- Kategori
- Anılar
Samatya... Geçmişin küçük Paris'i...
Samatya Meydanı
Samatya.. Hatırlayabildiğim ilk çocukluğumun “Küçük Paris”i.. 50 li yılların son yarısında, haftada birkaç kez aynı meydandan geçmek, aynı merdivenleri tırmanmak, arnavut kaldırımlı sokaklarında, yaşıma göre uzun sayılabilecek bir yürüyüş ile , “Ese kapı” ya varmak.. Hatırlıyorum, hiç te yakındığım bir yürüyüş olmazdı bu.. Küçükçekmece’den Samatya’ya kadar 40 dakikalık tren yolculuğu bile muhteşem bir görsel şölendi bu küçücük çocuk için.. Annesinin bitmek tükenmek bilmeyen, “ camdan sarkma!, yerine otur!” ikazlarına rağmen.. .Samatya istasyonunda inilir, hızlı adımlarla istasyondan çıkılır, yola çıkılırdı her gidişte.. Belki bu küçük çocuğa hızlı gelirdi annesinin yürüme temposu, Belki de , yol boyunca görecekleri , hissedecekleri ve yaşayacaklarını biraz daha uzatma gayreti idi sadece.. Ama , küçük çocuk ne yaparsa yapsın, hızla geçmek zorundaydılar Samatya meydanından.. Hemen istasyon çıkışındaki avaz avaz satış yapan balıkçılar, binaların üstünde özenle çiroz uskumrusu dizen kızlar, Mavi beyaz tezgahlardaki koca koca balıklar, mis gibi, kızarmış balık kokuları ve meydanı saran Buram buram Alkol kokusu.. Meyhaneler… Sarhoş naraları.. Tabii ki çabuk geçilecekti bu “kötü yerlerden”... Kocasını daha birkaç yıl önce kaybetmiş genç bir kadın, yanında annesinin hızlı temposuna yetişmeye çalışan küçücük bir çocuk.. Samatya meydan Merdivenleri hızla çıkılırdı, ilk durak fırında, fırıncının 10 adet halkayı uzun bir çıta ile alarak, ince beyaz kağıda sarması dikkatle seyredilir ve paket hemen teslim alınırdı.. Öyle ya, belki evden beri, bu muhteşem lezzet ile buluşma hayal edilirdi..Fırından çıkılır, Rum kiliseleri önünden, kısa bir mesafe gidilip “Akar çeşme sokağı”na girilirdi.. hemen sokağın başındaki Akar Çeşme’de, küçük çocuğun sık sık kızaran hasta gözleri, illa ki iyice yıkanırdı.. Çünkü Her ne kadar olumlu sonuçlarından bihaber ise de, bu çeşmenin suyu gözlere çok iyi gelirdi.. .sonra sırası ile, Ermeni kilisesinin altındaki evlerde oturan, daha doğrusu, her halde evlerinde oturmayı sevmedikleri için sürekli kapı önlerine iş yapan, sohbet eden, kavga eden siyah giysili ermeni kadınları ilgi ile seyredilerek yola devam edilirdi.. Ermeni kilisesi şimdiki gibi sessiz değildi.. Her geçildiğinde, ya bir ayin, ya da bir cenaze töreni mutlak olurdu.. Her şeyi ile hemen hemen aynı durmakta olan sokaklardan hızla geçilerek , sonuçta Ese kapı, Kızılelma caddesinin başındaki “Annneanne” evine gelinirdi…. Hey gidi günler hey!.. Yazıya Samatya diyerek, “Küçük Paris” diyerek girdim, Zira, Niyet Samatya meydanında meyhane işletmecisi 65 yıllık Samatya’lı Büyük Dost Sadi Tezel’i anlatmaktı.. Artık bu kadar laf üzerine olmaz, başka bir gün yazmak üzere inşallah... Sevgiler.. Saygılar..