Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '10

 
Kategori
Deneme
 

Şairliğin Aşamaları

Şairliğin Aşamaları
 

Şair hop deyince şair olup çıkmıyor öyle. Onun da aşamaları var.. Kimisi belirli aşamaları ya göremiyor, yada gözü yemiyor veya aklı yetmiyor. Bazı şairler , kendi yazdığının şiir olduğunu sanıp belli bir aşamada kalıyorlar... Ondan sonra, “Benim oğlum bina okur, kendi yazar kendi okur... ” Tabi insanların okumasını istiyorsanız. Onun da koşulları vardır. Yani her malın bir fiyatı olduğu gibi , her sanat eserinin de kendine göre bir ederi, değeri, fiyatı vardır. “Bu kaç kuruşluk bir şiir ki...” denilir mi? Pazarda denmez ama insanoğlu bir şiiri okuduğu zaman içinden değerlendirir, onu bir yere koyar. Daha çok kendi şiir anlayışına göre (Ve de şiir aşamalarında aldığı yere göre...) şiiri değerlendirip bir değer biçer. .

Elbette şiir bugün pazarda satılan çok değerli bir sanat eseri değil. Sanat eserlerinin de modası vardır. İniş çıkışları vardır. Nazım Hikmet’in zamanında sanatın , şiirin değeri başka, Orhan Veli’nin zamanında başka, şimdi başka.. Şimdi hiçbir yayınevi kolay kolay şiir kitabı basmak istemiyor. Ancak üste para verirsen kitap bastırıyorsun. Bu bir sanat eseri için ne büyük bir zûldur, biliyor musunuz. Şiirin değeri var mı... Elbet, 23 bin kişi şairim diye ortada geziyorsa, bu Türkiye ortalamasında 4-5 milyon insanı şair yapar ki, demek ki epey şairimiz var. Veya kendisini şair sanan şairler... Olsun... Şiir kötü bir şey değildir. Herkes kendine göre bir ileti vermeli. BEN HAYATTAYIM ! Demeli, Şiir yazmak bir bakıma hayatta olduğunu, daha ölmediğini, deklare etmektir. Diğer yandan, ölümsüzlüğün sırrının şiirde olduğunu sanmaktır. ÖYLE MİDİR ACABA? Ölümsüzlüğün sırrı şiirde midir; bunu genelleyerek diyebiliriz ki , sanatta mıdır?

Ah buna , keşke, içimizden gelerek, inanarak “Evet” diyebilsek. Fakat hangi insanoğlu, kendini diğer fanilerden ve koyun sürülerinden ayırarak, “Ben Varım” diyen, veya demeyi cidden arzu eden insanoğlu, kalıcı olmak istemez. Bunun yolu nereden geçer: Ben inanıyorum, bir çokları da inanıyorlar ki; sanattan, bilimden geçer… Kalıcı bir şey yaparsanız. Bir abide (bir mimarlık şaheseri) yaşar; bir roman yazarsanız (İnce Memet) yaşar...

İyi bir şiir yazarsanız “ OZYMANDIAS” (Percy Bysshe Shelley -1792-1822), böyle bir şiir yazarsanız, yüzyıllarca yaşar. Hangi insan kalıcı bir şey bırakmak istemez. Bunun bir takım aşamaları var. Her şair bu aşamaları aşıp, kolay kolay “şairi azam” olamaz. Belirli bir aşamada kalır, kendini “Şairi Azam” sanar. İnsanın bir kendi kendisini yargılaması vardır. Bir de başkalarının yargısı. Psikolojideki, “Ayna benlik” meselesi. Başkalarının bizim için yargılamalarını kolay kolay algılamak istemeyiz. Ya onların yargılarını peşin peşin reddederiz. yada ne söyledilerse kolay kabul etmeyiz. Neden? Nedeni belli. Her akıl her şeyden kendi aklını başkalarından daha çok sever, beğenir. Başkalarının değer yargılarını kolay kolay kabul etmez.

Değerlendirme aşamasında, şairleri belki yedi aşamada değerlendirebiliriz. Bunlar :

1.BENCİLLİK AŞAMASI.
2.SENCİLLİK AŞAMASI.
3.ÖZGECİLİK AŞAMASI
4.DOĞAYA AÇILMA
5.FELSEFEYİ TANIMA
6.USTALIK AŞAMASI
7.ÖZGÜNLÜK AŞAMASI.

Bütün bu aşamalar , başka bir kişi tarafından ortaya sürülmüş müdür? Bilemiyoruz. Kendimize göre biraz Benjamin Bloom’un Taksonomi’ sini göz önüne alarak geliştirdiğimiz bir sıralaçtır. Bunun her bir basamağının kendine göre açıklaması olacaktır. Örnekleri olacaktır. Değerlendirilmesi olacaktır. Bu sıralacı kabul edenler olabilir, etmeyenler daha çok olabilir. Çünkü, Sosyal bilimlerde hiçbir öneri kolay kolay kabul edilmez. Ağır eleştiriler getirilir. Büyük tartışmalar sonunda bir SENTEZE varılır. Sosyal Bilimlerde bilindiği gibi, kesin yargılar yoktur, olsa olsa, bazı kabul edilmiş kuramlar vardır. İşte o kadar.

Yazımızın Birinci Bölümünde , şairliğin de aşamaları olduğunu söyledik . bu aşamaların 7 aşamada incelenebileceğini savunduk. (siz savunmayabilirsiniz.) Bu aşamaların ilk Bencillik aşamasıdır:

(Şairliğin Aşamaları)

1.BENCİLLİK AŞAMASI.
Şiirde manzume aşamasıdır. Kişi bol uyak bulma, dörtlükler yazma peşindedir. Anlam aslında ikinci plandadır. Dörtlükler arasında sık sık tutarsızlıklar görülebilir. Bazı özellikler çok belirgindir.

a.Dörtlüklerle şiir yazılması:
Dörtlüklerle şiir yazılması, hem geleneksel bir kalıp olması; şiirin ancak dörtlüklerle yazılabileceğinin farzedilmesi; kolay alışkanlık edinilmesi bakımından tipiktir. Bu aşamada değişik şiir biçimleri kullanılmaz; kişi birşiir kültrüne sahip olduğunu gösteremez.

b.”Ben” in öne çıkarılması:
Şair bol bol , ”ben” der, “bana” der; kendi acılarından söz eder. Sevgilisinin onu bırakıp gittiğinden, onun bir “insafsız” olduğundan söz eder. Yerine göre , kendisinin ne kadar iyi, ne kadar zavallı, ne kadar gariban olduğundan söz eder. Bu tip şiirlerde bol bol “ben” sözcüğünü görebilirsiniz. Bu “ben” sözcüğü bu aşamayı deşifre eden önemli bir “anahtar” sözcüktür.
c.Şiirde Karamsarlığın Hakim olması:
Genellikle şiirin havası kötümser bir hava taşır. Bu kötümserliği okuyan da hisseder.
d.Şiirin Şiir olmaması:
Kişi aslında düzyazı yazmaktadır ama bunun şiir olduğunu sanmaktadır. Arada sırada yapılan uyaklar, diğer ufak tefek teknikler bu nesri , şiir metni yapmaya veya taşımaya yetmez.
e.Dil de dağınıklık:
Kişi Türk’çeyi iyi, etkili, güzel kullanmaz. Eski sözcüklerin şiirini derinleştirdiğini sandığından bol bol Osmanlıca veya antik sözcükler kullanabilir. Başka dillerden alıntı yapabilir.

Yukardaki özellikleri gösterip de iyi şiir olmaz mı? Olur. İyi şiirin mutlak bir kalıbı yoktur. İyi şiir “ustalıkla” yazılmış bir şiirdir; iyi şiir “yaratıcılık” özellikleri gösteren bir şiirdir. Şiirin en ileri aşamalarında bile, alt aşamaların etkisi veya, özellikleri gözükebilir. Buna şaşmamak gerekir. Bir şiir dörtlüklerle yazılıyorsa, “İçinde “ben” kullanılıyorsa her zaman 1.Aşamada kalmış bir şiir demek değildir. Öyle ek özellikler taşıyabilir ki bu onu İYİ Şiir özelliklerine taşıyabilir.

Bir örnek :
İlk Hece Denemem (Hece)
Sayın Zehra Yılmaz’ın şiiri 1. Tip şiire güzel bir örnek olabilir:

Baharlarım hazan oldu
Gençliğim erkenden soldu
Derunum da ah! yarem var
Mutluluklar hayal oldu

Önce böyle değildim ben
Büktü belim eğildim ben
Yüreğim de yangınlar var
Gelmiyor yar delirdim ben

Durdu zaman geçmez oldu
Gönül dağım duman doldu
Aslının, Şirinin adı var
Benim derdim bitmez oldu

Söyleyinde gelsin artık
Dertlerimi alsın artık
Kış sonun da baharım var
O da bunu bilsin artık

Şiir de bol bol “Ben” kullanılmıştır; oldukça karamsar bir şiirdir. Şairin kendi evreninden dışarı çıkıp, dış dünyaya baktığı söylenemez. “Derunum” gibi eski sözcükler kullanılmıştır.
Fakat okunabilecek , belli bir düzeyin üzerinde bir şiirdir.

(Şairliğin Aşamaları )

2.SENCİLLİK DÖNEMİ :
Şair yavaş yavaş kafasını benliğinden, öz egosundan kaldırıp, karşıya baktığında, orada bir insan daha görecektir. Bu insan daha çok “Şairin Sevgilisi”dir. Bu aşamada daha çok Sevgiliye Şiirler yazılır. Doğal olarak, bu şiirlerin çoğu ahlarla vahlarla doludur. Bu dönemde yazılan şiirleri çoğu lirik, duygusal şiirlerdir. Bunları da kendi içlerinde bazı çeşitlere ayırabiliriz:
a. Aşk şiirleri:
Şiirlerin çoğunluğu (%80’i desek abartır mıyız) Aşk Şiirleridir. Aşk Şiiri , aşkın tarifinden çıkar. İnsan sever, kavuşamazsa aşk olur. Ondan sonra gelsin, ah vahlar. Bunun aşırı ucu, sevgiliye hakaret etmektir; ona çeşitli tanımlar getirmektir: “Zalim”, ”Hain” , ”Vefasız” gibi terimler bol bol kullanılır.. Daha da aşırı ucun ne olacağını, günlük gazetelerden izliyorsunuz.
b.Anne Şiirleri.
Bu , Anne’yi, Baba’ya, Öğretmen’e, Arkadaş’a yazılan şiirler de manzumelikten kurtulamamış şiirlerdir. Genellikle dörtlüklerle yazılmışlardır. Bazıları, henüz dörtlük’ün özel tekniklerini kavrayamamış şairler tarafından yazılan “Serbest” içimli şiirler de bu sıralaca girer.

İyi niyetli şiirler. Okuyunca insanın “Aferin, ne güzel de yazmış” diyeceği gelir. Ama yazılışı, hitap edilen toplum ve kullanılan teknikler oldukça dardır, ilkeldir.
c.Akrostiş :
Bu dönemde arkadaşlara, veya sevilen insanlara yazılan şiirlerde kullanılan akrostiş tekniği kendilerince bir ustalık olarak sunulur. Oysa Akrostiş ; her şiirin dizelerinin başındaki harflerinin özel dizilişinin sevgilinin veya arkadaşın adını belirtecek şekilde ortaya konması, şiir çevrelerinde marifet sayılmaz, aksine şairin daha ilkokulda olduğunu, veya ilkokul mantığıyla düşündüğünü gösterir.

Kuşkusuz, bu dönemdeki şairler artık kendi bencilliklerinden kurtulmuşlar, aşkın, sevginin, dostluğun kıymetini anlamışlar ve bunu şiirlerine aksettirmeye başlamışlardır. Genellikle şiire yeni başlayan çok genç şairler bir yandan annelerine, babalarına, arkadaşlarına şiirler yazarken, yavaş yavaş, defterlerinin arka sayfalarına çaktırmadan sevgililerine şiirler yazmaya başlarlar.

Şunu da söylemek gerekir. Belki de yazılmış şiirlerin en güzelleri sevgiliye yazılmış şiirlerdir. Aslında bazıları tarafından, “Aşk Şiirleri” dışındaki şiirler şiir sayılmazlar. Onlar fasa fisodur. Asıl şiir “Aşk Şiiri”dir.

Örnek:2
Sayın Refah Torlak’ın yazdığı “Zeynep” isimli şiire bakınız: Bu şiiri İkinci tip şiire örnek olarak göstermek mümkündür.
ZEYNEP

Zulüm olsa da inan, müptelâyım aşkına
Ellerimle yüreğim, açık sana baksana
Yalnız sen ve ben olan, yeni Dünya kuralım
Nasıl olur bir düşün, gel gönlüme aksana
En güzel günler bizi, bekler inadı bıraksana
Pişmanlık duymazsın gel, şu gönlüm tutsak sana

Bu şiir “Akrostiş”inden de belli olduğuna göre, Zeynep’e yazılmış. Bir aşk şiiri. Şiir miir diyoruz ama , yazarı da pek beğenip benemsememiş ki bu şiiri, “Bu bir ticari şiirdir” deyip çıkıyor. Ne diyelim..!
…………………………….
(Şairliğin Aşamaları )

3.ŞİİRDE ÖZGECİLİK :
Şiir de bir ileri aşama, artık şairin yalnız kendisini, sevgilisini değil, diğer insanları da işin içine katıp, toplumun çeşitli sorunlarını ele almasıdır. Bu çeşit şiirler “Dâva” şiirlerdir. Bir şeyi ispatlamak, bir şeye karşı olmak bu şiirlerde sık sık görülen konulardır. Bu tip şiirler artık daha çok, “Serbest Müstezad” veya serbest biçim denilen bir yapı içinde kurgulanırlar.
Böyle bir şiirin şairinin daha bilinçli, daha çok şiiri tanıyan; şiirin macerasını daha çok bilen kişi olduğu varsayılabilir.
Kişi varolan sorunlara bodoslama dalabildiği gibi; “ironi” yoluyla, yarı alaylı, dolaylı olarak sezdirerek bir şeyi anlatmaya çalışır. Bu şiirleri şu biçimlerde gösterebiliriz:
a.Taşlama Şiirleri:
Şair ya dikkat çekilmek istenilen konuyu, davayı, sorunu ya doğrudan doğruya bağıra bağırmayı tercih eder. Bu durumda şairin hapishaneye girdiği veya işinden olduğu tarihte çok görülmüştür. Yöneticiler, işlerine geldiği zaman, şairlerin şiirleriyle topluma hitap ederler, onu coştururlar ; işlerine gelmediği zaman onları içeri göndermekte, işsiz bırakmakta tereddüt etmezler. Yeri gelince işkence bile ederler veya yakarlar (Metin Altıok bir şairdi; niye yandı ki..!). Veya Taşlama Şiirlerde olduğu gibi amacını, söylemek istediğini bazı benzetmelerle, uzuk çağrışımlarla dinleyenlere çağrıştırmak ister. Taşlama şiirler , daha çok avama hitap edecek düzeyde şiirlerdir. Ne kadar açık olurlarsa o kadar vurucu olurlar.
b.Espri (hiciv) şiirleri.:
Bu şiirlerde hiciv, mizah vardır. Ama gülmecenin ardında acı bir vurucu güç taşırlar. Espri şiirleri, daha çok kısa vurucu şiirlerdir.Çoğu zaman küfre kadar giderler. Anlamları biraz düşününce, dolaylı olarak çıkar. Bu şiirlerin üstadı , tarihte Şair Eşref, Neyzen Tevfik ‘di , çağımızda Metin Eloğlu örnek olarak verilebilir.. Orhan Veli’nin bir çok şiiri de buraya girer.
a. Dâva Şiirleri:
En aşırı tezleri savunarak, doğrudan doğruya baştaki yöneticileri veya yönetimi hedef alabilirler. Bu tip şiirleri yazan şairler, korkmazlar, hapishaneye girmekten çekinmezler. Namık Kemal, Tevfik Fikret, Nazım Hikmet şiirlerini bu faz üzerinde, çekinmeden yazmışlardır. Bu tip şiiri yazan şairlerin, zeki, cesur, şiirin “anhasını-minhasını” çok iyi bildikleri varsayılır.
Fakat bu tip şiirlerin de bir süre sonra, dava adına, konferans vermeye dönüştüğü de görülmüştür. O zaman sorulur, eğer belli bir konuda konferans vermek istiyorsan, o takdirde niye bunu, düzyazıyla, nesirle yapmıyorsun.! Sorulabilir. Ama şaire, şiir yolu daha kolay gelebilir. Mehmet Akif Ersoy, davasını böyle savunmamış mıdır?Necip Fazıl Kısakürek böyle şiirlerini bu hava içinde yazmamış mıdır?

Bazılarına göre şiir yazmak, ”Aşk Şiiri” yazmak ve sevgilinin eline tutuşturmaktır. Bazılarına göre bu şiirin asıl işlevi değildir. Şiirin asıl işlevi, insanın, insanlığın, toplumun sorunlarını bağıra çağıra, şiirle anlatmaktır. Çünkü şiir çok güçlü bir araçtır. Şiir tek başına kullanılabilir, diğer yandan, şiir müziğin yanında, içinde yer alır;daha güçlü hale gelebilir. İki sanat dalı birleşip güç elde ederler. Düşünün insanlar Zülfü Livaneli’yi niçin severler...

Şiir yazmak demek, içinde bulunduğumuz toplumun sorunlarını anlamak ve anlatmak demektir. İnsanın acılarına ortak olmak ve bunu dile getirmek demektir.

(Şairliğin Aşamaları)

4.DOĞAYA AÇILMA:
Şiir yazan insan önce kendi dertlerini dile getirmiş;sonra annesine, babasına, öğretmenine , arkadaşına şiir yazmış; sonra içinde bulunduğu toplumu görmüş, Mevlana’nın dediği gibi” Ben her toplumda ağladım , inledim.” demiş ve içinde bulunduğu toplumun sorunlarını, dertlerini anlatmaya çalışmıştır.

Fakat çevremizde yalnız insanlar yok. Hayvanlar var: Kediler, köpekler, kuşlar, ayılar, eşekler... Bunlar insanın elinden neler çekiyorlar... İnsan yavaş yavaş doğayı görüyor. Doğada hayvanları, bitkileri görüyor. Ormanların nasıl yakıldığın görüyor; denizlerin, ırmakların nasıl kirlendiğini görüyor.

Şiir giderek , sanatın özü olarak, insanın vicdanının titreyerek sahip değerleri savunan bir araç haline gelmiştir. Şairler, hayvanlar için, çevre için, garibanlar için, ormanlar için, çiçekler için şiirler yazmaya başlamışlardır. Bu şiirde bir başka idealist açılmadır. Çünkü insan belli bir doğanın içinde yaşıyor. Bu çevreyi tahrip edersek (ki hergün bunun haberlerini alıyoruz ..!) yaşayacak başka bir dünyamız yok...

Bu dilsiz dünyayı kim savunacak... Şairler her zaman dilsizlerin dili, sessizleri sesi olmuşlardır.
Bazı edebiyatçılar, şiire böyle bir görev de yüklemişlerdir. Şiir çevreyi savunur. Şiir insanı, toplumu, doğayı savunur. İnsanın insanlığı buradan gelir. Şiir ise insanlığın elinde, insanlığın belirten en önemli araçtır. Orhan Veli’nin Kapalı Çarşı şiirine bakalım.

KAPALI ÇARŞI
Giyilmemiş çamaşırlar nasıl kokar bilirsin,
Sandık odalarında;
Senin de dükkânın öyle kokar işte.
Ablamı tanımazsın,
Hürriyette gelin olacaktı, yaşasaydı;
Bu teller onun telleri,
Bu duvak onun duvağı işte.
Ya bu çamurdaki kadınlar?
Bu mavi mavi,
Bu yeşil yeşil fistanlı...
Geceleri de ayakta mı dururlar böyle?
Ya bu bembeyaz gömlek?
Onun da bir hikâyesi yok mu?
Kapalı Çarşı diyip de geçme;
Kapalı Çarşı,
Kapalı kutu.
Orhan Veli’nin bu şiiri, insanın çevreye karşı nasıl sevecenlikle yaklaşabileceğinin bir örneğidir. Biz, köyümüzü severi, kentimizi severiz. İnsanlarımı, ormanlarımızı, denizlerimizi severiz. Onlara şiir yazılmaz mı? Nasıl yazılmaz. Belki de doğa karşı yakılmış şiirler, en dramatik şiirlerdir. Onlar bizim kalbimizi çok çabuk titretirler. Ve ağaçlar, ırmaklar, göller, denizler kendi sorunlarını dile getirecek şairleri bekliyorlar. O garibanların dertlerini, sıkıntılarını, aşklarını..kim anlatacak..Kaliteli şairler. Şairlerin niteliği arttıkça, kendi bencilliklerinden kurtulurlar ve daha kalıcı, başkalarının ve doğanın sorunlarına ilişkin güzel şiirlerini kaleme alırlar.
………………………….
(Şairliğin Aşamaları)

5.FELSEFEYİ TANIMA :
Bir düşünceye göre, boş insan yazamaz... Bir şiir yazmak için yüzlerce (iyi) şiir okumak gerekir. Şiirin iyisi, kötüsü olur mu? Olur. Aslında şairlere bakacak olursanız, hiçbir şair diğer şairi beğenmez. Övemez. Övmek zorunda kalsa bile, alelusul birtakım sözcüklerle geçirir. Antoloji’de görmüyor musunuz? Şiirin altına yazılan tepkilere. Hemen hemen hiçbir şey. Kimse doğru dürüst bir şey söylemek istemiyor. İnsanlar ağızlarını açmak bile istemiyorlar. Bir kısmının eleştirme yeteneği yok(Onlar şiir de yazamazlar) bir kısmı ise ağzını açıp iki söz söylemek istemiyorlar. O kadar tembeller. Halbuki, herkes bilir, “MARİFET İLTİFATA TABİDİR” . Sanatçı denilen mahlukat biraz övgü ister. Hatta çokça, iltifat ister... Ama bu gidişle hiç bulamayacaktır. ..

Felsefesi olmayan şiir, içi boş olan kazan gibidir. Zaten içi boş olan kafa ne söyleyebilir ki. Kafayı doldurmak lazım. İyi bir şair, iyi şiirler okuyarak iyi şair olabilir. İyi şairlerin yanında eleştirmenleri tanımalı, onların yaklaşımlarını bilmelidir. Bugün Hüseyin Cöntürk’ü kim bilebilir? Hüseyin Cöntürk’ü tanımayan şair olabilir mi? Asım Bezirci’yi tanımayan şair olabilir mi?

Şiirin içi ancak düşünceyle dolar. Düşünceyi yaratan çeşitli filozoflar ve onların bizim beynimizdeki yansılarıdır. Ayrıca hayatın bize verdiği bazı değerler vardır. Bu değerler de toplumun vicdanından geçerler. Elenirler. Şiirler, insanları, toplumu, çevreyi tartarız, düşüncelerimizi söyleriz. Kimseye haksızlık yapılmamalıdır. Ama, bazı insanların gözünde şairler peygamber gibidirler. Onun ağzından çıkan sözlerin bir bilicinin sözleri olduğu sanılır. Tabii iyi şairler, toplumda çok iyi yankılar yaratırlar. Arabistan Yarımadası’nda da Hz. Muhammed’den önce ve sonra çok iyi şairler yetişmiştir. Bunların adlarını her iyi şair bilir. İslam dünyasında Ömer Hayyam’ı, Mevlana’yı bilmeyen yoktur. Yunus Emre başlı başına bir Hümanist şairdir. Bu şairler bizden çok dünya ülkelerinde okunuyorlar.. Robert Frost’un şu Şiirine bakınız. Bir felsefe yok mu? İhsan sonunda durup düşünmüyor mu?
GİDİLMEYEN YOL

Sarı ormanın içinde yol ayrımına geldim
Ne yazık ki her iki yoldan da gidemezdim
Yalnız bir yolcuydum, öylece durdum
Bir yolun ötelerine doğru bakındım kaldım
Ta uzaklarda yitip gittigi yere kadar.

Düşünüp dururken, öteki yolda karar kıldım
Belki de böylesi daha iyiydi
Çünkü yol yeşildi, tam yürünmek içindi
Ve oradan gelip geçenler
Üzerlerine basıp geçmiş olsalar bile.

Böylece yürüdüm gün ve gece
Yapraklar içinde tek başıma sessizce
Günler boyu böylece yol aldım
Yolun sonunu bile bile, sordum kendime
Bir daha geri dönecek miyim, diye.

İşte bir feryatla haykırıyorum,
Çağlar ve çağlar ötesine
Ormanda yol ikiye ayrıldı
Ve ben daha az yürünenine saptım
Ve bütün olanlar da bu yüzden oldu.
………………..Robert Frost (1916)

Evet, Hayat’ belli noktalarda yollarımız ayrılıyor, bambaşka noktalara doğru çekilip gidiyoruz. Geri dönüş var mı? Çok güç… Belli bir düşünceyi dile getiriyor şiir, çok çeşitli çağrışımlara ve tartışmalara yol açabiliyor.

İyi şiirin içi dolgundur. Boş konuşmaz. Okuyunca insan bir şey kazandığını hisseder. “Ben bir kitap okudum, hayatm değişti.” diyor ya, yazar; bazen biz bir şiir okuruz hayatımız değişebilir. Böyle bir şiir yazmak istemez misiniz? Öyle bir şiir yazabilmek için çok okumak ve bu hayatı yorumlayacak hale gelmek gerekir. O da kolay değil. Onun için iyi şiir yazabilmek kolay değil. Her insan boş şeylerden konuşabilir. Bunların hiç biri kalıcı değildir. Ama adamın biri çıkar bir şiir söyler, iki asır sonra onun deyişi hala söylenir gider:
“İnce uzun bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece..” der Aşık Veysel, ama ne söylerse, boşa söylemez.
………………..
(Şairliğin Aşamaları)

6.USTALIK AŞAMASI :
Ustalık aşamasında olan bir şair artık, tanınan , izlenilen bir şairdir. Bir çok özellikleri vardır:
a.Dili Ustalıkla kullanır:
Sahip olduğu, yazdığı dilini çok ustalıkla kullanır, eski ve yeni söz dağarcıklarına hakimdir. Çok geniş bir söz hazinesine sahiptir.
b.Şekil Becerisi:
Çeşitli şiirsel biçemleri ustalıkla taklit eder. Bilinen biçemler içinde ustaca şiirler kaleme alabilir. Her yazdığı şiir takdir görür hatta bazı bakımlardan taklit edilebilir.
c.Teknik Beceriler:
Tekniği çok gelişmiştir. Uyguladığı şiirsel teknikleri, imgeleri, cinasları, mecasları vb. son derece yerli yerinde kullanır; bu bakımdan hayranları çoktur.

Usta’nın artık izleyenleri vardır; hayranları vardır. Usta bencillik aşamasından geçmiştir; “Aşk” onun için artık ustalıkla at oynatacağı bir konudur. Gerçi sanatın temelinde aşk olduğu söylenir, ama diğer yandan şair “güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa, ” diyebilir. Toplumun sorunlar, toplum , onun ana alanı olmakla bile, oradan artık “insan”a açılmıştır; varmıştır, hümanist bir öz yakalamıştır. Onu anlamaya, anlatmaya çalışır. Şiirlerinin içeriği boş değildir. Doludur şair ve şiirlerinin de boş olmadığını hissedersiniz. Şiirlerinin çoğu boş gibidir; kolaydır, ama zordur. İnsan bir kez okudu mu yeniden okuması gerektiğini hisseder.

Usta , taklit edilen kişidir. Takdir toplayan kişidir. Şiirleri hayranlık uyandırabilir.
Ustanın şiirleri yıllara da kafa tutabilir, kalıcı olabilir. Özellikle, içinde yaşadığı kendi toplumuna hitap eder, o toplumun insanları tarafından sayılır ve sevilir.
Ustalık, insanın kendi kendine verdiği bir san değildir; içinde bulunulan topluluk tarafından, şiirden anlayanlar, bilenler tarafından verilen bir payedir.

Ustanın şiirleri ezberlenilir. Çeşitli topluluklarda, iyi şairler tarafından dile getirilir; iyi sanatçılar olarak alkışlanırlar. Kıskanılan şairlerdir. Onların düzeyine varmak kolay kolay mümkün olamaz. Siz onun düzeyine vardığınız zaman o başka denizlerde at oynatır.
…………………
(Şairliğin Aşamaları)

7.YARATICILIK :
Yaratıcı şair, en üst mertebedeki şairdir. Onunla artık kimse aşık atamaz. Dili son derece kendine özgün biçimde kullanır. Aslında dille adeta oynar. Onu eğer büker, yeni sözcükler yapar. Adeta dil onun oyuncağıdır. Dilden korkmaz, kimseden korkmaz.

Böyle bir usta olan, şiirinin temelinde insana ve insan hayatına saygı yatan Dağlarca, bu yüzden hiç bir edebî akım ve kişiden etkilenmeden kendi kozasını ördü; “Türkçem benim ses bayrağım, ” derken, dili adeta yeniden yarattı.
Onun sanat anlayışını şu cümlesi özetler:
“Sanat eseri hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı, hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir.”

Dağlarca , “Yüz-binlerce çağrı bana, yüzbinlerce / Şaşar kalır şuracıkta yüreğim (Deliböcek)...” demiştir. Yaratıcılıkta, şiir yazmada yaratıcılığın önemini gösterir bu. Büyük şairler dili allak bullak ederler; inci gibi işlerler. Örneğin İngiliz dilinde bir Shakespeare öncesi İngiliz Dili ve Shakespeare sonrası İngiliz Dili’nden söz edilir. Shakespeare, İngiliz Diline yüzlerce sözcük, kavram kazandırmıştır; onun için büyük şairdir; “Şair-i Azam” dır.

Büyük şairler, yalnız kendi ülkelerinde tanınmazlar, dünyanın bir çok ülkesinde onun hayranları vardır, okuyanları, söyleyenleri, ezberleyenleri vardır. Dünyanın bir çok ülkesinde onun üzerine kitaplar yazılır.

Büyük Şair”in “Şairi Azam’lığı kendinden menkul değildir; yada içinde bulunduğu ufak bir toplum tarafından verilmemiştir. Büyük şair yüzyıllara kafa tutabilir; şiirleri yıllarca sonra bile ayni takdiri toplar. Yaratıcı Şair, kalıcı şiirler yazar. Şiirleri adeta dünyaya, insanlığa alem olur; ışık tutar. Onu sevenleri de çoktur, sevmeyenleri de... Çünkü Büyük şairleri anlamak kolay değildir. Genellikle derya deniz gibidirler; insanlar onların dünyasına girdi mi kolay kolay çıkamaz. Çünkü insanları, hırpalar, biçimler, değiştirir, yeni bir kalıba sokarlar.

Yaratıcı şairler, dili çok etkili bir şekilde kullanmakla birlikte, dille adeta oynarlar. Yaratıcı şairin dil macerasını izleyenler, hem hayran olurlar, hem ürkerler. Bir insan bir dille bu kadar oynayabilir mi, diye. Fakat onlar korkmazlar.Oynarlar, işlerler, dokurlar. Dile katkıda bulunurlar. Dil, büyük şairleriyle , adeta, yeniden hayat bulur.

Yaratıcı şairler, öylesine biçimler, öylesine yeni söyleyiş olanakları getirirler ki , onu izleyen şakirtler şaşırırlar. Çünkü onda alışılmadık şeyler vardır. Şaşar kalırlar. Yaratıcı şairler yalnız biçemleriyle değil, içerikleriyle de büyük, korkutucu ve ileri bir düzeydedirler.

Yaratıcı şairlerin büyüklükleri; çağına damgalarını basmalarından ileri gelir. Bir Nazım Hikmet; bir Necip Fazıl Kısakürek .. .O kadar çabuk dünyaya gelmezler. Geldiklere döneme damgalarını basarlar; çok fırtınalar yaratırlar.

Herkesin Büyük Şairi kendine göre olmakla birlikte, bir de edebiyat kitaplarının belirlediği, dünyanın büyük olarak tanıdığı şairler vardır. Onları kolay kolay değiştiremezsiniz. Onlar kalıcıdırlar. Onları biz de okuyacağız, gelecek kuşaklar da...

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..