- Kategori
- Sosyoloji
Saçaklı demokrasi
1300’lü yıllardan beri padişaha kulluk eden bu millet, teba olmaktan çıkıpta her ne kadar "demokrasiye geçildi, hükümdarlar seçimle ve ruhsatlarına göre işbaşına geliyor" nidaları ile ortalığı yıksada sonradan anlıyoruz ki hükümranlık yapanlar kendi güçleri ile değil de bazı zümreler tarafından iş başına getirilince, acizliğin boynu büküktür deyip devlet hizmeti yine bu zümreye gitmektedir ve de kulluk halen devam etmektedir.
Demokratik yönetimi bizler bulup bizler geliştirmediğimiz ve onun için herhangi bir hamle yapıp da hak etmediğimiz için diye düşünürüm her bir ucundan çekiştire çekiştire ipleri sallanır halde elimizde kalacak diye korkarım.
Demokrasiyi sinesine yerleştiren ülkelerde bizdeki gibi rüşvet, adam kayırmaca, siyesetle iş yapma yerine insanlar yaptıkları işlere ve diplomalarına göre değerlendirilir diye bilirim. Hatta elinde diploması, ruhsatı veya herhangi bir belgesi olmayana biraz zor iş verirler.
Bizdeki durum farklıdır. Ehliyetsiz, liyakatsiz ve kifayetsizlerin bir anda üst kadrolara yerleştiğini rahatlıkla her kurumda gözlemleyebiliriz. Ve bu kişiler arasındaki dayanışmada baba oğul arasında bile yoktur neredeyse... Bu tip ilişkiler sayesinde ve 'Devletin işi her zaman yürür' anlayışı çerçevesinde işlerin yapılıp yapılmadığı yahut da iyi yapılıp yapılmadığı veya hangi işlerin yanlış yapıldığı gibi hususları kimse sorgulamaz. Mesleki yetersizliklerin kimse farkına dahi varamaz. Devletin işleri öyle veya böyle yürüyor hesabı ile bir yere varılamadığı ancak dışarıdan kendilerini gözlemleyebilirlerse insanoğlu (ki zor ihtimal), farkına varabilir.
Bizlerde birer seyirci gibi izleriz etrafımızda olanları... Ve müdahale etme şansımız hiç yoktur.
Kendi çabası ve yetenekleri haricinde tahta çıkanların inişleri hep baş aşağıda olmaya mahkumdur. Üç adım ilerisini göremeyen yöneticiler ile nereye kadar gidilebilir ki... Bu arada devlet malı deniz zihniyetinde hükümranlık yapanlar, deveyi hamuduyla götürürken bize de umut vaad ederler. (İşin garip tarafı herkes yakıştırır bu işi hasbama...) Ve işin bana göre en ilginç yönü de götürülecek deve varsa eğer benim tuttuğum zat-ı muhterem götürsün, kamu vicdanına aykırı iş yapılacaksa da yine bizimki yapsın isteriz. Çark böyle dönüp giderken ezilen yine biz oluruz. Biri gider diğeri gelir yine aynı durum sürer gider.
Dünya döndükçe
Umut, fakirin ekmeği
Ye Mehmet ye
Ye Mehmet ye!... (Orhon Murat Arıburnu)
Ama suç bizde yokmu yani? Demokratik hakkımız olan oylarımızı heba ettiğimizi her seçimin 3-5 ayında hemencecik te anlayıveririz ama yine de yapılanları hemen unuturuz. Yine aynı hükümdarları seçimle de olsa işbaşına getirmekte bir zarar görmeyiz. Onların her türlü yalanlarına kanarız. Hakkınız olan bir umut için gittiğinizde bile "elime düştün" gülümsemesi ile karşılaşırken kırk dereden su getirttiklerini hepimiz iyi biliriz. Sıradan bir işlemin içerisine de siyaseti bulaştırdıklarında ipin ucu da kaçar ve geriye dönüş yoktur artık...
Ne yapmalı?
Teknolojik imkanlardan faydalananlar, eli kalem tutanlar bildiklerini, gördüklerini anlatmaktan çekinmemeli, uyarmalı, uyandırmalı... (Burada parantez açarak şunu da belirtmek istiyorum: Şu internet ortamında bile adını dobra dobra yazamayanların varlığı ile neyin, nerede ve ne zaman yapılabileceğini de kendi kendime sormadan edemiyorum.)
Siyasilerin (ve belki de milletimizin kendi kendini) uyutma teknikleri son yıllarda gelişmektedir. Önümüze sürülen ve bizleri çokta yakından ilgilendirmeyen tv programları ile ilgimiz başka yönlere doğru çekilmekte, hipnotize edilmekteyiz. İlgi ve alakamız başka yönlere kaydırılınca sorun çıkarmama, itaat etme ve sahip olduğumuzla yetinme düşüncelerimiz benliğimize yerleşiyor ve hatta geleneklerimiz arasında yerini alıyor.
Bu zihniyete dur diyemedikçe yanlış yolda olan siyasilerin çarkına bir çomak sokamadıkça aynen devam edeceği de aşikardır. Başkaldırmalı, örnek olmalı baş aşağıda yürüyenlere, yeni nesile örnek olmalı, hak olanı sahiplenmeli, hakkımıza sahip çıkamadığımızda ise birilerinin bizim hakkımıza sahip olma gayretinin çoğalacağının farkında olmalı, bir el ile beş el arasındaki farkı bilmeli, yazmalı, korkmamalı, bir başıma neden başkaldırayım ki diye düşünmemeli, bilinmeli ki her başkaldırı bir başka başkaldırıyı tetikler.
Yazarız, çizeriz ve de biz birbirimizi çok iyi biliriz.