Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '07

 
Kategori
Siyaset
 

Seçim'07: Kaosu seçmek

Seçim'07: Kaosu seçmek
 

Partilerimizin ve siyasetçilerimizin siyasal yelpazedeki yerleri konusunda tam bir keşmekeş yaşanıyor. Kim sağcı kim solcu belli değil. Aslında bu durum birçok kimsenin de umurunda değil. Bu birçok kimse içinde, partili olan ve siyaset yapan da var, yalnızca oy veren ve fikir sahibi olan da.

Genç Partiyi tanımlamak isteseniz siyasal yelpazenin neresine koyarsınız? Muhafazakar mıdır, milliyetçi mi, reformist midir, devrimci mi, ya da ortaya karışık misali seçmen hangisini yutarsa onu üfüren cinsinden mi?

Partiler kendilerine siyaset yelpazesinde bir taraf olarak görülmekten çekinme eğilimine girdiler. Kendilerini daha farklı kavramların yanında taraf gösterme eğilimindeler. Örneğin CHP kendisini Cumhuriyet ve Atatürk’le özdeşleştirmiş durumda. Bu seçim cumhuriyetin varoluşu ile yok oluşu arasında geçecek söylemini yoğun olarak işliyorlar.

Bu söylemin garip bir ironisi olduğu kesin. Bir ülkeyi daha demokratik, uygar ve özgür kılması gereken seçim sisteminin, ülkenin varoluşu ile yok oluşu ihtimali üzerinde bir işlev üstlenmesi gerçekten ilginç.

MHP’nin de CHP ile benzer bir kurgu üzerinde seçim kampanyası düzenlediği kolaylıkla anlaşılıyor. Ancak MHP ağırlığı uzmanlık konuları üzerinde yoğunlaştırıyor, yani milliyetçilik şablonu üzerinden ayrılıkçı teröre karşı tek araç olarak şiddet, güvenlik için baskıcı devlet ve Türk düşmanı dünyaya karşı sivri dilli bir dış politika söylemleri ön plana çıkıyor. Çok şaşırtıcı söylemler olmamakla beraber, hızlı bir değişimin yaşandığı Ortadoğu bataklığında, değişimin ne yönde gelişeceğinden şüphe duyan insanlar için güçlü bir savunma kalkanı vaat etmesi dolayısı ile önü açık bir politika olduğu bir gerçek.

AKP ise, uluslararası sermaye ile kurduğu ve şu ana kadar ülkeye fazlaca zarar vermeyen bağlarının sunduğu avantajların gölgesinde, kalkınmacı, gelişmeci, cüzdana ve hizmete hitap eden söylemler ile hareket etmeye çalışıyor. Kampanyanın ilk dönemlerinde kullanmaya çalıştığı Cumhurbaşkanlığı mağduriyeti söyleminin çokta işine yaramadığının ve beklentilerinin aksi yönünde -düzenin kilitleyici yönünden çok-, kendi yönetememezliklerinin ve yanlış tercihlerinin sorgulandığını anlamakta gecikmediler. Hatta ters adım atıp, ”bundan sonra uzlaşma ararız” söylemleri de yalnızca kendi hatalarının itirafı gibi oldu.

AKP’nin istikrarı temsil etme ve geçen 4 yılda yaşanan kısmi refah artışı ve devletin vatandaşına yönelik hizmet anlayışının değişmesi söylemleri geniş halk kesimleri nezdinde halen etkili olsa da, aynı kesimlerin AKP’nin küresel sermayenin ezici ve yıkıcı gücüne oldukça açık bir sistemi yeğliyor oluşunu önemli bir tehdit olarak algıladıklarını da gözlemliyorum. İnsanlarda, bu istikrarın ve ekonomik kalkınmanın kendi iradeleri dışında geliştiği ve kaderlerinin dış odakların iki dudağının arasına olduğu şüphesi yaygın ve ne yazık ki bu şüphelerinde çokta haksız değiller.

Ancak AKP’nin para dışında kriteri olmayan piyasacı anlayışı ve sermaye güdümlü dış politikası karşısında, yine kalkınmacılığı ön plana alan, ancak dış politikada diplomasiyi, diyalogu ve uzlaşmayı ilk adım olarak gören, barış ve huzur politikaları sergileyen, kültür, inanç, eğitim, teknoloji paylaşımlarını önemseyen ve bu paylaşımın kanallarını zorlayan, özgürlük, hukuk ve demokrasi temelli tüm küresel organizasyonlar içinde yer alma çabası gösteren bir anlayışın önerilmesi gerekmektedir. Ancak AKP’yi ulusal çıkarların aleyhine bir dış politika sergilemekle suçlayanlar, ne yazık ki dış politika konusunda tam bir izolasyonu öngörüyorlar. Yani ortamdaki şahin, atmaca türü yırtıcıların varlığını tehdit olarak gösterip insanlara kafesin içerisinde yaşamayı öneriyorlar.

Ancak seçim kampanyasında esas önemli olan nokta, bu son derece üst düzeyde tartışmaların arasında, basit gündelik yaşama ve temel ihtiyaçlara dair taleplerin, politikaların, hizmet anlayışlarının arada kaynayıp gitmesi. Var olanlarında temelden ve gerçeklikte kopuk, seçmeni aldatmaya dönük sloganvari söylemler.

Ne yazık ki seçim günü yaklaşılırken, kendimi fikirlerimle uyuşan, ülkeme refahı, huzur getireceğine inandığım, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve özgürlüğün kıstaslarını geliştireceğine kanaat getirdiğim bir siyasal parti ile karşılaşmış değilim. Bu sebeple mevcut siyasal partilerden birisine oy vermeyi düşünmüyorum. Geriye bir örgüt çatısı altında yer almayan ve kişisel görüşleri çerçevesinde siyaset yapmaya soyunanlar kalıyor. Ancak bu isimlerin bir çoğununda aslen bir siyasal örgüt kimliklerinin olduğu ve sırf baraj engelini aşma niyeti ile bu yöntemi tercih ettiği biliniyor. Elbette bu tercihte antidemokratik bir seçim sistemi karşısında saygı duyulması gereken bir tercihdir. Ama bu insanları değerlendirirken arka planda kalan siyasal kimliklerini iyi irdelemek gerekiyor.

DTP’nin de, aslında ülkedeki kürt kökenli vatandaşların temsili açısından anlamlı olabilecek meclis varlığını ne yazık ki, demokrasinin geliştirilmesi dışındaki amaçlar için kullanma olasılığının yüksekliği, o yönden gelen ve şiddete destek nitelikli milliyetçi politikaların varlığı, sıfatı bağımsızda olsa bu nitelikteki adayları bir olasılık olmaktan çıkarıyor. Ayrıca İstanbul’da bile bağımsız adayların desteklenmesi yönünde DTP’nin içeriği tam bilinemeyen ayrımcılığı, ülkenin tümüne yönelik bir demokrasi kaygısı taşımadığını gösteriyor.

Bu noktada, bağımsızların bağımsızı Baskın Oran ismi gönlümde öne çıkıyor. Ama ne yazık ki, benim oy atacağım sandıktan ona destek çıkamayacak olmanın üzüntüsünü yaşıyorum. Ancak esas üzüntüm seçimin, ne tek partili bir iktidara ne de iki partili bir koalisyona imkân vermeyecek ölçüde dağınık ve uzlaşma potasından uzak bir şekilde neticeleneceği tahminimden kaynaklanıyor. Yani en kısa zamanda yeni bir seçime gebe olan bir kaosa oldukça yakın olduğumuzu düşünüyorum.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..