? Niye? demiş...
Ne demişler?
Keskin sirke küpüne zarar.(!)
Ne ekersen onu biçersin.(!)
Ak akçe kara gün içindir (bu uymadı:P). Ama olsun, bu da önemli..!
İnsan olarak, hepimiz kendi düşüncelerimizi yaşıyoruz.
Bu nedenle, insan pozitif olmalı; olumlu düşünmeli! Olumlu düşünmenin disiplinini kendi-kendine elde ederek; iyi yaşamanın; olumlu yaşamın temelini atmalı ve sürdürmeli.
Şartlar ne kadar zor olursa olsun, insanın olumlu düşünmesi; her şartta en ideali olsa gerek…
Duyar gibiyim şimdi...
"İdeal olmasına ideal de...söylemek gibi, yazmak gibi kolay mı!.."
"O kadar da kolay mı öyle düşünmek? Kolay bir davranış şekli mi bu!.."
"Kolay olmasa gerek…"
"Yaşamın bu kadar zorluğu ile uğraşırken, bir de bununla mı uğraşacağım yahu.."
İnsanın, öncelikle kendi gerçeğini anlaması; kavraması, sonrasında ise; egosunu terbiye etmesi gerekiyor. Kendi zaaflarını keşfetmesi, onlarla mücadele etmesi, kendini zihinsel cerahatlerden temizlemesi... Kendi isteği veya kabulü ile zırhlandırdığı kimliğini zihinsel etkilerden, "pisliklerden" arındırması... Kısacası; kendi içinde; kendi egosuna karşı mücadele vermesi gerekiyor. Asıl zor olan; başarılması güç olan; özveri gerektiren de bu zaten…İnsanın, bireyin kendisini terbiye etmesi, edebilmesi…
Neye karşı?
Çocukluktan itibaren; ailede başlayıp, akrabalar, okul çevresi, arkadaş çevresi, mahalle, iş çevresi, sosyal yaşam ile bireye yüklenen "sorumluluk" ve "beklentiler" karmasından sağlıklı olanları koruması, sağlıksız olanları fark ederek, farkında olmaya yoğunlaşarak kişisel gelişime farklı boyutlarda devam etmesi; ayıklanması gereken düşünce ve davranış kalıplarını belirlemesi; mücadele kararlılığı göstermesi, devam etmesi...
Vallahi çok zor, çok zor, çoook…
Bugün, öylesine bir dönemde yaşıyoruz ki; bu koca dünya birçok yönden öylesine küçüldü ki; insan oğlu her şeyi görüyor, duyuyor, milyarlarca insan kendi bakış açısına göre “dış dünyayı” izliyor ve herkes, bir şekilde; tabii ki yine kendi bakış açısıyla; kendi zihinsel ve duygusal birikimiyle, sağlıklı veya sağlıksız şekilde kıyaslama yapıyor. “O ’nda varsa bende neden olmasın!”, “Benim de hakkım” diyor.
Üretici konumunda olsun; ticari işletme olsun; küresel boyutta güçlü bir tedarik zinciri içinde rol almış oyuncular, rol aldıkları küresel oyunun gereği; daha fazla satmak zorundalar. Zorundalar...çünkü; daha fazla üretebilsinler veya ürettirebilsinler. Çünkü, ancak bu şekilde, maliyetlerini düşürmeleri; rekabet etmeleri, rekabet güçlerini artırabilmeleri mümkün. Bunun için ise tüketimi teşvik etmeleri, her tür aracı kullanmaları; müşteriyi; yani tüketen rolünde olan bizleri etki altında tutmaları; müşterinin daha fazla satın alması; harcaması için yenilik yapmaları, gereğinde yeni finansal enstrümanları devreye almaları kaçınılmaz oluyor.
Reklamlar, yazılı ve görsel medya, iletişim teknolojilerinin geldiği noktada; internet, cep telefonu v.b.vasıtalar ile insan oğlu adeta abluka altında…
Bir yandan; işletmelerin yaşam mücadelesine; yoğun rekabet ortamına bağlı çok çeşitli yöntemler, ticari amaçlı etki bombardımanı; telkin yöntemleri, öte yandan; müşterinin; biz bireylerin ayakta kalma mücadelesi ile bu mücadele sırasında süre gelen kültürel değişim, gelişim veya yozlaşma, toplumsal kimliğin deformasyona uğraması…
Bir tarafta; televizyon kanallarında lüks yaşam hikayeleri, villalar, son model arabalar, uçaklar, helikopterler, marka kıyafetler, göz alıcı sosyal çevre, aşk-meşk, yeme-içme, eğlence, para, güç…
Diğer tarafta; küresel rekabete dayanamayıp iflas eden gerçek ve tüzel kişiler…
İşsiz kalan binlerce, belki de milyonlarca insan…
Borç batağından kurtulamayıp intihar eden ticaret erbabı, batan üretici, işsiz kalan yönetici, işçi ve azalan tüketim nedeni ile cirosu düşen; sabit giderlerini karşılamakta dahi zorlanan esnaf, sanatkar, işletme sahibi…
Yaşananların farklı-farklı yönleri... Küresel ekonomik durum, uluslararası ticari dengeler, Dünya siyaseti, kültür, sanat, turizm... Milli ekonomi, tarım-hayvancılık, sanayi, teknoloji, petrol-bor ve diğer madenlerle ilgili ulusal sorunlar, ülke insan kaynağının yeniden planlanması gereği, adli zorunluluklar, enerji tasarrufu, yeni jenerasyonun tasarruf alışkanlığının olmaması, eğitimdeki sorunlar v.d... Aile içi sorunlar, sosyal psikolojide yaşanan erozyon, toplumun bir bölümünün yalnızca dine ve dinden taraf sergileyenlere sarılması, diğer bölümünün bir bölümünde görünen değerlerin yitirilmesi; bilime, emeğe, kültüre, sanata, hatta devlete olan saygının ve inancın örselenmesi... Yok olan bireysel ve sosyal değerler, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtekarlık, fuhuş, uyuşturucu madde bağımlılığı, depresyonda ve cinnet vakalarında bariz artış...
Hangi konudan hangi alana, nereden nereye değil mi..?
Ne alaka..?
Pozitif düşünce ile dünya ekonomisinin, sosyal yapının, depresyonun, fuhuşun, cinnetin ilgisi ne..?
Yaşanan ekonomik sorunların, Amerika kaynaklı küresel finansal krizin, sosyal ve kültürel değişimin, gelişimin yanı sıra çöküşün ve yozlaşmanın biri-biriyle bağlantısı ne? Değil mi?
Bal gibi bağlantısı var! İlgisi var işte…
Onlarca yıldır; bu güzelim ülkenin eğitim politikası ne oldu?
Kim; açık; anlaşılabilir, çok net bir şekilde bunu ifade edebilir?
Belki bu ülkede eğitim ile ilgili olarak bakanlık, müsteşarlık gibi pozisyonlarda bulunmuş veya eğitim konusuna gerçekten gönül vermiş birkaç isim... Onlar, kendi dönemlerinin politikalarını, ülkedeki doğruları ve aksayan tarafları kısmen de olsa aktarabilirler. O kadar…
Ya sokaktaki vatandaş..! Kesinlikle -hayır- diyorum!
Eğitimde seviye, maalesef her geçen yıl düşüyor. Eğitim de, sağlık gibi; adeta ticari bir arenaya dönüşüyor.
Çünkü, nüfusun yarısından çoğu 26 yaşın altında...
Vatandaş Osman (isterseniz; Mehmet, Ali, Haluk, Mustafa, Murtaza, Tarık, Dündar, Sefer, Abdurrahman, Şinasi, Alper, Fikret...deyiverin) cebinde parası varsa ya da parası yoksa da kredi kartı varsa, bu dünyanın tüm nimetlerinden yararlanabilmektedir. Dünyanın herhangi bir köşesinde gerçekleşen teknolojik yenilik, hızla ülkemize ulaşabilmektedir. Kısa süre içinde ithal edilir ve hemen her köşeye satış-dağıtımı yapılır. Gün gelir, yerli üreticimiz aynısını üretip geliştirir. Üretimini sağlayıp ihracata başlar. Daha verimli çalışma ile birlikte, maliyetleri de düşürür.
Tüm bunlar, bilimin ve teknolojinin sürekli ve hızlı gelişimiyle;
Özel sektörde; küresel rekabet ile
Devletler düzeyinde; ekonomik, sosyal, kültürel, bilimsel ve askeri alanlarda yoğunlaşan üstünlük çabaları ile
Yanı sıra;
Lobilerin her tür oyunları ile gerçekleşirken, yaşanıp-tüketilen tüm yeniliklere karşın; ülkemiz insanı için planlı-programlı bir eğitim programı uygulandı mı? Uygulanmış mıdır?
Hayır!
Resmi olsun, özel olsun; televizyon kanallarında, Türk insanının öz değerlerinin korunmasına, bunun yanı sıra evrensel değerlerin tanınmasına; insandan, doğadan, ilimden, gelişimden yana olan tüm değerlere sahip çıkılmasına yönelik, nerede, ne zaman, nasıl bir program yapıldı dersiniz? Benim zihnimde, benim kalbimde iz bırakan bir program hatırlamıyorum maalesef… Onlarca yıl boyunca, Anadolu ‘muzun değerlerini tanıtarak, toplumun gelişimine katkı sağlayacak, toplumun öz saygısını destekleyecek, toplumda; küresel işletmelerin ticari telkinlerine karşı uyanık; dik durmayı sağlayacak; toplumsal bütünleşme yönünde destek sağlayacak; bilinçli tüketimin öğrenilmesine zemin hazırlayacak, bilimden-sanattan-kültürden yana, kayda değer ne yapıldı?
Resmin bütününe baktığımızda; neredeyse bir hiç..!
Hep birlikte; el birliği ile eğitimden yoksunluğun, millet olarak topyekun gelişme bilincinde olamamanın, rant ile geçinmenin rahatlığına; kolaycılığa alışmanın, küresel tedarik zincirlerinin, büyük işletmelerin planlı-programlı yönlendirmelerinin, kısmen tembelliğin, bolca adam kayırmacılığın ve her döneme özgü partizanlığın, siyasetten, yenilikçilikten, yaratıcılıktan uzak kalmanın veya uzak tutulmanın, “hep bana” düşüncesi ile “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışının, erken yaşta emekli olmanın dayanılmaz hafifliği içinde gerinip duruken, en verimli olunacak yaşlarda devre dışı kalmayı seçmenin veya devre dışı bırakılmanın, toprağımızın, suyumuzun, yerli malımızın, bilim adamlarımızın, öğretmenlerimizin, askerimizin, çiftçimizin, her nerede ve kim olursa olsun; doğru, namuslu olan ve çalışanların değerini bilmememizin, yalana ve riyaya kolay kanmamızın, hayatımızın önemli bölümünü çalanlardan hesap sorma bilinci ve cesareti içinde olmamamızın bedelini ödedik, ödüyoruz. Sanırım, maalesef...bu kafayla daha çoook öderiz. Dilerim yanılıyorumdur.
Büyük resmi göremeden geçen, belki de uyutularak geçirilen yıllarımız boyunca; toplum olarak, bize özgü ve çok güzel olan değerlerimizi yitirdik. Halen de yitiriyoruz.
Her tür adi suç işlenir, yaşanır, gazetelerde tüm detayı ile gözler önüne serilir oldu.
Profesyonel hırsızlık yöntemleri geliştiriliyor. Teknolojinin gelişimine paralel olarak, belki de en süratli şekilde adapte olanlar; hırsızlar, yasa dışı faaliyet içinde olanlar ve onların bağlantıları, uzantıları...
Sanırım; Türk toplumu olarak en sancılı dönemimizi yaşıyoruz. Gelişmiş ülkelerde yaşanan hızlı değişime teknik açıdan çok kısa sürede uyum sağladık. Teknolojiden istifade etmeyi, çok-çok tüketmeyi çok çabuk öğrendik.
Buna karşın, hem maddi, hem de manevi açıdan hesabımızı tutmayı, değerlerimizi koruyup geliştirmeyi bilemedik. En iyi olduğumuz alanlardan tarımda, hayvancılıkta geri kaldık. Dünyaya rahatlıkla pazarlayabileceğimiz organik tarımda bilimselliği, öz kaynak kullanımını, araştırma-gelişme (ar-ge) ile sürekli gelişme yolunu seçeceğimize; tek kullanımlık tohumun, kimyasal gübrenin esiri olduk, bunları üretip-geliştiren ülkelerin tuzağına düştük!
Kim sayesinde? Tabii ki köylümüz-çiftçimiz sayesinde değil! Gününü kurtarma derdinde olanların, kısa vadeli düşünenlerin; onlarca yıllık plan-proje üretmeyi bilmeyenlerin ya da kişisel menfaatleri söz konusu olduğu için; bilmemeyi-üretememeyi tercih edenlerin sayesinde!.. İlgili bürokratlarımız, siyasilerimiz, yönetenlerimiz...
Tarım alanının yanı sıra; insan kaynağı planlamamızı da yapamadık. Binlerce kimya mühendisi fazlamız varken; bilgisayar mühendisi, sinerji mühendisi, nükleer alanda uzman v.s. eksiğimiz var.
Yıllar, yıllar öncenin tv dizisi "Kral ve Ben" 'deki gibi; "...vesaire…vesaire…vesaire…"
Tüm bunlara karşın, ulus olarak eşsiz bir coğrafyaya sahibiz.
Nüfusumuzun çoğunluğu; genç, enerjik, esnek, değişime-gelişime açık, pratik zekaya sahip...
İş dünyasında, uluslar arası düzeyde; rekabet gücü yüksek çok sayıda profesyonelimiz, girişimcimiz, samimi şekilde güzel şeyler yapmak isteyen; genç, bilgili insanımız ve yanı sıra, deneyimli insan kaynağımız mevcut.
Tüm olumlu ve olumsuz yönlerimiz tamamiyle bize, milletimize ait...
Sokaktaki insanımıza, kamu görevlimize, yöneticilerimize, eğitimcilerimize, köylümüze, özel sektörümüze, bilim adamımıza, askerimize, mühendisimize, işçimize, işsizimize, doktorumuza, çiftçimize, öğrencilerimize…v.d.
Millet olarak, sancılı bir dönemin içindeyiz. Yaşadıklarımızla, toplumsal olgunluğa ulaşıyoruz, ulaşacağız. Kendi değerlerimizin, Anadolu 'muzun, tarihimizin, atalarımızın değerini tam olarak anlamaya başladığımızda; toplum olarak sıçrama yapmış olacağız.! Bariz şekilde seviye atlamış, sosyal anlamda özümüzü kavramış olacağız. Acılarımız, sorunlarımız, başarılarımız, varlıklarımız, üzüntülerimiz, akan kan, göz yaşı, yokluk, sıkıntı, sefa, cefa, vefa, mutluluk, coşku v.s. hepsi, toplumsal tekamülümüz için yaşamak zorunda olduğumuz, çok yönden deneyim kazanmamızı sağlayan unsurlardır. Bu nedenle, pozitif düşünelim. Bir düşünürün dediği gibi; "zor şartlar insanı yaratıcı kılar"... Bizim yaşadığımız zorluklar da bizi yaratıcı kılıyor. Daha da yaratıcı kılacak ve gelişimimiz devam edecektir.
Birey olarak, hepimiz daha uyanık olmalıyız. Yine hepimiz, kendi şartlarımızı zorlamalı, kişisel gelişim yönünde çaba içinde olmalıyız. Tabii ki; bir toplumun ya da topluluğun bireylerinin hepsinin; aynı seviyede bilgili, eğitimli, yetenekli, azimli, öz disiplin ya da motivasyon sahibi veya başarılı olması mümkün değildir. Zaten bu, evrenin yaradılışına aykırı... Bununla birlikte, toplumu oluşturan bireylerin çoğunluğunun kişisel çaba ve gelişim içinde olmaları; toplumsal zeka düzeyimizin daha hızlı yükselmesine doğrudan katkı sağlar.
Ben inanıyorum ki; Türk Milleti, Anadolu insanı, bu güzelim topraklar her bakımdan layık olduğu değere kavuşacak.
Tabii ki, önce kendi değerimizi bilerek, değerlerimize sahip çıkarak...
Sağlık ve Sevgi içinde olun.
Tarık Toraman
14.Şubat.2009